İBRAHİM -aleyhisselâm- NE GÜZEL KUL NE GÜZEL ÖRNEKTİR!

YAZAR : Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Yeryüzünde bizden önce yaşamış ümmetlerin ve o ümmetlere gönderilen peygamberlerin hem hayatları hem de tebliğ usûlleri bizim için en güzel örneklerdir. Her peygamberin mücadelesi ve karşısındaki insanlara uyguladığı metotlar, bugün bizlere yol gösteren birer ışık mesâbesindedir. Her peygamber bizim için özel ve kıymetlidir. Her birinin hayatından ve mücadelesinden alınacak sayısız dersler ve hikmetler vardır. Ulü’l-azim peygamberlerden olan İbrahim -aleyhisselâm-’ın hayatından ve tevhid mücadelesinden özellikle alınacak dersler ve örnekler mevcuttur.

Doğup büyüdüğü, içlerinde yetiştiği kavmin putperest olmasına ve hattâ babası bu sapkın inancın ileri gelenlerinden biri olmasına rağmen; onların sapkın inançlarına riâyet etmeyerek sorgulamaya başlamış, neticede kendilerine bile faydası olmayan putlara tapmanın beyhûde bir çaba olduğunu idrak etmiştir. İbrahim -aleyhisselâm- bunu anlamakla kalmamış; bu dünyanın, kâinâtın kendiliğinden var olamayacağını, böylesine mükemmel bir düzenin mutlaka bir yaratıcıya ihtiyacı olduğunu tefekkür ederek, yaratıcısını bulmuştur. Kendisine verilen akıl ve muhakeme sayesinde; gözüyle gördüğü ay, güneş ve yıldızlara bakmış, onların diğer yaratılanlardan farklı olduğunu ancak yine de ilâh olamayacaklarını anlamıştır. Gördüğü her şeyin bir sonunun bulunduğunu ve yaratıldıklarını görmüş; dolayısı ile yaratılan ve sonu olan bir şeyin yaratamayacağı, ilâh olamayacağı neticesine varmıştır.

Hazret-i İbrahim’in hayatından alacağımız derslerden ilki, şüphesiz ki tefekkür etmesidir. İnsan eşref-i mahlûkat olarak yaratılmıştır. Allah Teâlâ; insana akıl ve idrak vererek, onu diğer canlılardan farklı kılmıştır. İbrahim -aleyhisselâm-; atalarından gelen inançları olduğu gibi kabul etmemiş, aklını ve idrakini kullanarak, kâinât âyetlerinin ışığında her insanın aslında yaratıcısını bulabileceğini göstermiştir. Atalarından gelen inançları körü körüne kabul etmek yerine, Allah Teâlâ’nın verdiği akıl nimeti ile yaratılış hikmetlerini doğru okumuş ve elde ettiği bilgileri tevhid süzgecinden geçirerek, bir insanın ulaşabileceği menzili bizlere göstermiştir.

Onun hayatından alınacak diğer bir ders; tefekkür ile bulduğu Rabbine ve O’nun emirlerine şek ve şüphe olmadan canı pahasına teslîmiyetidir. Bu teslîmiyet, onu öylesine güçlü bir hâle getirmiştir ki; babasını, yaşadığı cemiyeti, hattâ zâlim idarecileri bile karşısına almayı göze almıştır. Bu teslîmiyet öylesine sağlam bina edilmiştir ki; korkunç ebatlardaki ateş yığınlarının içerisine atılmasına rağmen, Rabbinden başkasının yardımını kabul etmemiş, bunun neticesinde fıtratında yakmak olan ateş dahî yakmaz hâle gelerek, gül bahçesine dönmüştür.

Yine onun örnek hayatından alınacak başka bir ders, muazzam sabrıdır. Yaşlanıp evlât sahibi olamamasına rağmen, şikâyet etmemesidir. Her şeye kādir olan Allah Teâlâ, dilediği zaman -seksen yaşında bile- kişiyi aklına gelmeyen nimetlerle mesut edebilir. Onun ahde vefâsı ve verdiği sözde durması ise dillere destandır. O söz; evlâdını kurban edebilecek kadar zor olsa dahî, Rabbine verdiği sözde sâdık kalmıştır.

Bu samimiyet ve teslîmiyet hem onu hem de ailesinin diğer fertlerini, mahşer gününe kadar müslümanların yaptıkları ibâdetlerde örnek yapmıştır. Hazret-i Hacer Annemiz’in evlâdına olan şefkati ve merhameti, bugün Safâ ve Merve arasında sa‘y ibâdeti olmuştur. Evlâdını kurban etmeye götürürken, şeytanın saptırmasına ve kandırmaya çalıştığı eşinin, evlâdının ve kendinin yaptığı amel; bugün şeytan taşlama ibâdeti olarak yapılmaya devam etmektedir.

Allah Teâlâ’nın;

“İnsanları hacca davet et!” (el-Hacc, 27) emrini yerine getirmek için yaptığı çağrı, Allah Teâlâ’nın yardımı ve hikmeti ile dünyanın en ücrâ köşesine kadar ulaşmış ve hâlen yankılanmaya devam etmektedir. Bugün; hac farîzasını yerine getirmek için mukaddes topraklara giden her mü’min, onun çağrısına kulak vererek yola çıkmaktadır.

Yeryüzünün hiçbir yerinde; kayalıkların çok olduğu, toprağında fazlaca ürünün yetişmediği ve sıcak bir ikliminin olması gibi çetin coğrâfî şartlara sahip olmasına rağmen, insanların canlarından, mallarından ferâgat ederek, zorlu şartlara katlanmayı göze alarak gitmek istediği başka bir toprak parçası mevcut değildir. Bu durum şüphesiz ki, Hazreti İbrahim’in kabul olmuş duâsıdır (İbrahim, 37).

Şayet bir insan Allâh’a dost olmuşsa, samimiyet ve ihlâs ile O’nun emirlerine riâyet etmişse, hayatını O’nun çizdiği gibi yaşamış ve O’nun dînine hizmet etmişse; Allah Teâlâ onun en küçük amelini dahî zâyî etmemiştir. Onu kendisinden sonra gelen nesillerin örnek alacağı bir makama yükseltmiştir.

Selâm ve hürmet, O’nun dostlarına ve dostlarını sevip onların izlerini takip edenlere olsun!