HIRSIZ MARTI

YAZAR : Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

İstanbul’da Eyüp Dayının ziyaretine gittiğimiz günlerden biriydi.

Aslında babamın dayısı olur kendisi, onun hüzünlü hikâyesini de bir başka sefere anlatırım inşâallah. Allah rahmet eylesin.

Onunla topu topu birkaç kere karşılaşmak nasip olmasına rağmen, anlattıkları hâlâ aklımdadır.

Vâkıa, Eyüp Dayının çocukluğunda geçer.

O dönem babaannemler Üsküdar’da oturuyorlarmış.

Eyüp Dayı, kız kardeşi olan babaannem, anneleri ve komşu nineleri ile birlikte Cuma günleri türbeleri ziyaret eder; en çok da teyzelerinin oturduğu Beşiktaş’taki Yahya Efendi türbesine gider, sonra da teyzeyi ziyaret edip dönerlermiş.

Bu ziyaretlerde Eyüp Dayının en büyük zevki, Üsküdar’dan boğazı geçerken binilen kayıktan bir elini denize daldırıp suların şırıltılarını hissetmekmiş.

O gün pat pat motorlu yolcu kayığı Üsküdar’dan Beşiktaş’a doğru yol alırken birden, Eyüp Dayının denizdeki elinin hemen yanına gökten parlak bir nesne düşmüş. Eli zaten denizde olduğu için Eyüp Dayı bu nesneyi dibe batmadan hemen yakalamış. Bu nesne, parlak taşlı, süslü bir yüzükmüş. Başka kimse görmediği için Eyüp Dayı, yüzüğü kısa pantolonunun cebine atmış.

O gün türbe ziyaretinde Yahya Efendi Camii’nin imamı Ali Efendinin özel ilgisine maruz kalan Eyüp Dayı; işlediği suç sebebiyle rahatsız olmakla birlikte, Ali Efendinin anlattığı menkıbeyi de başı önünde dinlemekten kendini alamamış.

Yahya Efendi Camii İmamı Ali Efendinin anlattığı menkıbe şöyleymiş;

“Bir gün Kanunî, Boğaz gezisi yaparken kayığını Şeyh Yahya Efendi dergâhının tarafında kıyıya yanaştırıp Hazret-i Pîr’i de yanına davet etmiş. Yahya Efendi ise bu davete yalnız icâbet etmeyip, beraberinde nur yüzlü bir zât olduğu hâlde Sultan’ın yanına gelmiş.

Boğaz’da seyir hâlinde olan kayıkta Kanunî ile Yahya Efendi birbirleriyle tatlı bir sohbete başlamış. Fakat misafir zât bu sohbete katılmamış ve sürekli Padişah’ın parmağındaki pek kıymetli yüzüğe bakıyormuş. Durumu fark eden Kanunî, yüzüğünü çıkarıp o zâta vermiş. Ancak o zât, yüzüğü aldığı gibi denize fırlatmış. Sultan buna içerlediyse de Yahya Efendi’nin hürmetine bir şey diyememiş. Yüzük kaybolmuş.” deyince…

Eyüp Dayı hemen atılmış;

“–Kaybolmamış! Kaybolmamış! Padişah’ımın yüzüğü burada, yüzük burada imam efendi, burada işte!..” deyip yüzüğü cebinden çıkarıp İmam Efendiye vermiş.

O günden sonra da Eyüp Dayı; Padişah’ın kaybolan yüzüğünü bulmaya mazhar olan kişinin kendisi olduğunu zannederek, hâdiseyi herkese anlatmış durmuş.

Tâ ki yıllar sonra annesi hâdisenin gerçek yüzünü anlatana kadar…

Meselenin aslı şuymuş; parlak renkli nesneleri çok seven martılardan biri; civardaki yalılara dadanmış, ne zaman yalıların bahçesindeki masalarda parlak bir nesne görse bir pike yapıp kapıp kaçıyormuş.

O gün de parlak renkli taşlarla bezeli yüzüğü kapan martı; denizin üzerinde ağzından yüzüğü düşürünce, rastlantı bu ya yüzük Eyüp Dayının avucuna düşmüş işte.

Camiye gelen yalı sakinlerinin hırsız martı yakınmalarını işiten Ali Efendi; türbenin girişinde Eyüp Dayının cebinden çıkarıp gizli gizli baktığı yüzüğü görünce, vâkıanın denizde gerçekleştiğini de öğrenince bağlantıyı kurmuş ve Peygamber Efendimiz’in sünneti gereği, çocuğun sırrını açığa vurmadan hem de onu ayıplamadan büyük bir ferâset ve basîretle olayı çözmüş.

Hâsılı sâlih bir müslüman; peygamberlerdeki ferâset ve basîret sıfatlarından hisseler alıp, akıl nimetini en verimli şekilde kullanmalıdır ki, kime, neyi, ne zaman, nerede ve nasıl söyleyeceğini ve ne şekilde davranacağını bilsin.

Ali Efendinin Eyüp Dayıya anlattığı menkıbe ise aslında şöyle biter:

Yahya Efendi, Kanunî ve misafir zâtın yaptığı kayık gezisi nihayete erip kıyıya yanaştıklarında o zât; eğilip denizden bir avuç su almış ve kendisine hayret nazarlarıyla bakan Kanunî’ye uzatmış. Kendisine uzanmış bu elde biraz önce denize fırlatılmış bulunan yüzüğünü gören Kanunî, gayr-ı ihtiyârî bir şekilde yüzüğü almış. Bir şeyler diyecek olmuş ki o nur yüzlü zât, hızla yanlarından uzaklaşıp bir anda gözden kaybolmuş. Sultan iyice şaşırmış. Bu hâli gören Yahya Efendi, mütebessim bir şekilde durumu îzâh etmiş:

–Sultanım! Bu zât, görmeyi epeydir arzuladığınız Hızır -aleyhisselâm- idi.

Kalın sağlıcakla.