KALİTELİ GÜZEL ÜRETİM, DÜRÜST PAZARLAMA, SATIŞ

Ahmet ZİYLAN

İnsanların yaptıkları işleri güzel ve kaliteli yapmaları, kendi menfaatleri içindir. Satarken de dürüst olurlarsa hem bu dünyalarını hem de âhiretlerini kazanırlar. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, buğday satan adamı;

“Bizi aldatan bizden değildir.” (Müslim, Îmân, 164) diyerek uyarmıştır.

Niçin? Rasûlullah, önündeki buğday çuvalına elini daldırmış alttaki buğdayın ıslak olduğunu görmüş;

“–Niçin ıslak olanları yüzüne koymadın da kuru olanları koydun?” buyurmuştur.

Çünkü bu; alıcıyı kandıracak, hepsini kuru zannettirecek bir davranıştır.

Bu gibi davranışlar dürüstlük değildir, böyle yapanlar her zaman zararlı çıkmışlardır. Müşteri bilmese, anlamasa da Mevlâ’m her yaptığından haberdardır. Sonunda alıcı da bilir ve senden alışverişi keser, senin de işin kırılır. Âhirette çekeceğini sen düşün!

Bir hâtıra:

İstanbul Çarşıkapı yeraltı geçidinden çıkıp Kumkapı’ya giden geniş cadde üzerinde lokantacılık yapan bir arkadaşım vardı Abdulkadir BAYDAR. O anlatıyor:

20-25 sene önce idi, kendi dükkânının 2 dükkân üstünde, az çeşit satan bir manav vardı. Manavın tam karşısında kendi gibi bir manav daha var. Dükkânların önüne birer tane karpuz yüklü kamyon gelir, dükkân sahibi yüksek sesle;

“–Şahane karpuz geldi, bugün millet karpuz yesin. Kilosu 100 kuruş, gelin karpuza!” diye bağırmaya başlar. Öbürü de karşı kaldırımda başlar satışa ve rakibine sataşır:

“–Ulan benim karpuz getirdiğimi mi gördün sen de getirdin? Bir de fiyat kırıyorsun!..”

Diğeri de yüksek sesle cevap yetiştirir:

“–Kırarım! Sana mı soracağım?!. Millet ucuza karpuz yesin, ucuz satarım. Sen karışamazsın!”

“–Öyleyse bende de 90 kuruş!..”

“–Madem öyle yaptın, bende de 80 kuruş!..”

Karşılıklı sataşırlar. Aradan yol geçmektedir. Gürültüye bir hayli insan toplanır. Adamlar çekişmeye devam eder.

Birisi biraz daha düşürür:

“–75 kuruş!.. Sen benim ekmeğimle oynuyorsun!”

Ağız dalaşı yetmez, bir de boy boya gelirler, yumruk yumruğa iyi bir kavga ederler. Cadde ortasında toplanan halk araya girer;

“–Aman ne yapıyorsunuz?!.” diyerek zor ayırırlar.

Birisi der ki:

“–60 kuruş yaptım ulan!”

Diğeri der:

“–50 kuruş!”

“–Bende de 50 kuruş! Satacağım işte ne olursa olsun!”

Millet de «ucuz» diye karpuzları kapış kapış alırlar. İki tarafın karpuzları, bir-iki saat içinde satılır biter.

Bizim lokantacı arkadaş, biraz sonra şaşkınlık içinde işin aslını fark eder:

Baktım ki, o kavga eden adamlar; oturmuş, sattıkları karpuzların parasını paylaşıyorlar. Para hesabı yapıyorlar. Meğerse bütün o yumruk yumruğa kavga, çekişme ve fiyat indirme, hepsi tezgâhmış, âdeta tiyatroymuş.

Yapılan doğru değil, ama toplum psikolojisi işte böyle çalışıyor. Fakat sen dürüst olacaksın. O an halkı kandırırsın ama sonunda zararlı çıkan sen olacaksın.

Reklâmlar, zihnimizde ve gönlümüzde;

“Bu eşya, kaliteli, ucuz, herkese lâzım, benim de almam lâzım!” gibi duygular meydana getiriyor.

Reklâm meselesinin elbette dînî ve ahlâkî tarafları var:

•Yalan olmamalı.

•İsrafa sevk etmemeli.

•İstismar olmamalı.

Çünkü kapitalizm, reklâmı çok kötü kullanıyor.

Fakat usûlüne uygun, dürüst bir şekilde her müessese ürününü yahut hizmetini tanıtmak ister. Bunu en güzel şekilde, mesajını en sağlıklı şekilde ulaştıracak tarzda yapmalı.

Buradan şu hisseyi de almamız lâzım:

Haklı, güzel ve faydalı şeyleri, en güzel şekilde tanıtmalı. Haklı dâvâlar, soluk ve solgun bir şekilde arz edilmemeli. Hak ettiği kıymeti ve revâcı vermeli. Bunun gerektirdiği atmosferi oluşturmalı.

Ecdâdımız bunu güzel yaparmış.

Meselâ bir çocuğun ilk defa eğitime başlamasına, bed-i besmele denir. Ecdâdımız hemen bir merasim yapıyor. Ata bindiriyor. Giydiriyor, kuşandırıyor. Hediyeler alınıyor.

Çocuk hissediyor ki bu iş, çok kıymetli bir iş. Hâfızasında ve gönlünde bambaşka yer ediyor. Yaşı ondan küçük olanlar da gıpta ediyor. «Benim merasimim ne zaman olacak?» diye hevesleniyor, iple çekiyor.

Hâfızlık icâzetleri öyle, mezuniyet merasimleri öyle…

Kur’ân’a özendiriyor, ilme teşvik ediyor.

İşin ticaret boyutunda şunu da unutmamalı:

«Reklâm gerçek olmalı, içinde yalan olmamalı.» demiştik. Öyleyse ürünümüz gerçekten çok kaliteli olmalı. Bu kalite zaten, başlı başına bir reklâmdır.

Daha evvel de anlatmıştık:

Ürününü kaliteli yaparsan, müşteri gelir. Hattâ bunu şu esprili benzetmeyle anlatıyoruz:

“Kızın güzel olursa, talibi çok olur.”

Kızının güzel olması senin elinde değil, Allah vergisi. Ahlâkı güzel olsun. Ama îmal ettiğin ürünün güzel olması senin elinde. Sen mamulün için çaba sarf edersen, kafa yorarsan, gerçekten istersen ve bir müddet sonra; «Hangi malzeme daha güzel, hangi cihaz daha yararlı ve ucuz?» diye araştırırsan, malın daha güzel olur.

Malın güzel olursa, senin hasmın olan kişi bile malını alır. Malın güzel olmazsa öz kardeşin bile almaz. Bunun için malını güzel yapacaksın.

Otuz sene evvel yaşadığımız bir hâdise bunun güzel bir şahididir:

Ayakkabı üretiyoruz. Ayakkabılar çok güzel. İsrailli bir firma; bu ayakkabılardan almak istiyor, gümrük tarifesini soruyor. İsrail’in; Türkiye’den ayakkabı alana %100, Yunanistan’dan alana %10 gümrük uyguladığını öğreniyor. Yani Türkiye’den almayın, diyor.

İsrailli firma da almak istiyor ama gümrük çok yüksek.

Çare yok değil. Biz Yunanlı tüccara sattık, Yunanlı tüccar da %5 ekleyerek İsrail’e sattı.

İsrail, Yunanistan’dan alırsa gümrük %10, %5 de kendisinin eklemesiyle %15’e gelmiş oldu. Mesele hâlloldu. O İsrailli firma, ürünümüzü senelerce sattı.

Bunu niye anlattım? Ürettiğin mal kaliteli ise, albenisi varsa, engellere rağmen kendisine müşteri buluyor. Onun için üretici firmalar, sanayiciler, herkes… ürettiği ürünü kaliteli, güzel yapmak için çaba sarf etmeli, gayret etmeli, başarmalıdır.

Bugün dış ticaret, millî bir meseledir. İhraç ettiğin mal, senin ülkenin kartvizitidir. Senin ülkenin reklâmıdır.

İyiyse iyi reklâm, kötüyse kötü reklâm.

Maalesef, ihracatçılarımızın bazıları, bunun şuurunda olmayabiliyor.

Hatalı ürününün hatasını gizleyerek satarsan, o adam bir daha mal alır mı senden? Yahut bir hile yaparsan? Memurun sicili olduğu gibi, ülkelerin, tüccarların da sicili var. Sicilin bozuldu mu, artık müşteri sana gelmez.

Müşteri güven ister. Müşteri huzur dolu olmalı; «Ben filân yerden mal alırsam orada hile olmaz!» diye düşünmeli, satıcıya güvenmeli.

Güvense de müşteri, ürün aldığı yere bir eleman gönderir. İşin başında, ortasında ve sonunda kontrol yaptırır. Bunu her tüccar ve her sanayicinin vicdanına işlemeli. Bu istikamette onları şuurlandırmak lâzım. Fakat diğer taraftan maddî tedbirler de almak gerek.

Madem bu mesele millî bir mesele; sadece insanların insafına ve vicdanına bırakmakla olmaz.

Bir taraftan da otokontrol olmalı. Denetleme olmalı.

İhracat yapan kişi, kendi meslek grubu ve ihracatçılar birliği gibi makamlara karşı sorumlu olmalı. İhraç edilecek bir mal, yüklenmeden evvel kontrol edilmeli. Niçin? Kendi ülkemiz için.

Fakat kontrol, gerçek bir kontrol olmalı. Kâğıt üzerinde kalmamalı. Prosedür gereği, angarya kabîlinden olmamalı. Hele usûlsüzlüğe hiç bulaşmamalı.

Bununla ilgili bir hâtıramızı anlatalım:

On sene kadar önce bir ekmek fabrikasına ortak olduk. Ortaklarımız iyi insanlar, işletenler de onlar, biz sermaye ortağıyız. Her ay firma, 15-20 bin TL zarar ediyor. Aradan 3-4 ay geçti, zarar devam ediyor. Ortağıma sordum:

“–Bu niye böyle? Başkaları da zarar ediyor mu yoksa bizde mi bir yanlışlık var?”

–Hacı Amca! Bizde yanlışlık yok. Ekmeklerin 200 gram olması lâzım, biz de öyle yapıyoruz. Diğerleri 160, 170, 180 gram yapıyorlar. Sen müsaade edersen 180 gram yapalım. Zarar kalmaz, üstelik kâr da ederiz.

–Peki; «Ekmeğimiz 180 gram» diye yazabilir miyiz?

–Yazamayız! Ekmeğin 200 gram olması lâzım. Yazarsak büyük cezaya uğrarız!

–Ya öbürleri ne yapıyor?

–Yönetmeliğe göre kazara veya sehven bir ekmek eksik yapılmışsa cezası 5 TL. Bilerek yapılmışsa 200 TL. Kontrol edenler; eksik yapılmış ekmeklere, sehven yapılmış muamelesi yapıyor. 5 TL. ceza. Kendi de bir şeyler alıyor, böylece gidiyor.

–Desene hep kul hakkına giriyorlar, halkı kandırıyorlar. «Biz günde kaç ekmek yapıyoruz? 40 bin, biz de 180 gram yaparsak her gün 40 bin kişinin hakkına tecavüz edeceğiz. Aman yâ Rabbî! Bu iş bize göre değil!» dedim. Maalesef yapılıyor, bunlar iflâh olur mu?

Yâ Rabbî! Bizi sırât-ı müstakîmden ayırma! Mevlâ’m nasıl isterse rızkını öyle verir, helâlinden ver yâ Rabbî!

Günümüzde kâğıt üzerinde birçok denetlemeler yapılıyor. Fakat bu sefer de kontrol eden kişinin insafı ve vicdanı devreye giriyor. Kasıtlı olarak eksik ve hileyi gördüğü hâlde, rüşvet alıp; «Sehven eksiktir veya kusurludur.» diye rapor tutabiliyor. Hâlbuki sistem, saat gibi işlemeli.

Herkes yanlış yapsa; helâl lokma endişesi olan, şahsiyetli bir insan yine yanlış yapmamalı. İş yine ahlâka dönüyor. İkisi birbirini destekleyecek:

Bir yandan kalbi bozuk kişilere fırsat vermeyecek bir denetleme sistemi… Diğer yanda, fertlerin ahlâkını yükseltecek çalışmalar… Bunu gayr-i müslimler bile, kalitenin ve işin îcâbı görerek; millî markayı koruma ve benzeri hassâsiyetlerle yapabilmişler. Biz de yapabiliriz. Yeter ki gayret edelim.

Rabbim yardımcımız olsun!..

Rabbim yaptığı işi en güzel şekilde yapanlardan eylesin!

Çünkü hadîs-i şerifte;

“Yüce Allah, yaptığınız işi sağlam ve iyi yapmanızdan hoşnut olur.” (Beyhakî, Şuab, IV, 334) buyuruluyor.

Müslüman; işini güzel yaptığı zaman, İslâm’ın da reklâmını yapmış olur.

“Müslümanlar ne güzel insanlar ne güzel işler yapıyorlar, yaptıkları işi ne kadar sağlam yapıyorlar!” dedirtebildiğimiz zaman… İşte o zaman, dînimizi en güzel şekilde anlamışız demektir.

Rabbim lâyık eylesin!

Mevlâ’m, kulluğunu güzel edâ eyleyenlerden kılsın! Kazancını temiz ve helâl yoldan temin edenlerden eylesin! Yaptığı işi dört dörtlük yapanlardan kılsın! Âmîn…