BİR «ÜF» BİLE KIRABİLİR!..

YAZAR : Halil KAŞIKÇI

İnsanın kendisine ve hayata bakışı her yaşta aynı değildir. Çocukluk, delikanlılık, orta yaşlar ve yaşlılık, her birinin kendisine mahsus hususiyetleri vardır. Aynı insan, yaş ilerledikçe bazı değişimler geçirir.

İnsan meselâ kırk yaşlarında iken, kendisine söylenen bir sözü kaldırabiliyor veya yapılan bir latîfe ona batmıyor. Fakat altmış-yetmiş yaşlarına geldiğinde aynı söz veya aynı şaka batıyor, buna tepki gösteriyor, hattâ kırılabiliyor.

İnsanların hayatının çeşitli dönemlerinde edindikleri bazı sermayeleri vardır. Yaşlıların en çok önem verdikleri sermayeleri de sayılmaktır, gördükleri saygıdır. Bu da ancak o yaşlara gelince fark edilecek bir özelliktir. Gençler bunu yeterince değerlendiremiyorlar.

Ben babamla böyle bir hâdise yaşadığım için şimdi çocuklarıma;

“Bana otuzlu kırklı yaşlarımda iken yaptığınız şakaları, şimdi yapmayın. O zaman gülüp geçtiğimiz şakalara şimdilerde kırılıyorum. Hattâ gönül koyabiliyorum.” diyorum ve onları îkaz ediyorum.

Yeri geldiğinde zaman zaman sohbetlerde de kullandığım, fakat her defasında duygulanarak anlatmakta zorluk çektiğim hâdise şöyle vukû buldu:

Babam ve annem yaşlı oldukları için alışverişlerini biz üç kardeş yapardık. Babam, parasını da verirdi. Fakat öyle ayarlamıştı ki peynir, zeytin, süt vesâireyi bana; meyve ve sebzeyi bir ağabeyime; kuru gıda ve bakliyatı da diğer ağabeyime söylerdi. Bu hep böyle devam etti.

Babam bir gün beni aradı ve zeytin almamı söyledi. Ertesi gün almam gereken zeytini, birtakım meşguliyetlerden dolayı, 2 veya 3 gün geç alabildim. Aldım ve götürdüm.

Babam beni ve elimdeki zeytin paketini görünce; bütün kızgınlığı ve sertliğiyle -tabiri câizse- söylemediğini bırakmadı.

Bu zamana kadar babamla aramızda böyle şey geçmemişti, zaten geçmezdi de. Erkek olmamız hasebiyle hep mesafeyi korurdu. Bana en az 10-15 dakika ağır sözlerle sitem etti. Belli ki kendini iyice hazırlamıştı.

Nihayetinde, annem dayanamadı ve babamı îkaz etti. Zira o günlerde babamın boğazında olan bir hastalıktan dolayı, onu her gün Şişli Etfal Hastahânesi’ne götürüp getiriyordum. Annem dedi ki:

“–Oğlan seni alıp her gün hastahâneye taşıyor. Ayıp! Ayıp!..”

Ama ben anneme işaret ederek susmasını istedim, zaten annem de daha fazla ısrar edemezdi. Babamın tâkati kesilip söyleyecek sözü kalmayınca, ben gayet sakin ve alçak bir sesle;

“–Yahu baba, birkaç gün de zeytin yemesen olmaz mı? Veyahut 2 gün geç yesen ne olurdu? Veya camiye gittiğinde sen alıversen olmaz mıydı? Değer mi yarım kilo zeytin için bana söylediklerine? Hem kendin üzüldün hem de beni kırdın!..” dedim.

Babam o yaşıma kadar değerli olduğunu bilmediğim ve farkında da olmadığım şu hatırlatmada bulundu:

“–Oğlum! Mesele yarım kilo zeytin değil. Benim sözüm yerine gelmeyince, sözüm tutulmayınca, sayılmıyorum diye düşünüyorum. Bana esas dokunan bu oldu!”

Ben alacağımı almıştım, fakat babamın üzüntüsünü gidermek ve biraz da havayı yumuşatmak için dedim ki:

“–Baba, senin değerin bizim gözümüzde, yarım kilo zeytin ile ölçülemez. Sen bizim için çok çok kıymetlisin, önemlisin, büyüksün!” dedim ve durmadım, çıktım gittim.

Demek ki bunun için Rabbimiz;

“…Ana babaya güzellikle muâmele et, eğer onlardan biri veya ikisi senin yanında ihtiyarlık haline ulaşırsa, sakın onlara «Öf» bile deme ve onları azarlama!.. İkisine de iyi ve yumuşak söz söyle!..” (el-İsrâ, 23) buyuruyor.

Ertesi gün babamı tekrar ziyarete gittim. Selâm verdim. Odaya girdim. Aramızda en az 5-6 adım varken tâ uzaktan bana elini uzattı, öpeyim diye. Tabiî ki hemen adımlarımı daha da sıklaştırarak gittim ve elini öptüm. Babamın bu hareketi dünün pişmanlığı idi…

Anladım ki belli bir yaşa gelince, anne ve babalar; hizmetten ziyade sayılmayı, unutulmamayı, evlâtların gündeminde ilk sıralarda olmayı arzu ediyorlar.

Gönül bu!..

Bugünkü dünya şartları buna ne kadar fırsat verir?..

Evlâtlar, anne ve babalarını onları memnun edecek derecede ne kadar gündemde tutabilirler?..

Dünya meşgalesi, nefis, tükettiğine yetiştirme çabası, son yıllarda insanın hayatını değiştiren internet, akıllı telefon, moda vesâireden ne kadar kendilerini arındırabilirlerse o kadar…

Gayret burada, irade burada.

İşte bize yol gösteren ışıklar:

Âyet-i kerîme:

«Anne babanıza üf bile demeyiniz!..» (el-İsrâ, 23)

Hadîs-i şerifler:

“Anne-baba, cennetin orta kapısıdır. Artık sen o kapıyı ister zâyî et, ister muhafaza et!..” (Tirmizî, Birr, 3)

“Cennet, anaların ayakları altındadır.” (Ahmed, III, 429)

“Bir babanın oğlu için duâsı, bir peygamberin ümmeti hakkındaki duâsı gibi makbuldür.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 4199)

Allah -celle celâlühû- uzun bir ibâdet ömründe, ana ve babalarımızın gönül dünyalarında bulunan arzularındaki gibi yaşamayı ve evlâtlarını da o şekilde yaşatmayı, hizmeti ve sevgiyi nasip etsin. Âmîn…