Allah’tan Kullarına Sorular! -4-

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

DÜNYADA NE KADAR KALDINIZ?

ZAMAN FARKI

Cenâb-ı Hak zaman telâkkîmiz üzerinde durur.

Zamana yemin eden Allah, insanın onu iyice tefekkür etmesini de ister.

Âhirette;

“–Ne kadar kaldınız?” diye hakikî mânâda sorulacak, insanlar;

“–Bir gün veya yarım gün…” (el-Mü’minûn, 112-113), diyeceklerdir. Başka âyetlerde de; kıyâmet gününün sıkıntıları karşısında ömrün azlığını ifade eden, «On gün», «bir tek gün» (Tâhâ, 103-104) hattâ; «ancak bir kuşluk veya akşam vakti kadar…» (en-Nâziât, 46; el-Ahkāf, 35), «ancak gündüzün bir kısmı» (Yûnus, 45) ve benzeri miktarlar söyleyeceklerdir. (el-İsrâ, 52)

Ebediyet karşısında, 1000 yıllık ömür de hiç hükmündedir. (Bkz. el-Mü’minûn, 114; el-Bakara, 96)

Diğer taraftan bu az görüşün, Mahkeme-i Kübrâ’da ileri sürülmeye çalışılan bir bahane olduğunu ve hakikat olmadığını ise şu âyetlerdeki cevaptan anlıyoruz:

“Kıyâmet koptuğu gün; günahkârlar, (dünyada) ancak pek kısa bir müddet kaldıklarına yemin ederler. İşte onlar, (dünyada da haktan, hakikatten) böyle döndürülüyorlardı.

Kendilerine ilim ve îman verilenler şöyle derler:

–Andolsun ki siz, Allâh’ın yazısında (hükmedildiği gibi) yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bugün yeniden dirilme günüdür; fakat siz onu tanımıyordunuz.” (er-Rûm, 55-56)

Bu bahane arayışı; imtihanı tekrarlatmak, yeniden bir fırsat bulmak, yani azâbı geciktirmek içindir:

“Onlar orada şöyle feryat ederler:

–Rabbimiz! Bizi çıkar, (dünyaya döndür de önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım!

(Onlara şöyle cevap verilir):

–Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi?

Size uyarıcı da gelmedi mi?

(Niçin inanmadınız?)

Şimdi tadın (azâbı)!

Zâlimlerin yardımcısı yoktur.” (Fâtır, 37)

İnsan mahşer yerinde dünya ömrünü pek az görse de; dünyada iken hayatı hiç bitmeyecekmiş, hiç sona ermeyecekmiş gibi hissetmektedir.

İnsanın zaman telâkkîsine şeytanın oynadığı bir başka oyun daha vardır:

Geçmişi iptidâî (ilkel) görmek. Kendi zamanını olabileceğin en iyisi, en ilerisi saymak.

Ne garip, bundan bin yıllar önce, bizim telâkkîmizde oldukça iptidâî olan toplumlar, peygamberlerinin getirdiği dinlere; «Evvelkilerin masalları!» dediler. (el-En‘âm, 25 vb)

Dîni, geçmişten gelen bir aldatmaca yahut bir tehdit görme hususunda, antik ile modern münkir birleşiyorlar. (el-Mü’minûn, 81-83; en-Neml, 68) Modern münkir, dinleri sosyal tekâmülün (evrimin) bir merhalesi sayıyor. Önce ruhlara, sonra putlara, sonra tek tanrılı dinlere inanıldığını, sonunda da inanma meselesinin sona erdiğini iddia ediyor. Hâlbuki vâkıa onları yalanladı.

Hâlbuki geçmiş ile gelecek arasında köklü bir tekâmül ve terakkî farkının oluşması, ancak toplu helâklerin sona ermesiyle gerçekleşmiştir. Bu da Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in duâsının kabulü bereketidir.

Bu sebeple İslâm’dan önce; gelip geçen ve tarihe karışan topluluklar, terakkî sıralaması içinde değildirler. Daha evvel olduğu hâlde, daha ileri, daha sonra geldiği hâlde daha geri topluluklar olmuştur. Çünkü toplu helâkler, tecrübe ve ilmin intizamlı ve dâimî intikaline imkân tanımamıştır. Bu sebeple bugün antik Mısır’ın piramitleri nasıl yaptığı gibi meseleler esrârını korumaktadır. Hazret-i Süleyman ve Zülkarneyn -aleyhimesselâm- gibi zâtların da normal akıştan daha «ileri» imkânlara sahip oldukları anlaşılmaktadır.

Bu sebeple Rabbimiz, müşriklere şöyle sorar:

“Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların îmar ettiklerinden daha çok îmar etmişlerdi…” (er-Rûm, 9)

Daha güçlü de olsalar, onlar da helâk oldular. Onlar da peygamberlerinin hükmüne tâbî idiler. Rabbimiz’in şu sualleri, bize kendi zamanımızın geçiciliğini düşündürmeye ve üstün zaman telâkkîmizi yıkmaya mâtuftur:

“Biz, onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Sen, onlardan herhangi birinden (bir varlık emâresi) hissediyor veya onlara ait cılız bir ses işitiyor musun?” (Meryem, 98)

“Şimdi onlardan (Âd ve Semûd kavminden) arta kalan bir şey görüyor musun?” (el-Hâkka, 8)

Geçmiş kavimlerden bir sesin veya hayat belirtisinin kalmamış olması normal bir şeydir. Fakat insan düşünmelidir ki, bugün içinde yaşadığı medeniyet de bir gün öyle olacaktır. Bu gökdelenler, bu teknoloji, bu mağlûp edilemez görünen dünya da bir gün yok olacaktır.

Modern ve terakkî etmiş zaman telâkkisi, hususen batı karşısında mağlûp duruma düştüğümüz son asırlarda, bize dînin muhtevâsı açısından da ters düşünceler fısıldadı. Din, pâ-bend-i terakkî (ilerlemeye ayak bağı) görüldü. Hâşâ «Kitâb-ı köhne»nin sahifeleri yırtılmalı ve en hakikî mürşid olan bilime uyulmalıydı!..

Batılılaşma; bizde Avrupa tahsilli bürokratların tesiriyle, Tanzîmat’la başlamıştır. Tanzîmat’ta İslâm’ın birkaç prensibi artık uygulanamaz denilerek bir kenara konulur. Taviz küçüktür fakat o kapının sonuna kadar açılması için acı bir başlangıç olmuştur. Devamında gelen ıslahat ve inkılâplarla; kıyafet, takvim, elif-bâ, kanun gibi hemen her şeyimizi batıya uyarak değiştirdik. Mehmed Âkif;

Yıkmadık bir şey bıraktık, Sâde bir şey: Âile!

diyordu, lâkin bugün o da Avrupa peşinde yıkıldı yıkılacak. Fakat şu güncelleme bir türlü bitmedi!..

Zamana ve değişime dair bir örneğimiz ve ölçeğimiz vardır: Ehl-i kitap.

Tarihî akış içinde, İslâm toplumu da ehl-i kitabın yaşadığı imtihanlardan geçecektir. Asliyetini muhafaza edenler muvaffak olacak, ehl-i kitapla aynı hataları yapanlar helâk olacaktır. Âyet-i kerîme açıkça îkaz ediyor:

“Îmân edenler (…) daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar!..

(Çünkü) onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (el-Hadîd, 16)

Bugün çok da iyi niyet gösterileri yaparak, reforma teşvik eden tarihselcilerin akıl hocaları, «yoldan çıkmış» ehl-i kitap oryantalistlerdir.1 İbretliktir ki; geçtiğimiz aylarda Papa da müslümanlara, kitaplarını tarihsel bakış açısıyla yorumlama çağrısı yapmıştır.2

Buna karşılık reformcular da, İslâm’ın mevcut ehl-i sünnet ve’l-cemaat anlayışını, «yahudileşme, hıristiyanlaşma temâyülü» göstermekle, yani orijinalden uzaklaşmakla, hurâfelerle dolu olmakla suçlarlar.

Lâkin «arınma» şeklinde gösterdikleri yol, aslî kaynaklarımızı budamayı da içine aldığı ve batı aklını hakem tuttuğu için, tam da ehl-i kitabın düştüğü hataya, tahrife çağırmaktadır.

Ehl-i kitap örneğinden alacağımız dersler:

• Bozulma, zamanın otomatik neticesi değildir.3 Sebepler vardır:

➢ Namazı (ibâdetlerin rûhunu) terk etmeleri,4

➢ Dünyaya meyletmeleri,

➢ Âhireti unutmaları,5

➢ Cihâdı ve tebliği terk etmeleri,

➢ Tâğutlara boyun eğmeleri, inkârcıları dost edinmeleri,6

➢ Cenâb-ı Hakk’ın, kendisine dönsünler diye verdiği sıkıntılarda, tam tersine şeytanın süslediği yanlışlara yönelmeleri,7

➢ Ahlâk zaafı (fâiz, rüşvet gibi haramları yemeleri, şehevâta kapılmaları),8

➢ Adâlet zaafı (ilâhî kanunları sadece fakirlere uygulamaları vs.),9

➢ Dinde aşırı gitmeleri (peygamberlerini ilâh, din adamlarını Rab yerine koymaları, peygamberlerini öldürmeleri, ruhbanlık)10 gibi kabahatler neticesinde kalpleri katılaşmıştır.

➢ Bunun neticesinde dinlerini yaşayışlarına uydurmuşlardır. Kitaplarını din adamları eliyle ve devlet adamlarının baskısıyla tahrif etmişlerdir.11

Biz tecrübeden istifade ile;

• Kalplerimizin katılaşmaması için dînin mânevî, bâtınî özünü muhafaza etmeliyiz.

• Aslî kaynaklarımıza (Kur’ân-Sünnet) teslîmiyeti, îmânın bir gereği görmeli; onlar üzerine bina edilen ahkâmı, dış telkinlerle değil, gerçek ihtiyaçlarla ve öz usûllerle teşrî ve icrâ sahasına almalıyız.

• Aslî kaynaklardan uzaklaşmış olan gelenek unsurlarını, zamanın zarûrî değişimlerine ayak uyduramayan beşerî içtihadları ve anlayışları, körü körüne müdafaa etmemeliyiz.

• Ehl-i kitabı (dalâlet ehlini ve gazaba uğramışları, batıyı, Avrupa normlarını vs.) ihyâ ve tecdidde asla model almamalıyız!..12

Zaman telâkkîmizi yerine oturtmak için Necip Fazıl’ın şu mısraları bize yol göstericidir:

Zamanı kokutanlar mürtecî diyor bana;

Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.
Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde?
Bazı geriden gelen, yüz bin devir ilerde!

(…)

Yeni çirkine mahkûm, eskisi güzellerin;
Allah kuluna hâkim, kulları heykellerin!

(…)

Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni!
Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez yeni!

___________________

1 Joseph Schacht, Abraham Geiger, Rudi Paret…

2 http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-41129169

Vatikan’ın soytarısı bize dinimizi öğretiyor!

3 Çünkü Rabbimiz, bir topluluğun nasibini -onlar hâllerini değiştirmedikçe- değiştirmez. (Bkz. el-Enfâl, 53; er-Ra‘d, 11) İslâm, kıyâmete kadar sahih şekilde sürecektir. Allah, nûrunu tamamlayacaktır. Fakat istikametten çıkan toplulukları, Allah düzgünleriyle değiştirecektir. (el-En‘âm, 133; et-Tevbe, 39; Hûd, 57; el-Enbiyâ, 11; en-Nûr, 55 vb.)

4 Meryem, 59.

5 el-A‘râf, 169;

6 en-Nisâ, 51, 60; el-Mâide, 78-81.

7 el-En‘âm, 42-43.

8 en-Nisâ, 161; el-Mâide, 62, 63; Meryem, 59.

9 Âl-i İmrân, 75; Buhârî, Enbiyâ, 54.

10 Âl-i İmrân, 64, 80; el-Mâide, 77; et-Tevbe, 31; el-Hadîd, 27; Nesâî, Hacc, 217.

11 el-Bakara, 75; en-Nisâ, 46; el-Mâide, 13.

12 Zaman telâkkîsi ve Sosyal Darwinizm üzerine: Doç. Dr. Ebubekir SİFİL: