«ALLÂHÜMMEŞFİ KALBEHÛ, VEŞFİ SEKAMEHÛ!»*

YAZAR : Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

 

Bir süredir yaptığım çalışmalar sebebiyle düzenli olarak uğradığım Hacı Selim Ağa Kütüphânesinin önündeki tahta sıraya oturmuş; güneşten istifade ederken, Osmanlı dönemindeki deniz haritalarını inceleyen emekli deniz albayı Senai Bey göründü ki uzun zamandır ortalarda yoktu:

–Hayırdır Senai Bey, ne zamandır sizleri göremiyoruz…

–Sormayın mîrim Avrupa’daydım, dünürüm önemli bir ameliyat geçirmiş de hanımla onu ziyarete gittik.

–Çok geçmiş olsun, iyilerdir inşâallah…

–Çok şükür iyiler, biz de durumdan istifade oraları dolaştık.

–E bize anlatacağınız gözlemleriniz olmuştur herhâlde.

–Vallâhi mîrim hastahânelerinde bir uygulama gördüm ki ağzım açık kaldı.

–Ne gibi Senai Bey?

–Efendim! Bir râhibe, hasta odalarını tek tek dolaşıp hastalarla konuşuyordu.

Dünürüm olan beyefendiye;

«–Nasıl bir uygulama bu, siz mâruz kaldınız mı bu sohbetlere?» diye sordum.

«–Ben müslüman olduğum için yanımdaki beyle konuştular onu izledim. Önce hıristiyan olup olmadığını, sonra konuşmak isteyip istemediğini soruyorlar. Hastaya dînî telkinlerde bulunuyorlar, duâ ediyorlar ve matbû duâ broşürleri bırakarak çıkıyorlar.» diye anlattı.

E ne diyorsunuz bu duruma mîrim?

–Bu durum bu ülkelerde uzun yıllardan beridir var Senai Bey. Hattâ her hastahânede duâ odasının yanı sıra, küçük bir kilise bile olduğunu duymuştum.

–E bizde niye yok bu uygulamalar efendim?

–Bakın Senai Bey! Her şeyden önce İslâm dîninde; sadece hasta olunduğu zaman, hastahâneye düşüldüğü zaman duâ ve ibâdet yapılmıyor. Duâ ve ibâdet; hayatımızın her döneminde, her yerinde, her gününde, her saatinde var.

Bununla birlikte bazı siyasî ve içtimâî sebeplerden ötürü hastahânelerde din görevlisi kullanılması uygulaması ihmal edilmiş, ancak son birkaç yıldır bu konuyla ilgili çalışmalar yapıldığını duydum. Özellikle bu mevzuda yetiştirilen imam efendilerin bazı pilot hastahânelerde vazifelendirildiğini işittim, şu anda hangi merhalede doğrusu ben de bilmiyorum. Ama madem konu açıldı, size bir hâtıramı anlatayım:

Bir gün tıp fakültesi hastahânesinin yoğun bakım servisinde şef olan bir ağabeyimizin ziyaretine gitmiştim. Kendisi çok çalışkan, delifişek bir insandır. Hastahâneye motosikletiyle gelir, yerinde duramaz, doğru bildiği yoldan şaşmaz, hak yolundan, adâlet yolundan da ayrılmaz.

Oturmuş sohbet ederken bu mevzu açıldı konuşmaya başladık:

–Hocam bir yerde okumuştum. İbnü’l-Arabî Hazretleri, kendisinin bir hastalığı hakkında şöyle anlatıyor:

“Hastalanmıştım. Öyle ki etrafımdakiler beni öldü sanıyorlardı. Yarı baygın hâlde yatarken, görünüşleri çirkin olan insanlar gördüm. Beni eritmek istiyorlardı. Bir de güzel kokulu kuvvetli bir adam gördüm, beni onların elinden çekip aldı, hepsini darmadağın etti. Kendisine;

«–Sen kimsin?» dedim.

«–Ben Yâsîn Sûresi’yim. Seni müdafaa ediyorum.» dedi. Bayılmam geçti ve kendime geldim. Bir de baktım ki rahmetli babam başucumda ağlayarak Yâsîn Sûresi’ni okumuş bitirmiş. Kendisine gördüğüm rüyayı anlattım.”

Yazının devamında İbnü’l-Arabî müridlerine tavsiyelerde bulunuyor; «Hasta veya ölünün yanına girildiği zaman Yâsîn Sûresi okuyunuz.» diyor, “Ölülerinize / ölmekte olan hastalarınıza Yâsîn okuyunuz.” mânâsındaki hadîsi (Bkz. Ebû Dâvûd, Cenâiz, 24; İbn-i Mâce, Cenâiz, 4) naklediyor, dedim.

Oturduğumuz yer kaptan köşkü gibi bir yerdi, dolayısıyla camların arkasından tüm servis görüldüğü gibi, önümüzdeki mikrofondan da içeriye tâlimatlar verilebiliyordu.

Hocamız her zamanki çılgınlığıyla önündeki mikrofonu birden bana uzattı;

“–Buyurun hocam, mikrofon sizin, okuyunuz!” dedi.

Şaşkınlıkla;

“–Ne okuyayım hocam?” dedim.

“–Buyurun bir Yâsîn-i şerif okuyun lütfen!” dedi.

“–Ama olur mu hocam?!.” deyince;

“–Olur olur buyurunuz lütfen!” dedi.

Mikrofonu elime alıp, yoğun bakım servisine merkezî yayınla Yâsîn-i şerif okumaya başladım, bir taraftan da servisi seyrediyorduk.

Serviste çalışan asistan dok­­torlar, anestezi teknikerleri, hemşireler; şaşırmış, bizim olduğumuz kaptan köşküne doğru bakıyorlardı.

Yâsîn-i şerîfi okuyup bitirince bir asistan oldukça heyecanlı bir şekilde, koşarak oturduğumuz odadan içeriye girdi. Nefes nefese;

“–Hocam bunu görmeliydiniz…” dedi.

“–Neyi evlâdım?”

“–Hocam; yatan hastaların çoğu kendinde olmamalarına rağmen, gözlerinden damla damla yaşlar geliyordu.”

Bu sözleri duyunca, hocamızın da benim de gözlerimiz doldu.

Bunları anlatınca bir baktım Senai Beyin de gözlerinden yaşlar geliyor.

Ardından birden Senai Bey ayağa fırladı;

“–Hayrola Senai Bey ne oldu?” deyince;

“–Hocam ben müftülüğe gidiyorum, bu işin aslını astarını öğreneceğim…” deyip çıkıp gitti.

_______________

*«Allâh’ım! Kalbine şifâ ver, hastalığına şifâ ver!»