Hak, Hürriyet ve Mes’ûliyet Bakımından KADIN

YAZAR : H. Kübra ERGİN

Fatih’te, ana caddede yürüyorum, karşı taraftan otuz-kırk kişilik bir kadın grubu geliyor. Ellerinde pankartlar var. Etraftaki insanlar gibi ben de onlara tedirgin gözlerle bakıyorum. Çünkü kılık kıyafetleri, tavırları biraz bize yabancı.

Derken içlerinden biri beni durdurup;

“Bugünün Türk kadınına seçme-seçilme hakkı verilmesinin yıl dönümü olduğu; dünyanın birçok ülkesine nazaran daha erken bu hakka kavuştuğumuz, bunun kıymetini bilmemiz gerektiği…” filân üzerine bir nutuk çekiyor. Sonra geçip gidiyorlar. İnsan ister istemez tebessüm ediyor. Sanki kadınlarımız koşa koşa siyasete girmiş…

Ülkemizde kadın hakları konusunda yapılanlar; hep böyle jakoben, dış güdümlü, kadınlarımızın canını yakan gerçek dertlere hiçbir çare üretmeyen, yapmacık ve göstermelik şeylerden ibarettir. Acaba kim soruyor kadınlara; ne istediklerini, neyi dert edindiklerini?

Bugün kadınlarımıza sorulsa; gerçek gündemlerinin, ailelerinin huzuru olduğu görülecektir. Birçok kadın;

“Kadınlar evlerinde otursun. Kocalarımız, oğullarımız iş bulamıyor. Kadın-erkek karışık çalışma şartları yüzünden yuvalar yıkılıyor. Olan yine kadınlara oluyor!” diye dertlenecektir.

Hattâ size şunu söyleyeyim: Suudî Arabistan’da yaşayan hısımlarımız var, onlardan duyuyorum. Yakında yapılması düşünülen kadınların da otomobil kullanma hakkı gibi değişiklikleri, çoğu kadın istemiyor. Çünkü aile huzurlarının bozulmasını istemiyorlar. Son zamanlarda Amerika’ya okumaya ve çalışmaya giden gençler arttıkça, boşanmaların da arttığını; otomobil direksiyonuna geçen kadınların ortalıkta dolaşması hâlinde daha da artmasından korktuklarını söylüyorlar.

Kadınların yaratılışı; maceracılığa, iddiacılığa, rekabete meyilli değildir, aksine emniyetlerini ve huzurlarını çok daha fazla önemserler. Bu da gayet anlaşılır bir şeydir. Çünkü çoluk çocuk sahibi olan bir kadın; kocasına güvenmiş, uzun bir yolculuğa çıkmıştır. Yarı yolda tek başına bırakılmak, hâliyle en çok korktuğu şeydir.

Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz;

“İnsana da, anne-babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi, onu zayıflık üzerine zayıflıkla karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: «Bana ve anne-babana şükret. Dönüş banadır.»” (Lokmân, 14) buyuruyor.

«Vehnen alâ vehnin» ifadesi; kadının zaten kendisi de zayıf olduğu hâlde, bir de yavrusunun tasasını, derdini yüklendiğini ne güzel anlatıyor. Annenin yavrusunu yüklenmesi; karnında taşımasıyla bitmez, ona olan şefkat ve düşkünlüğü sebebiyle bağlanıp kalarak, onun nâmına türlü türlü endişeleri de yüklenir. Bu yük ile yalnız bırakılmak, bir kadın için elbette en büyük korku ve kaygı sebebidir. Çünkü annelik şefkati sebebiyle o; yavrusunu bırakamaz, küçük çocuğuyla çalışıp ihtiyaçlarını karşılaması da zordur. Bunun için güçlü bir himayeye ihtiyaç duyar.

İslâm dîni; kadının gerçek ihtiyacını göz önüne alarak, kadının annelik fıtratına uygun bir düzenleme yapmıştır. Bu sebeple; kadının eşitlik ve özgürlüğünden bahsedilmez, kadının muhafazası ve himayesi için ailesindeki erkeklere mes’ûliyetler yüklenir. Kadına da düşen; bu hususta uyumlu olması, bu iyiliğin kıymetini bilmesidir.

Aslında İslâm’da «hürriyet» diye bir mefhuma pek rastlamayız. Esasen hürriyetin bir vehim olduğunu söyleyen bazı batılı filozoflar da olmuştur. Meselâ Spinoza’nın şöyle bir sözü vardır:

“Havaya atılan taşın insanınki gibi bir zihni olsaydı, kendi iradesiyle yere düştüğünü zannederdi.”

İnsan da diğer mahlûkat gibi; çeşitli duygu, arzu, ihtiyaç, korku ve endişe gibi sâiklerle hareket eder. Ancak Allâh’ın verdiği akıl ve irade ile kendisine biraz daha fazla hâkim olabilir. Aklını ve iradesini doğru şekilde kullanmak için de hidâyete yani rehberliğe ihtiyaç duyar. Çünkü beşerî akıl da ancak kendisine «doğru/yanlış» diye öğretilmiş değerlerle bir kanaate varabilir.

Bu sebeple İslâm’da erkek olsun, kadın olsun hiç kimse başıboş mânâsında hür değildir; ancak önüne gelen tercih şıklarından birini seçme hakkına sahiptir. Bu hakkını da yine kulluk mes’ûliyetiyle kullanması gerekir, çünkü sonunda hesaba çekilecektir.

Bu umumî manzaranın yanı sıra kadının ayrıca daha fazla güvenlik meselesi olduğu için, mes’ûliyetleri de hakları da kendi yaratılışına uygun olarak düzenlenmiştir. Kadının cinsî yönden edilgen, fizikî açıdan zayıf, duygu bakımından etkilenir ve sosyal açıdan lâfa-söze gelir bir yapısı vardır. Bu, dünyanın neresine giderseniz gidin, değiştiremeyeceğiniz bir realitedir.

İşte İslâm dîni; insanın imtihanı îcabı olan bu vâkıaya uygun bir hukuk ve ahlâk sistemi vaz etmiş, buna uygun davranan kadın ve erkeklerin sevap kazanacaklarını bildirmiştir. Şimdiye kadar İslâm’ın ortaya koyduğu düzenden daha iyi bir düzen de kurulabilmiş değildir.

Müşahhas bir örnek üzerinden anlatmak için, yaşanmış bir hikâyeyi nakletmek istiyorum:

Zamanımızda internet sayesinde bazen normal şartlarda hiç karşılaşmayacağınız kişilerle tanışma imkânına kavuşabiliyorsunuz. Bana e-posta yazarak hikâyesini anlatan bu hanım da kendi çevremde benzerine rastlamadığım bir hayat hikâyesi anlattı.

Bu hanımın anlattığına göre, memur bir baba ile ev hanımı bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Ama babasının başta alkol olmak üzere kötü alışkanlıkları varmış. Eve sarhoş vaziyette gelir, mes’ûliyetleriyle ilgilenmez, hanımı bir şey diyecek olsa üstüne bir de dövermiş. Bazen ablası araya girer, o da dayaktan nasibini alırmış. Şöyle anlatıyor:

“Annem, ablama ve bana hep şöyle derdi: «Ben bu evde sadece sizin için duruyorum. Siz okuyun, diploma sahibi olun da benim bu hâlime düşmeyin!»”

Dediği gibi yaptık, okuduk. Ben turizm üzerine okudum. Okulda tanıştığım bir erkek arkadaşımla birlikte organizasyon şirketi kurduk. Çok çalışıyordum. O kadar ki bazen günler geçerdi, uyuduğum tek uyku; havaalanlarında, otel lobilerinde birkaç saat kestirmeden ibaret olurdu.

Hep;

“Para biriktireceğiz, sonra evleneceğiz.” diye düşünüyordum. Ama başka bir kadınla münasebeti olduğunu öğrendim ve çok yıkıldım. Tabiî ki ayrılmak istedim. Ama şirketin içini boşaltmış. Ben ona çok güvenmiştim, hiç böyle bir şey beklemiyordum. Onca yıllık emeğim boşa gitti. Depresyona girdim. Ablam sayesinde kendimi toparladım. Şimdi iyi bir adamla evlendim, mutluyum. Ama şimdi de çocuğum olmuyor…”

Bu duyduğum tek hikâye değil; çok çalışmaktan, stresten, aşırı diyet yapmaktan, travma yaşamaktan dolayı ânîden çocuktan kesilen başka hanımlar da var, bana hikâyelerini anlattılar. Sadece birini tarihe not düşmek için yazıyorum.

Allah -Zülcelâl-; kadını, âciz bir bebeğe fedâkârca, şefkatle bakacak şekilde, çok duygulu, hassas, bağlılık duyan, meveddet ve merhamet dolu olarak yaratmış. Bu sebeple kadın ve kızların; dış dünyada, onu sû-i istimal edebilecek kişilerin insafına bırakılmaması gerekiyor. İslâm dîni; aile reislerine, kavvam* olma vazifesi yüklemiş ki, himayesi altındaki kadın ve kızları böyle sû-i istimallere karşı korusun.

Bana yardım istemeye gelen kadınlara soruyorum;

“–Bu adam sana nasıl bu kadar kötü davranabilir? Ailenden filân çekinmiyor mu?” diyorum.

“–Ben kaçarak evlendim, baba evine o yüzden dönemiyorum. O da bunu biliyor.” diyor.

“–Niye kaçtın?” diye soruyorum;

“–Acıdım, beni çok seviyordu. «Kendimi öldürürüm!» diyordu.” diye cevap veriyor.

İşte İslâm dîni; kadının bu fıtratını göz önüne alarak, aile içinde muhafaza olmasına önem vermiş.

Hemen her gün sabahtan akşama kadar kadın trajedileri anlatılıyor. Gündüz kuşaklarından akşam haberlerine kadar her yerde; kadın cinayetleri, tâcizler, istismarlar vs… Dikkat ederseniz çoğu, kadının hissî yapısından kaynaklanıyor. Meselâ; akademik kariyer sahibi bir kadın bile, sabıkalı bir adamla münasebet kurabiliyor, bilmeden. Sonunda da kadın cinayeti haberi oluyor.

Kadına şiddet vak‘alarını ger­çekten engellemek istiyorsak; önceliği kadınların güvenliğine, huzuruna, aslî vazifesini yapabilecek bir himaye bulmasına ve ev huzurunun devamlılığına vermek gerekiyor.

Elbette kadın ve kızların da bu himayeye güven duyması için, aile reislerinin hikâyedeki alkolik baba gibi olmaması, gerçekten güven vermesi gerekiyor.

Bir gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklerseniz, sonrakiler de yanlış gider. Bu sebeple çare, en baştan doğru iliklemek.

“Madem erkekler artık güven vermiyor, öyleyse kadınlar başının çaresine baksın…” demek, de;

“Nasıl olsa o yanlış oldu, bu da olsun!” demek gibi bir şey… Ve hiçbir zaman çare olmuyor.

_______________

* Nisâ Sûresi 34’üncü âyette geçen ifade: “Erkekler, kadınlar üzerine kavvâm / idareci ve hâkimdirler…”