ÜSKÜDAR, BİR BEYEFENDİSİNİ YİTİRDİ

YAZAR : Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ harunogmus@gmail.com

90’lı yıllardan beri şiirlerinden tanırdım. Dergimiz neşredilmeye başladığında dergi binasında verilen bir yemek vesilesiyle tanıştık. 13 yıl olmuş. Hâlbuki daha dün gibi… Geçtiğimiz ay geçirdiği bir kalp krizi ile aramızdan ayrılan değerli şair ve gönül insanı Memduh CUMHUR’dan bahsediyorum. TRT’de ses sanatçısıyken istifa eden ve Üsküdar’ın merkezinde bir eczane işleten Memduh Bey, çok hoşsohbet bir zâttı. Cumhuriyet Caddesi’nin Üsküdar Meydanı’ndan Bağlarbaşı’na çıktığı noktada bulunan eczanesi bir tekke gibiydi. Hayatın keşmekeşinden sıkılıp şiir ikliminde biraz soluklanmak; bir gazel, bir rubâî dinlemek, kızdığı kimselere karşı içini serinletmek için bir hiciv kıt‘ası duymak isteyen kimseler, eski bir şair veya bestekârın mezarını arayan meraklılar buraya uğrardı. Yolum Üsküdar’a düştükçe meşgul etmekten endişe etsem de çoğu zaman uğramadan edemezdim. İstanbul’dan ayrıldıktan sonra; hâliyle uğrak verme imkânım azalmasına rağmen her gittiğimde boş dönmemiş, mutlaka ya ziyaretine gelmiş bir kültür insanını tanımış veya bir şiirini dinlemişimdir.

Memduh Bey genellikle gazel ve rubâî söylerdi. Güzel hamâsî şiirleri de vardır. Türklerin Orta Asya steplerinden çıkıp batıya doğru yürüyüşlerini, İstanbul’a ulaşmak emeliyle Anadolu’yu yurt tutuşlarını anlatan Malazgirt’in İlk Işıkları şiiri bunlardan biridir:

Bir şafak vakti ordular coşarak,
Çıktılar Orta Asya’dan sefere!
Yüce dağlardan atlayıp koşarak,
Doludizgin ulaştılar zafere!
Bir vatan bahşeden o kutlu zafer,
Bizi sevk eylemişti çok seneler,
Nice uçsuz bucaksız ülkelere…

Elde tuğlarla toplanıp yer yer,
Altın oklarla, nurlu yaylarla.
Tâ ezelden hazırlanan erler,
Gittiler haftalarla, aylarla.
Bir seher vakti türkü dinlemeden,
Kızılırmak’ta hiç serinlemeden,
Yedi kat Arş’a dek alaylarla…

O kılıçlar ki girmemiş kınına,
Kaç asır ihtişamlı hâliyle.
Bayrak olmuş şehidlerin kanına,
Gökler akseyleyip hilâliyle.
Kaldırıp şâha şimşek atlarını,
O sabah açtılar kanatlarını,
Zümrüt İstanbul’un hayâliyle…

Zaferin gördük ihtişâmında,
Biz Malazgirt’in ilk ışıklarını.
Her zafer bir vatan merâmında,
O zaferler ki beklemez yarını.
Bir vatan bahşeden zaferle hürüz,
Vatan ufkunda haşre dek görürüz,
Biz Malazgirt’in ilk ışıklarını…

Ne kadar güzel değil mi? Yahya Kemal’in ses ve üslûbunu hissettiren bu şiirlerin, yine aynı sadâyı duyuran gazel ve rubâîlerin edebiyat münekkitlerince objektif olarak ele alınıp değerlendirilmesi gerekir.

Memduh Bey aynı zamanda iyi bir heccav idi. Hiciv, yerilen kişiyi kırması ve insanların arasını açması gibi nâhoş neticeler verebilen bir tür olduğu için pek tercih edilmez. Bu sebeple eşi hanımefendi, Memduh Beye hiciv söylemesini yasaklamıştı. Rahmetli; bu hususu, çok iyi kullandığı sosyal medya hesabında yaptığı son paylaşımlarının birinde, karşılaştığı bir kısım olumsuzlukları tenkit edememenin acısını beyan sadedinde yazmıştı. Ancak hemen belirtelim ki, Memduh Beyin yasak öncesi söylediği hicivler; kuyruk acısından, yani şahsî menfaatinin haleldâr olmasından kaynaklanmıyordu. Bilâkis âmmeyle ilgili hak ve adâlete ters durumları, hususiyle din hakkında lâubâlî konuşan kişileri hedef alıyordu. Bunlar ise «mahalline masruf olduğu için sevap» kabîlinden olan sözlerdi. Meselâ daha önce mecmûamızda da neşredilmiş olan bir dörtlüğünde şöyle diyor:

Bir devr-i Süleyman yaşadık mel‘anetiyle,
Mümkün olamaz şerrini dünyâda telâfî.
İslâm’da nifâk üstüne tez yazmak abestir,
Koy resm-i Süleymân’ı kitâb üstüne kâfî…

Memduh Bey; şiir ve sanatın yanı sıra, ilmî çalışmaları da takip ederdi. YÖK’ün tezlere ulaşımı henüz engellemediği dönemlerde; kendisine uğradığım bir gün söz açılmış, ilâhiyat da dâhil olmak üzere edebiyat, tarih vb. değişik sahalardaki birçok çalışmayı PDF hâlinde topladığını söylemişti. Son karşılaşmalarımızdan birinde; o akşam Yeni Vâlide Camii’nin doğu tarafına düşen Balaban Tekkesi’nde düzenlenecek bir programda konuşacağını söylemiş, beni de davet etmişti. Ne var ki; benim İstanbul’daki zamanım çok kısa olduğu için, ondan ayrıldıktan sonra gittiğim yerlerde işlerim uzadı ve katılmaya niyet ettiğim o programa geç kaldım. Tekke’ye vardığımda program çoktan bitmiş, katılımcılar dağılmış, Memduh Bey de çıkmıştı. Görüşemedik.

Bu vesileyle talihin garip bir cilvesini de burada kaydetmeden geçmeyeyim: Son günlerde söylediğim bir rubâîde Sultantepe’nin ismini anmıştım. Memduh Bey orada ikāmet ettiği için rubâîyi ona ithaf etmek düşüncesi aklıma geldi. Sürpriz olsun diye mecmûamızda neşredilmeden kendisini haberdar etmek istemediğim rubâî şu idi:

Bastırdı kış âniden, vedâ vakti yaza,
Teşrinlere girmeden tutulduk ayaza.
Derdim yeni bir bahardır ömrün kalanı,
Sultantepe’den bakıp duraydım Boğaz’a.

Takdire bakınız ki, ben rubâîyi tamamladıktan bir gün sonra vefat haberi geldi. Yani benim rubâîyi tamamlayıp ithaf düşüncesini zihnimden geçirmemle Memduh Beyin vefatı aynı akşama muvâfık düşmüştü. Çünkü ben vefatını Cumartesi gün öğleye doğru aldım. Herkes gibi zaman zaman hayatın değişik hâllerinden yakınan rahmetlinin; “Sultantepe’de yaşayan, ömrünün baharını yaşar.” şeklindeki fikrime katılıp katılmadığını öğrenmek kısmet değilmiş!

Memduh Beyin vefatıyla Üsküdar’dan çok şey eksildi. Çalıştırdığı Selman Eczanesi, muhtemelen yerinde duracak. Meydana indiğimizde veya Eminönü’nden iskeleye çıktığımızda uğrayıp selâm vermek iştiyâkı da yüreğimizde duracak. Ancak ne yazık ki; oraya uğrasak bile, artık bu dünyada ona selâm vermeye imkân olmayacak. «Huzûr içinde alıp verdiğim nefes gibisin» misillû sehl-i mümtenîye örnek verilecek mısralara vücut veren, birçok şiiri rahmetli Cinuçen TANRIKORUR tarafından bestelenmiş olan değerli şair ve gönül insanı Memduh CUMHUR’a Allah’tan rahmet diliyorum. Nûr içinde yatsın! Onu tanımamıza vesile olan Yüzakı Dergisi’ne ve câmiasına hayırlı hizmetler nasip etsin!