“NÛN! KALEME ve YAZDIKLARINA AND OLSUN Kİ…” (el-Kalem, 1)

YAZAR : Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

İnsana hitap eden her fikir, her düşünce, her inanç; insanın nereden geldiğini ve nereye gitmekte olduğuna dair temel sorulara cevap vermek zorundadır. İnsan; başkalarını iknâ etmek, kendi safına çekmek ve bu sorulara cevap vermek için yazı, resim ve ses olmak üzere üç temel vasıta kullanmıştır.

İnsanlara ulaşmak için kullanılan bu üç vasıtanın, müslümanlar tarafından kullanımı hususunda şöyle bir değerlendirme yapacak olursak; inancımız ve medeniyetimizin yazı medeniyeti olması münasebetiyle bu aracı bugüne kadar çok etkili ve iyi kullandığımızı söyleyebiliriz. Hâlen okumakta olduğumuz kaynak kitapların ve kütüphanelerimizi dolduran kadîm eserlerin çokluğuna bakarak bunu söylememiz mümkün.

Müslümanlar yazıyı sadece kitaplarda kullanmamış, geçmişte günlük gazete ve dergilerle bu alanın hakkını vermişlerdir. Kanun ile getirilen yasaklar ve engeller bu yolda yürüyenleri yıldırmamış, aksine azimlerini artırmış ve bir neslin ihtiyaçlarını böylece karşılamışlardır. Ancak; bu kaynak ve aracın kastî olarak değiştirilen mecrâsı sebebiyle, geçmişimizle olan irtibatımız akāmete uğramış ve maalesef yüz yıl önce yazılan eserleri okuyamaz hâle gelmişiz. Böylesi bir vâkıa da maalesef karşımızda durmaktadır.

Bugüne geldiğimizde; gerek geçmişimizle olan irtibat kopması ve gerekse yeni neslin taleplerinin değişmesi sonucu, yazı ile ilgili alanda ciddî sıkıntılar olduğunu görmekteyiz. Dün yasaklar ile uğraşanların, bugün ortaya koyduğu eserlere bakınca, önemli bir kalite problemi ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.

Kitap neşriyâtı hususunda, güzel gelişmelerin olması bu alandaki sevincimizi artırıyor. Ancak, bu alanın tabiî denetim mekanizması olan, kaliteli okuyucu kitlesinin azlığı; bu alanı sû-i istimallere açık hâle getirmektedir. Bu alanda, özellikle İslâmî câmianın genç kesimine hitap eden kitapların çeşidine baktığımız zaman; temel eserler ve fikir kitaplarının revaç görmemesi, bunun yerine romantik akıma hitap eden, gerek roman gerekse dînî muhtevâlı şahsiyet gelişimi kitaplarının, üst raflarda ve en çok satanlar listesinde olmasını önemli bir problem olarak görüyorum.

Bir süre önce; bu türden kitaplardan birinde karşılaştığım bazı hatalar üzerine, kitabı yazan şahıs hakkında biraz araştırma yapınca, bu şahsın; temel İslâmî mefhumlardan bile bîhaber olduğunu gerek aile hayatı gerekse meslek hayatında İslâmî ölçüler ile örtüşmeyen bir hayat tarzı olduğunu görmüştüm. Esas enteresan olan; bu şahsın İslâmî bilgisinin yetersiz olmasına rağmen, bu tür kitaplar yazması, yazdığı kitap serisinin de çok satanlar listesinde, en üst sıralarda olduğunu görmemizdir.

«Temel İslâmî bilgilerden uzak» deyişimiz garip gelmesin. Zira şahsın namaz kılarken; «ettehiyyâtü sûresini(!)» okuduğunu, namazı anlatırken de hâşâ sağ tarafta Allah Teâlâ’nın sol tarafta ise Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in olduğunu söyleme gafletinde bulunması hayretimizi artırmıştı.

Kitaplarında bunun gibi birçok çam devirmesine rağmen, hâlâ kitap yazmaya devam etmesi bir yana, yazdığı seri kitapların ve buna benzer başka kitapların da çok satanlar listesinde, üst sıralarda olması başka bir garâbeti gündeme getiriyor. Bu hâdiseden şöyle bir istidlâl yaparsak; memleketimizde şuurlu bir okuyucu kitlesinin olmadığını, kalitesiz okuyucu kitlesinin kalitesiz yazar gerçeğini de beraberinde ortaya çıkardığını söylememiz yerinde olacaktır.

Şükür ki; bunca olumsuzluğun arasında, gönüllerimize su serpen, bizleri ferahlatan, derdi olan yayın evleri ve dertli mütefekkir/yazarlarımız var da çoraklaşan bu alanın sulanmasına yardım ediyorlar. Yazı ile ilgili çok uzun mülâhazalar serd etmek mümkün, ancak diğer alanlara dair de söyleyecek sözlerimizin olması hasebiyle, bu mevzuya burada nihayet verelim. Zira asıl yaramız geride!

Doksanlı yıllarda hayatımıza giren özel radyo ve televizyonculuk sistemi ile geniş topluluklara sesli ve görüntülü olarak ulaşmak ve değerlerimizi onlara anlatma imkânlarına ulaştık. İlk yıllarda hakikaten çok kaliteli işler yapılmasına rağmen; sonraları ya sayılarının çoğalması ve belli hassâsiyetlerin zedelenmesi veya maddî kaygıların ön plâna çıkması sebebiyle, bu alanda da sıkıntılar yaşanmaya başlandı.

Satırlarda bulunan bilgileri, sadırlardan geçirip önce kulaklara ve gözlere, sonra gönüllere ulaştıran bu imkânlar; özellikle evlerinde zamanlarını geçiren hanım kardeşlerimizin çokça faydalandığı bir alan oldu. Bir şeyin ilk yapılanı kıymetli olduğu için, samimî niyetlerle başlayan bu yolculuk güzel neticeler verdi. Ancak belli bir süre sonra; kemalden zevâle doğru yön değiştirdi. Eskiden çok kaliteli yayın yapan radyo frekanslarının bazılarında, şimdilerde «duâ satılıyor» olması ve canlı yayınlarına bayanların dâhil edilmesi bu zevâlin en bariz örneklerinden birkaç tanesi.

Asıl yaranın sonda olduğunu söylememiz boşuna değil elbette. Zira en fazla etkilendiğimiz, hattâ dibe vurduğumuz alan burası. İslâmî televizyon vâkıasını başlatan, kendi inançlarını ve değerlerini savunması için imkânları seferber eden, ellerindeki en küçük birikimlerini dahî bağışlayan müslümanların niyetleri ile bu müesseselerin içinde bulunduğu durum maalesef tezat arz ediyor.

Kendilerini destekleyen insanların hassâsiyetlerini gözetmesi gereken bu televizyonların veya radyoların hâlini görünce, yüreğimiz burkuluyor. Zira dâvâ adına hareket etmesi gereken bu kurumların; sahip olması gereken hassâsiyetlerini bırakıp, maddî kaygılar ve birtakım mülâhazalarla diğerlerine(!) benzemeye çalışması, ibretâmiz bir durum doğrusu.

Bu mevzuda daha geniş tenkitler sıralanabilir. Ancak okuyucunun aklına; «Bardağın hep boş tarafından bakıyorsunuz!» gibi bir serzeniş gelebilir. Bunun için neden eksikleri veya hataları yazdığımız mevzuunda meramımızı da açıklamak durumundayız:

İslâm’ın içinde kötülük yoktur ve İslâm’ın dışında da güzellik yoktur. Ne ki güzeldir, İslâm’ın içinde vardır. İslâm her hususta yapılan işin en güzelini yapmayı emreder.

Allah Teâla Kur’ân-ı Kerim’de;

“Yaptığınızı güzel yapın; Allah (işini) güzel yapanları sever.” (el-Bakara, 195) buyuruyor.

Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde;

“Allah Teâlâ; bir iş yaptığınız zaman, onu sağlam ve güzel yapmanızı sever.” (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, 4/334) buyuruyor.

Müslüman yaptığı her işte kaliteye ve estetiğe önem vermeli, yaptığı eksik işin ve davranışın kendisi ile birlikte mensup olduğu inanca ve câmiaya da eksiklik izâfe edilmesine sebep olacağını düşünmelidir. Yazımızın mevzuu alanlar; insanların her an gözü önünde olduğu için, bu aksaklık ve problemlerin en aza indirilmesi, inancımız açısından bir mecburiyettir. Zira bu alanda yaşanan müsbet davranışlar; insanların hidâyetine bile sebep olabilirken, yine yaşanan eksiklikler herhangi bir insanın inancından soğumasına sebep olabilmektedir. Unutmayalım:

“Müslüman kaliteye mecbur olandır.”

İnancımızın ve medeniyetimizin, yazı medeniyeti olduğunu söylemiştik. Bizlere bu mîrâsı bırakan insanlar; bizler gibi «rahat» davransa ve kaliteli işler çıkarmasa, biz bugün hangi eserleri, hangi kaynakları okuyacaktık. Mevlâ’ya şükürler olsun ki böyle bir mîrâsa sahibiz. Tek yapmamız gereken; yeni eserler veremiyorsak bile bu mîrâsı bizden sonrakilerin anlayacağı şekle getirmek, gerek tercüme yoluyla gerek lisan öğrenmeye teşvik ederek gelecek nesillere taşımak olacaktır.

Bugün, tarihî kütüphanelerimizde; gün ışığına çıkmayı ve satırlardan, sadırlara taşınmayı bekleyen nice bilgiler ve eserler bizleri bekliyor.

Mevlâ Teâla bizleri; yaptığını en iyi yapan ve örnek olanlardan, örnek alınacak eserler ile gelecek nesillere ışık tutanlardan eylesin…