ARA, BUL, YETİŞTİR!

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Şeyh el-Arabî ed-Darkāvî, on üçüncü asırda Şeyh Ebu’l-Hasan eş-Şâzilî’nin kurduğu Şâziliyye’nin Fas kolu olan Darkāvî tarîkatının kurucusudur.

Darkāvî, Şâzelî şeyhi Ebu’l-Mehâmid Sîdî el-Arabî el-Endülûsî’nin halîfesi olan Ali bin Abdurrahman el-Cemâl’in en meşhur halîfesidir.

Şeyh ed-Darkāvî, 1779’da mânevî irşâda başladı. Müridleri Fas, Cezayir ve diğer bölgelerde kısa sürede büyük artış gösterdi. Onlara tarîkat âdâb ve erkânını tarif ederek müridler arasında birliği sağladı ve bundan sonra bu tarîkat kendi adıyla anılmaya başladı.

Şeyh Darkāvî’nin başlangıçta Fas Sultanı Süleyman el-Mevlâ ile arası çok iyi olmasına rağmen; tarîkat hızla gelişerek sarayda bile yaygınlaşınca, sultanın şeyhe karşı tavrı değişti ve şeyh tutuklandı.

Şeyh ed-Darkāvî, 1823 yılında vefat etti. Vefatından sonra Darkāvî’ye, oğlu Mulay et-Tayyib ed-Darkāvî halef oldu.

***

Darkāvî anlatıyor:

“Üstâdım beni bir kabîleye gönderiyordu. Dedim ki;

«–Gittiğim yerde mânevî sohbetler yapıp hasbihâl edebileceğim hissiyatlı bir kimse yok. Çok sığ bir yer. İnsanlar nâdan ve perişan. Orada gafiller içinde yapayalnız kalacağım.»

Bana üstâdımın cevabı şöyle oldu:

«–Muhtaç olduğun insanı kendin doğuracaksın! (Kendin arayıp, bulup, yetiştireceksin.)»”

MERHAMETLİ BİR GÖNÜL MANZARASI

Sultan I. Abdülhamid Han, 20 Mart 1725’te Topkapı Sarayı’nda dünyaya geldi. Zamanın büyük âlimlerinden ders aldı. Akıllı, kıvrak zekâlı, ileri görüşlü, gayretli bir civanmertti. 1774’te III. Mustafa vefat edince Abdülhamid tahta çıktı.

Allah Rasûlü’ne ve ehl-i beyte cân-ı gönülden bağlı idi. Şam’ın Kadem köyüne bir ferman göndererek oradaki kadem-i şerîfi baş üstünde İstanbul’a kadar getirtti. Bu kadem-i şerif hâlen türbesindedir.

I. Abdülhamid Han, 7 Nisan 1789 tarihinde vefat etti. Kabri, Eminönü Bahçekapı’daki türbesindedir.

***

6 Nisan 1789 günü Sadrazam Koca Yûsuf Paşa’dan bir mektup geldiğini öğrenen padişah, çok heyecanlandı. Ayakta bekliyor, bir an önce açılıp okunmasını arzu ediyordu. Lalası;

“–Destur buyurursanız Hünkârım, sadâret kāimesini (raporunu) okumak dileriz!” dedi.

Padişah;

“–Tez okuyasın Lala! Seni dinliyoruz…” diye emretti. Lala mektubu okumaya başladı;

“–…Üzülerek arza cür’et eyleriz ki, Karadeniz’in kuzey ucundaki Özi kalemiz sukût etmiş, düşmüştür. Potemkin nâmındaki Moskof prensi; kaledeki mevcut yirmi beş bin müslümanı bilâ-istisnâ katleylemiş, çocuk, yaşlı, hamile, emzikli demeden cümlesini şehîd eylemiştir!..” Bu cümleler okunurken vatanperver padişahın merhametli ve müşfik kalbi acıyla burkuldu;

“–Bre nâmertler!.. Bre mel‘unlar!..” dedi. Lalanın mektuba devam ettiği esnada padişah bu acıya daha fazla dayanamadı ve olduğu yere yığıldı. Nüzul, felç olan padişaha sarayın hekimleri derhâl müdahale ettiyse de sultan o gece sabaha karşı vefat eyledi. (Netâyicü’l-Vukûât, c. III-IV, s. 178)

Bu manzara; merhametli bir mü’minin gönül âlemini yansıtan bir ayna, ümmetin derdiyle dertlenen örnek bir şahsiyetin zirve bir misalidir. Nitekim Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu hususta;

“Mü’minlerin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir.” (Hâkim, IV, 352; Heysemî, I, 87) buyurur.

EY GENÇ! ECDÂDINI İYİ TANI!

Ünlü Türk denizci Barbaros Hayreddin Paşa, 1478 yılında doğdu. Asıl adı Hızır’dır. Gençken ağabeyi Oruç Reis’le birlikte ticaret yaptı. Gemilerinin sayısı günden güne arttı, akınları İtalya kıyılarına kadar uzandı.

Cezayir’in Osmanlı’ya ilhâkıyla birlikte Hızır Reis de «Hayreddin Paşa» olarak anılmaya başlandı.

Kanunî Sultan Süleyman, donanma kumandanlığına getirmek için Barbaros’u İstanbul’a çağırdı. 28 Aralık 1533 günü padişah tarafından kabul edildi.

Kaptan Paşalığa getirildikten sonra Doğu Akdeniz’de üstünlük sağlayan Hayreddin Paşa, «Preveze Deniz Zaferi»yle bu hâkimiyetini orta Akdeniz’e ilerletti.

Barbaros Hayreddin Paşa, 5 Temmuz 1546’da vefat etti. Kabri, Beşiktaş’taki türbededir.

***

Hollanda’nın Leiden şehrinde beş katlı belediye binasının tepesinde Barbaros Hayreddin Paşa’nın heykeli bulunmaktadır. Heykelin hemen alt kısmında da «IN DEN VERGULDEN TURK» yani «ALTIN TÜRK’ÜN HÂTIRASINA» yazılıdır. Sebebine gelince;

1510-1518 yıllarında kara ticaretinde ilerleyemeyen ve deniz ticareti sahasında ilerlemek zorunda olan Hollandalılar, büyük gemiler yaparlar ve denize açılmak isterler. Fakat bu arada Portekizlilerin taarruzları ile karşı karşıya kalırlar. Öyle ki tek ticarî yol olan deniz yolu onlara kapanır. Bu durumda çevre ülkelerden yardım istemek yerine Osmanlı’ya müracaat ederler.

Yavuz Sultan Selim Han, Barbaros Hayreddin Paşa’ya Hollandalıları kurtarmasını söyler. Barbaros Hayreddin Paşa, daha gemilerinin istikametini çevirmeden hemen Portekizliler haber uçurur.

Bundan sonra Hollanda’ya karşı düşmanca hareketlerde bulunmayacaklardır.

Hollandalılar, bunun üzerine Yavuz’un büyük bir resmini ve Barbaros’un da heykelini yaparlar. Âkif’in beytini hatırlamamak mümkün mü?

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz dünyâya milliyyet nedir öğretmişiz!

GELİŞMİŞ MAYDANOZ

Seyyid Ahmed ARVÂSÎ, 15 Şubat 1932’de Ağrı/Doğubeyazıt’ta doğdu. Aile, bulundukları köyün ismine izâfeten Arvâsîler olarak anılır. Soyadı kanunu çıktıktan sonra; aile, Arvâsî soyadını aldı. Babası, yörede ilmi ve fazîletiyle mâruf, memuriyetten emekli Abdülhakim Efendi’dir.

Seyyid Ahmed, 1952 yılında Erzurum Öğretmen Okulu’ndan mezun olduktan sonra bir müddet ilkokul öğretmenliği yaptı. Daha sonra tahsiline Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümünde devam etti. Buradan da mezun olunca Türkiye’nin belli şehirlerinde eğitim enstitülerinde hocalık yaptı. Türk-İslâm ülküsü adı verilen siyasî anlayışın mimarlarındandır.

1979 yılında emekli olan Arvâsî Hoca, 31 Aralık 1988 tarihinde İstanbul Erenköy’deki evinde vefat etti. Kabri, Edirnekapı’dadır.

***

Öğrencilerinden biri Seyyid Ahmed ARVÂSÎ’ye;

“–Hocam; «İnsan, maymunun gelişmiş şeklidir.» diyorlar. Ne dersiniz?” diye sorar. Seyyid Ahmed ARVÂSÎ ise;

“–O mantığa göre, çınar ağacı da maydanozun gelişmiş şeklidir.” cevabını verir.