SEVGİ MİRASI

YAZAR : H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

“Demir tavında dövülür.” diye bir atasözümüz vardır. Mânâsı;

“Her iş için uygun bir zaman vardır. O zaman gelmeden de yapılamaz, o zamanı kaçırırsan da yapılamaz. Uygun zamanı gözetmelisin yoksa fırsat kaçtıktan sonra pişman olursun.” demektir. Batılılar da benzer mânâda;

“Timing is everything.” Yani; “Zamanlama her şeydir.” diyorlar.

Tav kelimesi tam da bu mânâyı anlatır. Yani bir işin kolaylıkla ve verimli bir şekilde yapılabilmesi için «doğru zamanı» ifade eder. Demircilik mesleğinde, demirin çekiçle dövülüp işlenebilmesi için belli bir dereceye kadar ısınıp yumuşaması sağlanır. O zaman istenen şekli alabilir. Eğer tavına geldiği hâlde, şekil vermez kendi hâline bırakırsan; demir soğur, fırsat elden kaçmış olur.

Tavını gözetmek hemen her konuda mühimdir ama bilhassa çocuk terbiyesinde çok daha ehemmiyetlidir. Çocuğun verilen bir eğitimden fayda görebilmesi için belli bir idrak seviyesine erişmesi gereklidir. Çok küçük yaşta iken anlayamayacağı mefhumları belletmek, oyun çağında olduğu hâlde ağır disiplin uygulamak; fıtratına ters olur ve böyle zamansız bir eğitim, çocuğun zorlanmasına, kendini kötü hissetmesine, eğiticiden nefret duymasına ve eğitimi verilen şey her neyse ondan usanarak yüz çevirmesine sebep olur.

İmam Gazâlî -rahmetullâhi aleyh-, çocukların mânevî ve ahlâkî terbiyesi sahasındaki çok kıymetli eserinde, çocuk terbiyesinin yaşa uygun olması gerektiğinden bahsederek;

“Çocuğu daima oyundan men etmek ve hep öğrenmeye mecbur tutmak çocuğun kalbini öldürür, zekâsını dumûra uğratır. Hayatını altüst eder. Hattâ çocuk böyle bir sıkılıktan kurtulmak için, ilmi terk etmek ister ve çeşitli hileli yolları denemeye mecbur olur.” demektedir.

Diğer yandan çocuğa gerekli eğitim ve terbiye verilmeyip, o kendi hâline bırakılırsa; o elbette, çeşitli tesirlerin altında kalarak ve bilhassa nefsine hoş gelen telkinlere uyarak bir şekil alır. Terbiye çağı geçtikten sonra da o eğitimi geriye döndürmek zorlaşır. Çünkü nefis; canının istediği gibi yaşamaya alışmıştır, kaidelerle sınırlanmak istemez.

İmam Gazâlî bu hususa şöyle dikkat çekiyor:

“Çocukta aklı erme alâmetleri görüldüğü zaman, onu güzelce yetiştirmek gerekir. Bunun ilk alâmeti, hayâ duygusunun belirmesidir. Çocuk; utanarak bir kısım fiilleri terk etmeye başlamışsa, aklın nûru onun üzerinde doğmuş demektir. Bu, Allah Teâlâ’nın çocuğa vermiş olduğu bir hediyedir. Bu durum; çocuğun ahlâkının olgunluğa döndüğünü, kalbinin saflığa kavuştuğunu gösterir ve çocuğun bülûğ çağında aklının kemâle ereceğini de müjdeler. Bu bakımdan utangaç bir çocuğu başıboş bırakmak uygun değildir. Aksine ona utanması ve utanmaması gereken şeyleri öğretmek sûretiyle onun edebine yardım etmelidir.”

Elbette İmam Gazâlî’nin yaşadığı çağda değiliz. Bu zamanda çocuklarımız, çok küçük yaştan itibaren hayâ ve edep hassâsiyetlerini kaybetmeye sebep olan tesirlere maruz kalmaktadır. Evimizin içinde bir nebze olsun koruyabilsek bile, hiçbirimiz çocuklarımızı tamamen muhafaza edemiyoruz. İmam Gazâlî Hazretleri, kendi çağının şartlarındaki ifsad edici tesirlere;

“Çocuk, hayâsızlığı öven şiirlerden ve şarkılardan uzak tutulmalıdır. Çünkü böyle bir edebiyat, çocuğun kalbinde fesat tohumlarını geliştirir.” sözleriyle dikkat çekmiş.

İmam Gazâlî’nin zamanında, bir çocuğu ahlâksız şarkıların söylendiği mekânlardan korumak nisbeten kolaydı. Günümüzde ise evlerin baş köşesinde televizyonlar, her köşe başında reklâm afişleri, vitrinlerde sergilenen manzaralar ve sokaklara kadar taşan sesler, görüntüler… Kısacası bu zamanda, çocuğu tam mânâsıyla korumak için bütün bunlardan uzak tutmak gerekmektedir. Bu mümkün değilse; bunların yanlış olduğunu dile getirip, onlara benzemekten sakındırmaya çalışmalıdır.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in özlü bir hadîs-i şerîfi vardır. Buyuruyor ki:

“Sevgi, verâset yoluyla kazanılır.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, 22)

Bu hadîs-i şerif ekseriyetle; «vefatından sonra dahî babanın dostlarıyla, ahbaplarıyla münasebeti kesmeme» edebinden bahsedilirken zikredilmiş. Ama biraz üzerinde düşünürsek anne-babanın sevgilerini miras olarak devralmanın, mânevî hayatımızda çok esaslı bir yer edindiğini görebiliriz. Bir başka yönüyle de çocuklarımıza asıl bırakacağımız mirasın, onların gönüllerinde yeşerttiğimiz hürmet ve muhabbetler olması gerektiğini düşündürmelidir.

İmam Gazâlî -rahmetullâhi aleyh-, çocukların mânevî ve ahlâkî terbiyesi hususunda en mühim esasları şu sözlerle ifade etmiş:

“Çocuk; Kur’ân-ı Kerîm’i ve bir kısım hadîs-i şerifleri, iyi insanların hikâye ve hâllerini öğrenmelidir ki, kalbinde sâlih kimselerin sevgisi yeşersin.”

Dikkat edilirse İmam Gazâlî Hazretleri; iyi insanların hikâye ve hâllerini, Kur’ân-ı Kerim ve hadîs-i şeriflerle yan yana zikretmiş ve bütün bu kaynakların okutulmasında hedeflenen en mühim tesiri de «kalbinde sâlih kimselerin sevgisi yeşersin» sözüyle işaret etmiş. Zaten Rabbimiz; namazda ve hayatımızda tekrar tekrar okuyacağımız Kur’ân-ı Kerim âyetlerinde; peygamberlerin ve sâlih kişilerin kıssaları, hususiyetleri, kullukları ve duâları gibi örnek alınacak yönlerine geniş yer vermiştir.

Çünkü çocuğa ilk eğitim, onun gönlüne iyi örneklerin sevgisini yerleştirmek sûretiyle verilebilir. O çağda çocuk için mücerred mefhumlar anlaşılır değildir, pek çok dînî hükmü de hayatına tatbik etmesine daha çok zaman vardır. Ancak o mefhumların ve hükümlerin anlaşılmasını kolaylaştıracak bir mânevî bağ tesis edilebilir. İşte bu bağ, çocuğumuzun gönlünü ısındıracak ve verilen güzel şekli almaya müsait hâle getirecektir.

Bir misal ile izah edelim. Yanıma gelen bir sıbyan mektebi öğretmeni hanımefendi anlatmıştı:

“Şimdiki çocuklar ne kadar meraklı, sorgulayıcı… Her şeyin aslını astarını öğrenmek istiyorlar, yoksa kolay kabul etmiyorlar. Ben anaokulumda çocuklara;

«–Sağ elinizle yiyin, besmele çekin, Peygamberimiz böyle yapardı…» diyerek eğitim veriyordum. Bir oğlan çocuğu dedi ki:

«–Neden onun yaptığı gibi yapmamız gerekiyormuş ki?»

O zaman anladım ki evvelâ Peygamberimiz’in bize neden örnek olduğunu anlatmalıyım.”

İşte kalpte hürmet, muhabbet, bağlılık ve örnek alma hâlinin kökleşmesi için; evvelâ tanıtmak, sevdirmek, hattâ hayran olacağı şekilde en güzel ifadelerle gönlüne yerleştirmek gerekiyor.

Eski zamanlarda menkıbe, destan ve benzeri eserler halk eğitiminde önemli yer tutardı. Bunlarda evliyâların bazı fevkalâde hâlleri, hürmet telkin eden yönleri anlatılırdı. Bazı kahramanların kahramanlık destanları en heyecan verici edebi üslûpla nakledilirdi. Bunlar örnek alınamayacak hususlardı belki ama hürmet ve hayranlık telkin ederdi.

Kur’ân-ı Kerim’de de Rabbimiz, peygamberlerin mûcizelerinden bahseder. Bu mûcizeler bize örnek olamaz ama bize örnek olacak kısmı; Allâh’a güzelce kul olan kişilerin en ümitsiz durumlarda dahî asla yardımsız kalmadığı, muhakkak güzel bir neticeye kavuştuğu gerçeğidir.

Kıssalarda iyi insanların hikâyeleri hep mutlu sonla biter, hep iyiler kazanır, kötüler cezasını bulur. Rabbimiz asla kendisine güvenmiş ve teslim olmuş kullarını yüz üstü bırakmaz. Psikoloji-pedagoji ilmi de bu hakikati tasdik ediyor. Mütehassıslar diyor ki:

“Çocuk ve gençlerin rol model olarak gördükleri kişiler; güçlü, itibarlı, beğenilen, başarı kazanan kişilerdir.”

Ne yazık ki çocuk;

“Önemli olan Allâh’ın râzı olması, dünyada başarılı olmak önemli değil.” diye düşünemez. Örnek aldığı şahıs, dünyada da başarılı ve itibarlı olsun ister.

Üzüldüğüm bir mesele var. Bizim gibi ailelerin kızlarını gönderdiği bir okulun rehberlik hocasından duymuştum. Diyordu ki:

“Yaptığımız anketlerde görüyoruz ki kızlarımız, annelerini örnek alınacak bir kişi olarak görmüyor.”

Kızlarımızın giyim-kuşam, hâl-tavır ve edep yönünden durumlarını eleştiriyoruz. Aslında bunun arkasında «farklılaşma arzusu» yatıyor. Bunun da ardında örnek olarak görmeme, hattâ hor bakma hissi mevcut. Bunu anneye karşı hitaplarda, tavırlarda da açıkça görebiliyoruz. Artık annelerin de kadın programları seyrederek günlerini tüketmekle saygı ve itibar kazanamayacaklarını görmeleri gerekiyor.

Erkek çocuklar da evlenecekleri eşi seçerken ne kadar annesine benzeyen bir eş istiyor, o da ayrı bir mesele. Erkek çocuklarımızın tercihleri de dolaylı olarak kızlarımızın tercihlerini etkiliyor. Sonuçta beğenilen, talip bulabilen biri olma arzusuna aldırış etmemek, o kadar kolay değil. Toplumun en zayıf kesimine en büyük yükü yüklemek mâkul olmaz.

Hem annelerin, hem de annelerin statüsünün böyle düşük olmasına sebep olan şartları hazırlayanların biraz bu durumu sorgulamaları gerekiyor. Eskiden televizyon kanallarında asla başörtülü bir kadın göstermezlerdi. Şimdi o günleri özlemeyen var mı bilmiyorum. Öyle manzaralara rastlıyoruz ki, utanç hissediyoruz. Sanki kasten yapılıyor, toplumun bağırsakları yerindeki en iğrenç manzaralar teşhir ediliyor. Kim böyle zavallı bir durumda; itilmiş, kakılmış, terk edilmiş, istenmeyen, başına gelen felâketleri dert yanıp duran birilerine özenir, örnek alır?

Kısacası; çocuklarımızın gözünde itibar kazanmak, örnek alınmak, biraz gayret gerektiriyor.