Şânlı Mazimizden Seçme Nükteler – «HACCIMIZ KABUL OLDU»

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Halvetiyye-Ramazâniyye tarîkatının Cerrâhiyye kolunun kurucusu Nûreddin Cerrâhî -kuddîse sirruhû-, 1661’de İstanbul’da dünyaya geldi. Nûreddin Cerrâhî Hazretleri, tahsiline Cerrahpaşa Sıbyan Mektebi’nde başladı. Yûsuf Efendi’den hüsn-i hat dersleri aldı. Süleymaniye Medresesi’ndeki tahsili esnasında tanıştığı şair Nâbî’den edebî konularda istifade etti. Dayısı ile gittiği Selâmi Ali Efendi Tekkesi’nde tekkenin postnişîni, Köstendilli Alâeddin Ali Efendi’nin gösterdiği sıcak alâkanın tesiriyle hemen orada kendisine intisâb etti. Yedi sene boyunca ikamet ettiği Cerrahpaşa’dan Üsküdar’a geçip şeyhinin tekkesine devam eden ve zaman zaman onun izniyle halvete giren Nûreddin Cerrâhî Efendi, 1703 yılında halîfe tayin edildi. III. Ahmed’in emriyle Canfedâ Hatun Camii’nin yanındaki konak satın alınıp yıktırıldı ve arsası üzerine Nûreddin Cerrâhî adına bir tekke inşa edildi. Tekkede on sekiz yıl irşad faaliyetinde bulunan Nûreddin Cerrâhî Hazretleri, kırk gün süren bir hastalık döneminin ardından 1 Ekim 1721’de vefat etti. Kabri, Karagümrük’teki dergâhının içindedir.

***

Nûreddin Cerrâhî Efendi bir gün annesine;

“–Anneciğim! Bana izin ver de hacca gideyim, dînin bana farz kıldığı vazifemi yapayım.” dedi. Annesi bu isteğini uygun buldu. Nûreddin Cerrâhî hazırlıklara başlayıp gerekli parayı tedarik ettikten sonra, annesi ve sevenlerine vedâ etti. Onu hacca götürecek kervanın yanına giderken yolda iki gözü iki çeşme ağlayan bir adam gördü. Adam âdeta kendisinden geçmiş hem ağlıyor hem Allah Teâlâ’ya şöyle duâ ediyordu:

“Ya Rabbî! Ölümden evvel lutfet, bana borçlarımı ödemeyi nasip eyle. Beni borçlu yatırma ya Rabbî!”

Nûreddin Cerrâhî merak edip, adamın koluna girerek;

“–Kardeşim ne kadar borcun var?” diye sordu. Borçlu adam kendine sual soran bu nur yüzlü gence ümitle bakarak miktarını söyledi. Adamcağızın borcu, Nûreddin Cerrâhî’nin cebindeki para kadardı. Nûreddin Cerrâhî cebindeki para kesesini çıkarıp adama vererek;

“–Bu sana Allah Teâlâ’nın bir ihsanıdır.” dedi ve oradan hızla uzaklaştı. Yolu Edirnekapı Sakızağacı kabristanlığındaki namazgâha düştü. Rivâyet göre orada bir kerâmet vuku buldu ve Hicaz’a ulaştı. Hac bitince evine döndü. Hac kervanları dönünce İstanbul’da bir kaynaşma başladı. Yükünü eve bırakan doğru Nûreddin Cerrâhî’nin dergâhına gelerek;

“–Tebrik ederiz, tebrik ederiz. Arafat’ta; «Lebbeyk!.. Lebbeyk!..» çağırırken ne güzel ne mübârektin! Hepimiz seni seyrederek nurlandık. Çoğumuz rüyamızda senin hürmetine haccımızın kabul olduğunu gördük.” dediler.

BÜYÜK TÜRK

Kanunî Sultan Süleyman Han, 6 Kasım 1494’te Trabzon’da dünyaya geldi. İsmi Kur’ân-ı Kerim’den tefeül yapılarak sayfada geçen Süleyman -aleyhisselâm-’dan ilhamla verildi. Aynı asırda yaşayan batılı yazarlar onu «Muhteşem» mânâsında «Magnificent, Magnifique» veya «Büyük Türk» mânâsında «Grand Turc» lakaplarıyla anmışlardır. Çocukluk yılları babasının sancak beyi olarak görev yaptığı Trabzon’da geçti. İlk eğitimini Trabzon sarayında kendisine tahsis edilen hocalardan aldı. Trabzon’da iken sütkardeşi Yahya ile (Beşiktaşlı Yahya Efendi) birlikte bir Rum’dan kuyumculuk öğrendi.

Yavuz Sultan Selim’in cülûsundan az sonra İstanbul’a gitti. Ardından 1513’te sancak beyi olarak Manisa’ya gönderildi.

Babası Yavuz Sultan Selim’in vefatı üzerine, 1520’de cihan padişahı oldu. 46 yıl süren uzun saltanatı; Osmanlı’nın doğu ve batıda, karada ve denizde zaferlerle dolu destanlarıyla geçti. Rodos, Belgrad ve Bağdat’ı fethetti. Merkez Efendi ve Yahya Efendi gibi Hak dostlarını daima yakınında tutarak istişâre ve fikirlerine kıymet verdi.

Kanunî Sultan Süleyman, 6 Eylül 1566’da Zigetvar Seferi esnasında vefat etti. Kabri, yaptırdığı eşsiz eser Süleymaniye Camii’nin avlusundadır.

***

1532 yılında Kanunî büyük bir ordu ile Almanya üzerine yürüdü. Aylarca Almanya’da gezdiği hâlde; ne Şarlken ve ne de kardeşi Ferdinand, Kanunî ile savaşmaya cesaret edemediler. Bunun üzerine Kanunî Şarlken’i savaş alanına çekebilmek için, aşağıdaki mektubu yazdı:

“Bu kadar zamandır erlik dâvâsı yapıp durursun. Ne senden ne kardeşinden nam ve nişan yok. Sizlere saltanat ve erlik dâvâsı haramdır. Belki karından dahî utanmazsın. Belki kadında gayret var sizde yok. Er isen meydana gelesin, takdir ne ise yerine gele. Gel seninle saltanatı Beç (Viyana) sahrasında paylaşalım. Bu kere dahî meydana çıkmazsan avratlar gibi çıkrık alıp padişahlık tâcını takmayasın!”

BOY SIRASI

Siyasetçi, devlet adamı ve hukukçu Adnan MENDERES, 1899’da Aydın’da doğdu. Annesi ve babası o çocukken vefat etti. Eğitimine İzmir’de başladı, Ankara’da devam etti. 1931 seçimlerinde Aydın milletvekili olarak seçildi.

1946 seçimlerinde, kurucuları arasında yer aldığı Demokrat Parti’den Kütahya milletvekili seçildi. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde başbakan oldu. 27 Mayıs 1960 İhtilâline kadar bu vazifesini yürüttü. Ezanın aslına döndürülmesi gibi icraatları sebebiyle halkın gönlünü kazandı. Darbenin ardından o zamanki ismiyle Yassıada’da hukuk dışı baskılar ve aşağılamalar altında güya yargılanarak 17 Eylül 1961 tarihinde idam edildi. Kabri, Topkapı’dadır.

***

DP dönemi bakanlarından Emin KALAFAT, oldukça kısa boyludur. Rahmetli Menderes’in kurduğu ilk kabinelerde dört gözle bakan olmayı beklediği hâlde bakan yapılmayan Kalafat; bir gün biraz hayal kırıklığı, biraz öfkeyle Menderes’in huzûruna çıkıp sorar:

“–Sayın başbakanım, bakanlarınızı neye göre tespit ediyorsunuz acaba?” Menderes’in cevabı güzel bir espri olarak uzun zaman dillerde dolaşmış:

“–Boy sırasına göre Eminciğim, boy sırasına göre…”

 

İNŞİKĀKU’L-KAMER

Londra’da bulunan India Office Library kütüphanesinde Arapça bir elyazması kitapta1 şöyle bir vak‘adan bahsedilmektedir:

Hindistan’ın güneybatısındaki kıyı şeridinde yer alan Malabar hükümdarlarından Chakrawati Farmas, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanında yaşıyordu. O günlerde ayın ikiye yarıldığını müşâhede etti. Bundan bahsetmeye ve ne olup bittiğini araştırmaya başladı. O günlerde Çin’e doğru gitmekte olan bir kısım müslüman tüccarlar Malabar’a uğramışlardı. Kralın ayın yarıldığından bahsettiğini duydular. Kendilerinin de bu vak‘ayı gördükleri haberini krala gönderdiler ve bunun bir mûcize olduğunu, Kureyş müşriklerinin inkârı karşısında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in nübüvvet ve risâletini te’yid için Allah tarafından gösterildiğini anlattılar. Chakrawati Farmas, yerine oğlunu bırakarak Mekke yollarına düştü. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in huzûr-ı âlîlerine varıp müslüman oldu, İslâm’ın esaslarını öğrendi ve memleketine dönmek üzere yola çıktı. Ancak Yemen’in Zafâr limanında vefat edip oraya defnedildi. Orada «Hind Hükümdarlarının Türbesi» diye gösterilen bir mahal, asırlar boyunca ziyaret yeri olarak tanınmıştır.

Kralın müslüman olduğu haberi Malabar’a ulaştığında, insanlar grup hâlinde ve fert fert İslâm’a girmeye başladılar. Yukarıda bahsedilen yazma eserde bu vak‘adan uzun uzun bahsedilir. Ayrıca Zeynüddin el-Malbarî’nin «Tuhfetu’l-mücâhidîn fî ba‘zi ahbâri Purtugâliyyîn» isimli eserinde de bu vak‘aya atıflar vardır.2

Kralın tâ Hindistan’ın batı kıyısından Mekke’ye kadar kalkıp gelmesi, bu fedâkârlığı göstermesi, bu yoldaki azmi mukabilinde Cenâb-ı Hak da onun halkına hidâyet nasip etti, dîn-i İslâm ile şereflendirdi. Fedâkârlığa karşı Allah Teâlâ’nın lutfettiği ne güzel bir nimet…

1 (No: Arabic 2807, varak: 152-173)

2 (bkz. Muhammed Hamîdullah, Rasûlullah Muhammed, trc. Salih TUĞ, İstanbul: İrfan Yayınevi, 1412/1992, s. 177; Zağlûl en-Neccâr, es-Semâ fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Beyrut: Dâru’l Mârife, 1431/2010, s. 542-543)