Merhameti Unutmuş Bir Eğitim

YAZAR : M. Aşır KARABACAK ma.karabacak@gmail.com

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- anlatıyor.

Bir adam gelerek;

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! İyi davranıp hoş sohbette bulunmama en çok kim hak sahibidir?” diye sordu.

Hazret-i Peygamber -aleyhissalâtu vesselâm-;

“–Annen!” diye cevap verdi.

Adam;

“–Sonra kim?” dedi.

Rasûlullah -aleyhissalâtu vesselâm-;

“–Annen!” diye cevap verdi.

Adam tekrar;

“–Sonra kim?” dedi.

Rasûlullah -aleyhissalâtu vesselâm- yine;

“–Annen!” diye cevap verdi.

Adam tekrar sordu:

“–Sonra kim?”

Rasûlullah -aleyhissalâtu vesselâm- bu dördüncüyü;

“–Baban!” diye cevapladı. (Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1)

Anne, kalbin merkezi. Merhamet, şefkat demek. Gecenin bir yarısı kurduğu saat evdeki bütün ahâlîyi uyandırsa ve hattâ alt ve üst kattaki komşular uyansa yorgunluğun tesiriyle belki duymayabilir. Fakat yavrusunun ağlamasını daha ilk ıngasında veya daha ilk «anneee» diye seslenmesinde duyup yatağından fırlayan kadındır anne.

Hazret-i Peygamber de anneyi bunun için defaatle önceliyor bu hadiste. O anne ki yeryüzünü gölgesi altına alabilecek muazzam büyüklükte bir kāide üzerinde yükselecek ulu merhamet toplumunu, yürek toplumunu inşa edebilecek bir kadındır.

Böyleyken, annenin anneliğini aldık ve evinden çıkardık rasyonalist bir medeniyet kurma adına. Belki mantıklı bir toplum vücuda getirdik fakat bu toplumun kalbi mesabesindeki «anne»yi, temsil ettiği «merhamet ve şefkat»i koymayı unuttuk göğsünün içine.

Akılcı bir eğitim verdik çocuklarımıza. Geleceğin işlerini analiz ettik her yıl ve gelecekte hangi mesleğin daha çok para kazandırabileceğine göre tercihler yaptırdık.

Onlar da hayatlarını hep yan yana dizilmiş boşlukları doldurarak geçirdiler. Şıklar arasında en akılcı olanını tercih ettiler; en rasyonel ve en kârlı olanı işaretlediler daima. Yıllar geçtikçe anne ve babaya evde bakmak kârlı olmadı onlar için ve yaşlılara yönelik bakımevleri rant yaptı.

Çocuk yapmak özgürlüklerine engeldi; hastalığı, bakımı, eğitimi vs. her şeyiyle ek külfetti ve çocuk yapmak yerine daha az gideri olan ev hayvancılığı sektörü rant yaptı.

Serbest yaşamak ve tatil hesapları ile yıl sonunda aile bütçesinde artı çıkarmak çok daha önemli oldu bu merhamet mahrumu aileler için ve sanki bir şirket yönetir gibi zevk aldılar banka hesaplarında artan, kabaran rakamlarından.

Neredeyse merhametsiz bir toplum inşa ettik.

“Rahmetim gazabıma üstün geldi.” (Buhârî, Tevhid, 15, 22, 28 55; Müslim, Tevbe, 14-16) demeseydi yüce Allah ve o rahmetinin meyvesi olarak, dışımızdan gelen menfî tesirlere karşı korunmalı olmasaydık biz irfan kültürümüzle ve sûfî genlerimizle, neredeyse merhametten mahrumluğumuzla helâk olup giderdik.

Necip Fazıl, yazdığı bir tiyatro eserinde; hayatı, yazılı kanunları uygulamakla geçen, insânî hissiyatlardan ve cemiyetten uzak otel odalarında yaşayan, kalbinin kapısına kilit vurmuş, gözleri sadece maddenin sınırlarında olan bitene açık Reis Bey’i anlatır.

Reis Bey, vicdânen temiz olduğuna inansa da bir genci annesini öldürmekten dolayı idama gönderir. Merhamet mahrumu bir insan müsveddesinin akıl sınırları içerisinde verebileceği ve rasyonel zihinle teyit edebileceği basit ve sıradan bir karardır onun açısından. Fakat idamdan sonra asıl katilin yakalanması ve gencin idamdan önceki sözleri Reis Bey’i içinden çıkılmaz gibi görülen girdaplara sokar. Sonunda Reis Bey, bütün varlığından sıyrılır ve merhameti aramaya başlar. Bir merhamet yangını çıkarmak için uğraşır tüm dünyada, merhametsiz bir yürek kalmaması için. Merhamete teşne hâle gelen gönlü; «Merhamet!.. Merhamet!..» diye feryat eder.

***

“İnsandaki kötülük iktidarını döve döve pekiştirmek yerine, hohlaya hohlaya yumuşatmak. Merhamet! Hava gibi, su gibi muhtaç olduğumuz iksir… Baş aşağı bir cemiyeti, baş yukarı edecek bir kudret.

… Hepimiz, bütün insanlık buz çölünde yol alıyoruz! Aldığımız nefesler bile, sipsivri kayalar şeklinde donuyor. Bakarken gözle bıçaklıyor, dinlerken kulakla zehirliyoruz! Damak kirletiyor, el donduruyor!..

… Ben diyorum ki her fert başucuna; “Suçlu benim, herkes suçsuz!” levhasını asmalıdır. Ben diyorum ki yegâne kurtuluşumuz herkesin herkesi affetmesindedir… Amerika’da bir cinayet işlense de, dünya çapında bir ses sorsa;

“–Kātil kim?” diye;

“–Benim!” diye haykırabilirim! “Soğuk kış geceleri, köprü altında yatan çıplakların vebâli benim boynumda, gömleğimin yakasında…”

***

Reis Bey örneğinde de görüleceği gibi merhamet mahrumu bir kafa, her ne kadar sıhhatli düşünürse düşünsün ne kadar rasyonel olursa olsun varacağı sahil, fırtınanın ortasında kalmaktan daha tehlikeli istikbâli barındıran fâcialara sebebiyet verecek bir sahildir. Selâmete ulaşması imkân dâhilinde değildir.

Bugün ise ülke olarak tarihî bir «merhamet» imtihanından geçmekteyiz.

Öyle bir imtihan ki bu; geçmişimizi içinde barındıran, geleceğimizi şekillendirecek olan büyük bir varlık imtihanı.

Öyle bir imtihan ki bundan bin dört yüz küsur yıl evvel ashâbın bir kısmını «muhâcir» bir kısmını «ensar» yapan tarih, tekrar tekerrür ediyor bu imtihanda.

Öyle bir imtihan ki bu, Allâh’ın bizlere belki büyük bir ikramı fakat farkında olabilecek kadar merhamete âşinâ değiliz kimimiz.

Ensarlığımız sınanıyor bu imtihanda. Aldığımız eğitimimiz, annemizden emdiğimiz sütün bedenimizde damar damar şekillendirdiği merhametimiz sınanıyor. Sözümüz sınanıyor, Allâh’a ve Rasûlullâh’a verdiğimiz yeminimiz sınanıyor. Aşkımız sınanıyor, îmânımız sınanıyor.

Bir yanda dünyanın her köşesindeki mazlum yüreklere uzanmaya çalışan merhamet elçileri;

“–Dünyada bir tek mü’min üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin!” diyen Şems’in;

«–Ben de biliyorum ki yeryüzünde üşüyen mü’minler var; ben artık ısınamıyorum!” diyen Mevlânâ’nın çağdaş dostları diğer yanda yurdumuza ilticâ etmiş, hicret etmiş savaş mazlumlarına; “Gelmesinler! Gelenler de geri dönsün, gitsin!” diyebilecek akılcı fakat ruhsuz, kıt akıllı, alık ve abus düşünceli insanlar…

Nerede MERHAMET bakışı, MERHAMET yaklaşımı, MERHAMET duruşu?

“İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” (Buhârî, Tevhid, 2) buyuruyor Hazret-i Peygamber ve;

“Ben bazen uzatmak niyetiyle namaza başlarım. Fakat bir çocuğun ağlayışını duyar ve annesinin ona düşkünlüğünü bildiğim için (merhametimden) namazı kısa tutarım.” (Müslim, Salât, 192) diyor. O, dünyadaki merhamet menbaı olan Rasûl’ün izinde olan ümmetin çocukları elbette kapımıza dayanmış Suriyeli, Iraklı, Afganistanlı, Somalili ve diğer ülkelerden gelen ümmetin fertlerine merhametle yaklaşacaktır. Kimi bed ruhlara inat, kucaklayacaktır her geleni. Gözyaşlarına çare olamasa da gözyaşlarıyla derdine hemdert olacaktır. Böylece Allah, âyette buyurduğu va‘dini de gerçekleştirecektir.

“İnanıp hicret eden, Allah yolunda savaşanlar ve muhâcirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte onlar gerçekten inanmış olanlardır. Onlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır.” (el-Enfâl, 74)

Annesinden merhamet eğitimini almayan ve dolayısıyla mültecîler hakkında ileri-geri konuşarak güya millet ve devletin hayrını düşündüğünü ifade etmeye çalışan zavallılar da işte yukarıda bahsettiğimiz akılcı ve fakat ruhsuz, merhametsiz düşünenler kısmına girenlerdir. Alık ve abus insanlardır. Köpeklerini, mültecîlerden daha çok düşünenlerdir.

“Mültecîler, muhâcirler geldiler ve bizim işlerimizi elimizden aldılar.” demektedirler. Ailelerinin rızıklarından güya endişe hâlinde olarak muhâcirlere karşı tavır sergilemektedirler. Tutundukları sağlam dal kendilerini ateşe götürmektedir farkına varmamaktadırlar. Bunlar hakkında da yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Allah, şöyle bir kenti misal verdi:

Orası güven ve huzur içinde idi. Oraya her taraftan bolca rızık gelirdi.

Fakat Allâh’ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden yaptıklarına karşılık,

Allah onlara şiddetli açlık ve korku ıstırabını tattırdı.” (en-Nahl, 112)

Ve bir başka âyette de;

“Cehennemlikler de cennetliklere;

«–Ne olur, sudan veya Allâh’ın size verdiği rızıktan biraz da bizim üzerimize akıtın!» diye çağrışırlar.

Onlar;

«–Şüphesiz, Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır.» derler.” (el-A‘râf, 50) diyerek cehennemliklerden olmaktan sakınılmasını istemektedir.

Sözün burasında bu bedbahtlar için yine Reis Bey tiyatrosuna dönelim ve idamlık gencin ağzından merhametsiz vicdanlara, merhametsiz bakışlara, duyuşlara seslenişini okuyalım:

“Etmeyin Reis Bey! Siz ağlayamazsınız!

Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz…

Siz merhametten, acıma duygusundan, yalnız kötülük doğacağına inanmışsınız.

Yerine göre haklısınız…

Fakat ondan ne büyük iyilik doğacağını unuttuğunuz için en büyük hakkı kaybediyorsunuz. Rahmet kaldırılmış sizin kalbinizden Reis Bey! Mühürlü kalbinizin açılmasını dilerim, Allah sizi de arındırsın…”

Âmîn!