Kurban Mesajları
YAZAR : Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com
Kâinâtın mutlak sahibi Yüce Allah -celle celâlühû-’ya yaklaşma, O’na yakın olma mevsimindeyiz. Evet, bir hayır iklimine girdik. Bu hayır ikliminde kurban var, hayır-hasenat var, hac var, sevaplar var, uhrevî gelecek ve ucunda ebedî saâdet var. Yani saâdet asrının râyihaları üzerimize efil efil esmekte… Ha gayret dostlar, silkinelim rehavetten! Hacıların o en ağır vazifeleri ne büyük bir gönül huzuru ile yaptıklarını düşünelim…
Şu kutsî zaman dilimi mü’minler için uhrevî ve dünyevî bir kazanç mevsimine dönüşsün inşâallah.
Minareler nasıl İslâm’ın şiârıysa kurban da Müslümanlığın şiârıdır. Kurban, insanlık tarihi kadar eskidir. İlk kurban örneği Hâbil ve Kābil’de görülür. Hâbil sevdiği, beğendiği en kıymetli hayvanını kurban ederken; Kābil sevmediğinden, beğenmediğinden vererek imtihanı kaybedenlerden oldu.
Cenâb-ı Hakk’ın emri üzerine; Hazret-i İbrahim ciğerpâresi sevgili İsmail’ini hiç gözünü kırpmadan büyük bir teslîmiyet içinde kurban etmeyi yeğledi. Böylesi büyük fedâkârlık neticesinde Rabbi O’na bir lütuf ve ikram nişânesi olarak koçu kurban olarak gönderdi. Kurban ibâdetinin aslı budur. Ancak buradan bizlere çok önemli mesajlar çıkıyor. Şöyle ki;
Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- nefsini yenerek en sevdiği evlâdı İsmail’ini kurban etmekten çekinmiyor. Mü’minlerin de bir türlü doymak bilmeyen nefse yenilmeyerek, Rableri tarafından kendilerine ne emrediliyorsa; çekinmeden, sabırla, kararlılıkla, teslîmiyetle hangi fedâkârlıkları îfâ etmeleri gerekiyorsa aynen yerine getirmeleri gerekir. Aksi hüsrandır.
Kurban ibâdetinin hakikatinde acaba neler var? Araştırmalar gösteriyor ki, mü’minlerin ibâdetlerinin her çeşidinden asıl maksat, Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmaktır. Zaten kurban, yakınlaşmak; hedy / armağan, doğru yolu bulmak mânâlarına gelir. Hakk’a yakınlaşmak, insan için en büyük kazançtır. Seven sevdiğiyle her vesileyle her zaman yakınlaşmak ister. İşte kurban ibâdeti de bir mü’minin, Rabbinin emrini yerine getirmesine ve O’na yaklaşmasına vesile olur. Kurban ibâdeti böylesi bir şuurla yerine getirilmelidir.
Kurban ibâdetinin cân u gönülden İsmailcesine bir «teslîmiyet» anlayışıyla îfâ edilmesi ne hoştur! Yukarıda kurban için «fedâkârlık»tır, dedik. Fedâkârlık; Hak için, rızâ-i Bârî için candan, maldan, evlâd u ıyâlden vazgeçmek ile yani; en çok sevdiklerinden, en çok kıymet verdiklerinden yüce Rabbe takdim edilmelidir. Hazret-i İsmail canından, Hazret-i İbrahim evlâdından tam bir teslîmiyetle geçmedi mi? Bu fedâkârlıkların bedeli olarak yüce Rab, o güzel kullara; en değerli cana karşı bir koçu, kurban hediyesi olarak sundu. Şurası mutlaktır ki; kul Rabbine takdim edeceği ibâdetleri ne kadar kâmil bir şekilde yaparsa, daha güzeliyle karşılık bulur.
Fedâkârlık; sadece kurban ibâdetine değil, mü’minin hem maddî hem mânevî hayatının bütün safhalarına şâmil olmalı. Her ibâdet bir tür fedâkârlık gerektirir.
Kurban sadece -Allah rızâsı- gayesiyle kesildiğinde makbuldür. Yoksa; «Kesti!» desinler maksadıyla olmamalıdır. Kur’ân-ı Azîmüşşân’da;
“Kurbanların ne etleri ne kanları yüce Allâh’a ulaşır. Rabbe ulaşan ancak takvânızdır.” (el-Hac, 37) buyuruluyor. Çünkü bir can yalnızca -Allah- adına alınabilir.
Kurban aynı zamanda sosyal hayat içerisinde; yardımlaşma ve dayanışmanın, kardeşliğin sembolüdür. Fakirler için de varlıklılar için de kurban bir şükür vesilesidir. Yüce Yaratıcı’ya yakın olma zamanları olan «kurban günleri» sene boyu ağzına et koymamış olan yoksullara et ulaştırma iyiliğinin en fazla yapıldığı günlerdir. Yapana, bu yolda koşana, koşturana ecirler misli misli yağar. Onun için de her yardım kuruluşu şu günlerde neredeyse birbirleriyle yarışırcasına sadece kendi ülkeleriyle sınırlı kalmayıp dünyanın dört bir yanında kurban vesilesiyle hayır faaliyetleri icrâ etmeye çalışıyor. Allah -celle celâlühû- kendilerinden râzı olsun. Sayılarını artırsın, verenler de bu ecirden fazlasıyla nasiplensinler inşâallah…
Asr-ı saâdette kesilen kurbanlar, ihtiyaç sahiplerine dağıtılırdı. Üçte biri kişinin kendi evine, üçte biri komşuya, üçte biri de ihtiyaçlıya… Şimdi öyle bir zamandayız ki bizler bolluk içinde yüzerken; dünyanın çeşitli coğrafyalarında açlıktan kıvranan, bir lokma aş bulamayan, sokakta bulduğu deriyi et niyetine kaynatan kardeşlerimiz var. Müslümanlar âhirette nelerle karşılaşmak istiyorsa ve âhirette kendisine ne lâzım olacaksa dünyada o kadar vermeli ve o işlere koşmalıdır. Verirken de hakikî ihtiyaçlıyı bulup vermelidir. Kişi Allah Teâlâ için ne kadar verirse, âhirette de o kadarını veya daha fazlasını alır. Bu bir alışveriştir. En kârlı alışveriş, Cenâb-ı Hak ile yapılan alışveriştir.
Ancak bunlar da pek tabiîdir ki, nasip işidir. Bilindiği gibi herkese yaptığının karşılığı kadarı vardır. Kişinin nasibinde ibâdetin en güzel şekliyle îfâsı varsa ne mutlu ona! Dünyada her şey nasipledir. Kimine kurban kesmek nasipken kimine kurban etini hediye olarak almak vardır. Kimi vermenin huzurunu yaşarken kimi almanın mutluluğunu yaşar. Şüphesiz veren el alan elden üstündür. Bunların hepsi nasip işidir. Cenâb-ı Hak bizleri bu içi -teslîmiyet ve fedâkârlık- dolu ibâdetten en güzel bir şekilde nasiplenenlerden eylesin. Âmîn…
Diğer taraftan, kurban ile müslümanlar bir bayramı idrak ederler. Kurban Bayramı Hazret-i İbrahim’den bugüne kadar daima fedâkârlık, samimiyet ve teslîmiyetin en bâriz göstergesi olmuştur. Bayramlar; camilerden yükselen tekbirlerle, Cenâb-ı Hakk’ın en büyük olduğunu haykırış nidâlarıyla, muhteşem bir coşkuyla gelir. Camiler, evler, caddeler ve şehirler, hep bu coşkun tekbir sesleriyle ve kutsî sevinçle çınlar, inler ve aydınlanır. İçler huzurla dolar. Bu lâhûtî hazlar evlere sürur olur. İşte bu, bayram neşesidir.
Evler, sokaklar ve mahalleler âdeta «Arafat meydanı»na döner, kaynaşır. Aynı zamanda bir hesap endişesi içleri yakar, fakat ümit soluklanır. Evlere bayram vesilesiyle gelen misafirler «Mina» yolundaki telâş ve idrak ile ağırlanır. Bayram görüşmeleri; uzun zaman birbirlerinden ayrı kalmışların hasretini, «Kâbe»nin sînesinde özlemle yanan affa susamışların kalbine su serpmişçesine dindirir.
Duyguların tüm hazineleri açılarak kişileri bu hâl, sonsuzluk deryâsına daldırır. Bayramın bu sihirli ve büyüleyici havasına götüren, mü’mini rahmet deryâsına daldıran «Kurban Bayramı» bizlere kim bilir daha ne ilâhî mesajlar fısıldar?
Îmâna sahip yürek, mü’mini kulluk şuuruna eriştirebiliyorsa ne mutlu! O zaman kişi, hâline tebessümler yağdırır. Bu öyle bir lezzettir ki, mü’mine hayatın her merhalesinde sevinç iklimi yaşatır. Maddî ve mânevî gözler şükranla açılır, ruhlar ilâhî ikramlarla öteleri özler. Duâlar, niyazlar, yakarışlar naz makamına ulaşır. Bir mâneviyat iklimine girilir. Gönül rûhânî zevklerle dolar, taşar.
«Kurban Bayramı günleri» bir ferahlama ve rahatlama iklimidir. Maddenin, problem ve sıkıntıların çözüldüğü, mâneviyâtın zirveleştiği bu günlerin tüm müslümanlara ve tüm insanlığa hayırlar, iyilik ve güzellikler getirmesini yüce Allah Teâlâ’dan niyaz ediyoruz efendim.
Hayırlı bayramlar…