İlim İlim Bilmektir…

YAZAR : Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com

Bir tatil vesilesiyle köye gittiğim günlerden birindeydi. Bir cenaze teşyii sonrasında şu an rahmetli olmuş olan bir baba dostuyla karşılaştım. Karşılıklı hâl-hatır sorarken, benim soruma derin bir hayıflanma içerisinde ve dokunaklı bir sesle gözleri yaşarmış olarak şöyle cevap verdi:

“Nasıl olacak hoca işte, bizimkisi aynı; hep dünya, hep dünya!”

Bu sözde kendi hâline ettiği esef kadar bana yönelik bir gıpta da vardı. Zavallı; dînî ilimlerin tedrîsini üstlenmiş bir kurumda çalışıyorum diye, benim yaptığım her işin ibâdet olduğunu, daima âhiret için çalıştığımı zannediyordu! Bir taraftan bana ve benim gibilere verdiği pâyeye, liyâkatin zorluğunu görüp şaşalayarak üzerimdeki yükün ağırlığını hissettiğim için; bir taraftan da benim gibi insanlara yönelik gösterdiği hüsn-i zan zedelenmesin diye hiçbir karşılık vermedim, veremedim, ama içimden şöyle dedim:

“Âh benim saf amcacığım! Şüphesiz ideal olan, senin düşündüğün gibi olmasıdır. Yani ilim ve irfanla meşgul olan, okuyup okutan insanlar her an ibâdet makamında olmalılar. Ama bu ne zaman böyledir? Allah rızâsını gözeterek çalışırlarsa… Esasen Allah rızâsını gözeterek çoluk-çocuğunun rızkı için meşru bir iş peşinde koşan herkes ibâdet ediyor gibidir; ama ilim ve irfanla meşgul olanlar için bu, elbette çok daha fazla geçerlidir. Ne var ki, her şey her zaman olması gerektiği gibi olmaz. İlim sahasında çalışanlar da bazen unvan elde etmek için, bazen para kazanmak için, bazen meşhur olmak için uğraşırlar. Bunları elde ederlerse -hadiste geçtiği üzere- âhirette onlara öğrendikleri ve öğrettikleri ilimden dolayı hiçbir karşılık yoktur. Çünkü karşılığını dünyada tastamam almışlardır. Eğer hedefledikleri unvan, mal ve şöhrete dünyada ulaşamadılarsa dünyayı da kaybederler. Üstelik -Allâh’ın rahmetini celbedecek başka sâlih amelleri yoksa- hafizanallah âhirette de hüsrana uğrarlar. Bazen çalışmalarını aşırı mühimser, bir imtihan vesilesi olduğunu unutup kendilerini onlara fazlaca kaptırarak anne-babalarını, çoluk-çocuklarını ihmal ederler. Hâlbuki belki de Cenâb-ı Hak, onları anne-babalarının ve çoluk-çocuklarının hukukuna riâyet edip etmemekle denemek istemiştir. ilh…”

Demek ki imtihan hayatın her sahasında sürmektedir. Şeytan insanı hiçbir yerde rahat bırakmaz. Dünyayı bir imtihan yurdu kılmış olan Cenâb-ı Hak, ilim sahasındaki insanları ayartması için de şeytana ruhsat vermiştir. O; tarlasında çiftiyle çubuğuyla meşgul köylüyle alâkadar olduğu kadar, ilimle meşgul olan kişilerle de alâkadardır. Herkese câzip bulacağı bir şekilde yaklaşır, çok masum görünen teklifleri süsleyerek güzel gösterir. Âyette buyurulduğu gibi; her zaman soldan gelmez, sağdan, önden ve arkadan da gelir. Dolayısıyla günahtan uzak kalınacak meslekler olduğunu düşünmek hayaldir. Dünyada öyle bir meslek yoktur! Öyle bir mesleğin hayalini kurmak aslında imtihan yurdu olan dünyanın sınırlarını aşmak, yani cennete gitmek arzusunun ızhârından başka bir şey değildir. Bir yakınımın dediği üzere;

“En iyi meslek çobanlık; yalan yok, dolan yok, hile yok, hurda yok!” gibi sözler boştur. Çobanlığın da kendine göre imtihanı vardır:

Komşunun ekinine zarar vermeyeceksin, yanlış yöne giden koyuna taş atıp yaraladınsa inkâr edip tazminat ödemekten kaçmayacaksın vs… Öyleyse hiçbir meslek insanı günahtan korumaz. İnsanı günahtan koruyacak olan her zaman yüz yüze olduğu imtihanlara karşı sabırlı olup onları kazanmasıdır. Bu noktayı iyi anlar ve buna göre çaba gösterirse; insan hangi sahada çalışırsa çalışsın, hangi mesleği icrâ ederse etsin, hangi konuma gelirse gelsin, Allâh’ın rızâsına uygun bir hayat yaşar.

Bu noktayı derinlemesine düşünmeyen bazı hassas talebelerimin hususî sohbetlerimizde zaman zaman bana şöyle açıldıkları olmuştur:

–Biz fakülteyi bırakmayı düşünüyoruz?

–Neden?

–Çünkü burada birçok kişi mezun olup maaşa geçmeyi düşünüyor. Allah rızâsı için okuyan yok. Acaba biz de mi bir an önce mezun olarak memuriyete geçmek maksadıyla okuyoruz diye kaygı duyuyoruz…

–İyi ya işte, memur olsanız fena mı olur? Bu kadar hâlisâne niyet sahibi gençler olarak çok daha iyi hizmet eder, böylece Allâh’ın rızâsına nâil olursunuz?

–Bu bize şeytanın aldatması gibi geliyor. Bize hizmet edeceğimizi telkin ederek memuriyete alışmamızı, böylece Allâh’ın rızâsını kaybetmemizi istiyor.

–Peki, fakülteyi bırakırsanız ne yapacaksınız?

–Hususî hocalardan ders alacağız, ilmi sadece Allâh’ın rızâsını elde etmek için öğrenip öğreteceğiz!

O zaman onlara şunu söylüyorum:

–Arkadaşlar! Siz şeytanın fakülte dışındaki yerlere giremediğini mi, oralarda mesai yapamadığını mı sanıyorsunuz? Unutmayın ki, dünyada imtihandayız. Siz bu düşündüğünüzü yapıp Allâh’ın sizi lutfuyla getirdiği bu mevkii terk etseniz de şeytanınız sizi terk etmeyecek, peşinizden gelecektir. O zaman bulunacağınız duruma göre size câzip gelecek aldatma vesilelerini bulmakta o pek mâhir ve ustadır! Mühim olan ne iş yaptığımız, nereye geldiğimiz, hangi konuma sahip olduğumuz, kim olduğumuz değil, bulunduğumuz yerde ve konumda tâbî tutulduğumuz imtihanı kazanıp kazanmadığımızdır. Allah rahmet etsin, Nureddin CAN Hocam vardı. Bize bir vesileyle meâlen demişti ki:

Bir köylü, ardından gittiği bir topal eşek yüzünden Allah’tan gafil kalıp âhiretini kaybedebilir; öte yandan servet ve sâman içinde yüzen bir milyonerin kalbi her dâim Allah’la olabilir!

Mademki, dünyada hiçbir yerde ve konumda imtihandan kurtuluş yok; memur olarak imtihan olmanın Allah rızâsını kaybettireceği vehmiyle fakülteyi terk etmek abestir! Er odur ki, fakülteyi Allah rızâsını gözeterek en iyi dereceyle bitirir, bu arada; “Hikmet mü’minin yitiğidir, onu nerede bulursa alır.” düstûrunca özel dersler de alır, herkesten âzamî derecede istifade etmenin yollarını arayıp bulur, mezun olduktan sonra gelebileceği en yüksek makama gelir, orada da en iyi şekilde hizmet eder, ama yaptığı bütün işlerde Allâh’ın rızâsını gözetmeyi unutmaz. Sizin yaptığınız Allâh’ın imtihan olmanızı takdir ettiği salona girmeden kaçmaya yeltenmek ve O’nun nimetine nankörlük etmektir. Hâlbuki bu salondan kaçsanız, en fazla Allâh’ın sizi sınamayı takdir ettiği salonun burası olmadığı ortaya çıkmış olacak; ama imtihanınız ezelde takdir edilmiş olan bir başka salonda mutlaka yapılacaktır. Şimdi sizin düşüncenize göre ben de hasbe’l-kader burada hocanız olarak, verdiğim derse mukabil maaş alıyorum diye Allâh’ın rızâsını gözetmemiş mi oluyorum? Bunun için istifa mı etmem gerekiyor? Herkes böyle yapsa bu işin sonu nereye varır? Dünyada dirlik ve düzen kalır mı? Allâh’ın lütuf ve inâyetiyle girdiğiniz bu fakültenin ve bundan sonra yine O’nun lutfuyla geleceğiniz yerlerin kıymetini bilin! Burada okurken ve ileride hizmet ederken yaptığınız işin hakkını vermek için elinizden geleni yapın! Siz Allâh’ın rızâsını bu şekilde arayın! Benim aklımın erdiği budur! Allah hiçbirimize kaybedeceğimiz ağır imtihan vermesin!