TÜRK TARİHİNDE MUHALEFET

YAZAR : Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com

İhtilâf kaçınılmaz bir durumdur. Daha önceki yazılarımızdan birinde de belirttiğimiz üzere Allah, insanları farklı özelliklerde yaratmıştır. Her fert; fıtratıyla, mizâcıyla, öncelikleriyle, kabiliyetleriyle diğerlerinden farklıdır. Bu da ister istemez insanlar arasında ihtilâfın ortaya çıkmasına sebep olur. İhtilâf da muhalefete yol açabilir. Hâkim görüşe aykırı bir fikri savunmak ve onun benimsenmesi için çalışmak şeklinde tarif edebileceğimiz muhalefet, ikilik ve ayrılığa sebep olacağı için istenen ve arzu edilen bir şey değildir. Ancak -yukarıda izah ettiğimiz üzere- kaçınılmaz olması bir tarafa, tamamıyla faydadan uzak da değildir. Çünkü konulara farklı bir zâviyeden bakmayı ve hâkim görüşü savunanların göremediklerini görmeyi sağlar, böylece onların hatalarını görüp aynı hataya düşmelerini engeller. Denetleme vazifesi gören muhalefetin bu türü müsbet bir özelliğe sahiptir ve son derece gereklidir. Buna mukabil menfî tesir icrâ eden, yıkıcı bir muhalefet türü daha vardır. Bu tür muhalefetin yegâne ölçüsü; hedefine ulaşmaktır, onu elde etmek için hiçbir değer ve ölçü tanımaz.

Siyasî saha çerçevesinde kalarak Türk tarihinde muhalefetin umumî manzarasına baktığımızda -ne yazık ki- müsbet örnekleri pek fazla göremeyiz. Bu mânâda muhalefet denilince ilk akla gelen; mevcut padişahı tahtından indirmek için Bizans vs. düşmanlarla işbirliği yapan, daha doğru ifadesiyle yabancılar tarafından kullanılan Şehzade Mustafa ve Şehzade Cem gibi örneklerdir. Hâlbuki muhalefetin meşrûiyetinin bir ölçüsü olmalıdır. Onun da asgarîsi, devleti zaafa uğratmaktan ve ona zarar vermekten uzak durmaktır. Ne var ki; -ikilik çıkarmak ve kardeş kanı dökmek gibi zararlardan kaçınmak şöyle dursun- klâsik devirde muhaliflerin, zikrettiğimiz asgarî şarta dahî riâyet etmediği görülür.

Birtakım şahsî hesaplardan dolayı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’yı sevmeyen ve bir kusuru veya itaatsizliği sebebiyle Paşa tarafından idamı emredilen, buna rağmen son söz olarak;

“Padişahımıza selâm edin, bu adamı (Merzifonlu’yu) idam etmesin, ondan başkası ordumuzu derleyip toparlayamaz.” meâlinde sözlerle kellesini alan kişi hakkında hüsn-i şahâdette bulunarak Viyana önündeki bozgun sonrasında durumun düzelmesi için tedbir düşünen Deli İbrahim Paşa gibi umumun selâmeti nâmına şahsî duygularını dizginleyebilen ferâgat sahibi muhalifler pek azdır. Buna mukabil Viyana önündeki mevzubahis başarısızlıkla ilgili olarak Merzifonlu’nun saraydaki muhalifleri, -aktarıldığına göre- zil takıp oynamışlardır! Kezâ mezkûr muhasara esnasında Paşa tarafından Leh ordusunu durdurmakla vazifelendirilen Kırım Hanı’nın, kendisine yeterince itibar etmediğini düşündüğü için gücenik olduğu Paşa’ya bir ders (!) vermek maksadıyla vazifesini yapmadığı, yanındakilere;

“Eğerçi bu küffârı kırıp durdurmak benim için âsân idi, ammâ bırak bizim kıymetimiz de biraz anlaşılsın, Osmanlı’nın yanında Erdel keferesi kadar itibarımız yok!” meâlinde sözler sarf ettiği rivâyet edilir! Hâlbuki Paşa’nın başarısızlığı şahsıyla münhasır kalacak değildir; onun başarısızlığına sevinen saraydaki muhalifleri de, kendi değerini ispatlama sevdasına kapılarak hırsına mağlûp olan Kırım Hanı da dâhil bütün ehl-i İslâm’ı kuşatacaktır. Nitekim Viyana önündeki mağlûbiyet sonrasında 16 yıl süren savaşlarda ve hususiyle aynı zaman diliminde meydana gelen Zenta bozgunu akabinde kaybedilen ülkelerin büyük bir kısmı bir daha geri alınamamış, devlete eski güç ve şevketi bir daha asla kazandırılamamış, Kırım da bir asır geçmeden Rus istîlâsına maruz kalmıştır.

Bu tahripkâr menfî muhalefet anlayışı; Tanzimat’tan itibaren, modern devirlerde de aynı şekilde artarak devam etmiştir. Bazı muhaliflerinin sonradan hasretle aradığı Abdülhamid istibdâdına kızıp Avrupa’ya giden münevverlerin çoğu, sultana muhalefet etmekle devlete zarar vermek arasındaki çizgiyi ekseriyâ ayır(a)mamışlar;

“Sultan gitsin de devlete ne olursa olsun!?.” psikolojisinden kurtul(a)mamışlardır. Muhalefetin ihânete varan bu tavrı, İkinci Meşrutiyet sonrasında da devam etmiş ve Balkan Harbi esnasında;

“Edirne Enver’in olacağına Bulgar’ın elinde kalsın!” şeklinde ibret verici acı bir ifadeyle dile getirilmiştir!

Cumhuriyet devrinde de durum değişmemiş, muhalefet rûhu öyle galeyâna gelmiştir ki; bu galeyâna kapılanlar, yöneticiyi indirmek için devletin zarar görmesine yine hiç aldırış etmemişlerdir. Son 3-4 yıldır olup biten hâdiseler, bu durumu ortaya koymaya kâfîdir. Bu hâdiselerin en başında tabiatıyla 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü akla geliyor. Çünkü Türkiye’yi 21. asırda; darbeye maruz kalabilen, zaaf içerisinde, ibtidâî bir ülke gibi gösteren ve bu yönüyle ışıltısına gölge düşüren menfur bir hâdise… Ancak bu hâdise olmasaydı bile; yaptıklarıyla 3-4 yıldır ülke gündemine oturan malûm grubun muhalefet anlayışı, -yukarıdan beri anlattığımız- hedefe ulaşmak için çiğnemeyeceği hiçbir ölçü ve değer olmayan ilke yoksunu bir ihânet çizgisidir. İşte yüzlerce insanımızın şehâdetine ve yaralanmasına sebep olan 15 Temmuz’a karışmış olmasalardı bile vicdanlarda mahkûm olmalarına yetecek;

“Memlekete ne olursa olsun, yeter ki filânca adam gitsin!” tavrındaki muhalefet anlayışlarına dair sadece iki örnek:

1. Dünya kamuoyunda Türkiye’nin IŞİD’e yardım ettiği intibâını uyandıracak haberler yapmak. Hâlbuki bu yolla yalnız nefret ettikleri yöneticiye zarar vermiş olmuyorlar, daha sonra hangi hükûmet gelirse gelsin uğraşmak durumunda kalacağı büyük bir gāileye yol açıyorlardı. Ne gibi mi? Meselâ Ermeni tehciri kararını İttihat ve Terakkî hükûmeti, hattâ onların önde gelen birkaç mensubu aldı. Daha sonra gelen hükûmet; bu konudaki suçluları muhakeme edip cezalandırdı, hattâ birkaçını da astı. Daha sonra yalnız hükûmetler değil, rejim değişti, inkılâplar yapıldı, bir asırdan fazla zaman geçti, Ermeni tehciri meselesi hâlâ Türkiye’nin başını ağrıtıyor!

2. Yurt dışında Türkiye aleyhinde lobi faaliyetleri yapmak ve hattâ bu vesileyle Türkiye’ye batının müdahale etmesini sağlamaya çalışmak.

Sanırım bunu açmaya ve başka söz söylemeye hâcet yoktur! Ancak yanlış anlaşılmamak için bir kez daha altını çizelim: Burada muhalefetin varlığını tenkit konusu etmiyoruz. Özellikle siyasî sahada denetimin sağlanabilmesi için muhalefetin varlığı şarttır. Ancak muhalefet; idareciye muhalefet etmekle, ülkeye zarar vermek arasındaki çizgiyi iyi ayırmalı ve asla onu aşmamalı;

“Filânca gitsin de memleket ne olursa olsun!” duygusuyla hareket etmemelidir. Çünkü iktidarıyla muhalefetiyle herkes aynı gemidedir. Gemi batarsa herkes birlikte batar!..