OSMAN NÛRİ TOPBAŞ HOCAEFENDİ İLE «RAMAZÂN-I ŞERİF» MÜLÂKATI

YAZAR : Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

Fahri SARRAFOĞLU: Efendim, bu hasbihâlimizde, mübârek Ramazan etrafında konuşup sohbetinizden istifâde etmek istiyoruz.

Her şeyden önce Ramazân-ı şerif, çok mühim bir ibâdet zamanı. Ramazân-ı şerîfi nasıl idrâk etmeliyiz?

Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Ramazân-ı şerif, bir mü’min için senenin en mühim zaman dilimi… Nasıl 24 saatlik bir gün içinde, seher vakti çok mühim… Bir hafta içinde Cuma günü çok mühim… Sene içinde de Ramazân-ı şerif çok çok ehemmiyetli. Zira Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz lütuflarının, merhamet ve şefkatinin tecellî ettiği bir ay. Zira ayın sonunda bir bayram va‘dediliyor. Bu bayram ki, bu mübârek mevsimin bir şahâdetnâmesi olmaktadır.

Muallâ bin Fadl g şöyle anlatır:

“Selef-i sâlihîn; Cenâb-ı Hakk’a, altı ay kendilerini Ramazân’a ulaştırması için duâ ederlerdi. Geri kalan altı ayda da idrâk ettikleri Ramazân’ı kabul buyurması için duâ ederlerdi.” (Kıvâmu’s-sünne, et-Terğîb ve’t-Terhîb, II, 354)

Dâimâ bir Ramazân-ı şerif ekseninde yaşamaya gayret sarf ediyorlardı. Böylece bütün seneye Ramazân-ı şerîfin feyiz ve bereketini yaymaya ihtimam gösteriyorlardı.

Bazı mesleklerde eğitim seminerleri, kamp ve benzeri programlar yapılır. O günlerde diğer bütün işlere ara verilir, tamamen orada verilen eğitime teksif olunur. Sporda da, mühim bir müsabaka veya şampiyonadan önce mutlaka kamplar olur. Sporcular ihtilâttan men edilir. Böylece gıdâsıyla, vücut kondisyonuyla, yarışmaya tam hazırlık sağlanır.

Dünyevî şeylerde şart olan bu tür zaman dilimleri, elbette uhrevî sahada daha da mühim ve şart. Hele dünyanın bütün meşgalelerinin insanı âhiretten uzaklaştırdığı bu modern câhiliyye zamanında, bu çok daha mühim.

Velhâsıl Ramazân-ı şerif, rûhâniyetiyle Peygamber Efendimiz’le beraberlik sırrına eriştirmeli. Hayatlarımıza; asr-ı saâdete götüren bir kapı, bir pencere açmalı. Oradan gönüllerimize bir bâd-ı sabâ esmeli.

Fahri SARRAFOĞLU: Efendim, Ramazân-ı şerif en başta oruç demek. Oruca dair neleri hatırlamalıyız?

Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Âyet-i kerîmede;

“Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” buyuruluyor.

Demek ki, oruç çok mühim bir terbiye vasıtası. Âyetin sonunda da, bu ibadetin hikmeti ifade edilerek:

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

“Takvâya erişesiniz diye…” (el-Bakara, 183) buyuruluyor.

Oruç; takvâya, Allah’tan hakkıyla korkarak, ittikā etmeye bir merdiven.

Oruç helâlleri bile riyâzat içinde kullanmayı öğretir. Böylece haramlardan ve kerâhetlerden tamamen uzak kalabilmeyi tâlim eder.

Her ibâdetin bir zâhiri bir de bâtını var:

Orucun zâhiri, fecirden gün batana kadar yiyip içmemektir. Fakat orucun bâtını, dile ve kulağa da oruç tutturmaktır. Yani yalan, gıybet, tecessüs ve benzeri haram sözleri söylemekten ve dinlemekten uzak durmaktır.

Oruca hazırlık için sahura kalkıyoruz. Bu da aslında mânen yıl boyunca sehere kalkmanın bir terbiyesi, bir alıştırması olsun diye lutfedilmiş.

Gündüz acıkmamak için nasıl sahurda kalkıp bir şeyler yemek-içmek lâzım ise; gündüzü haramlardan korumak, mâneviyat zırhıyla bezemek için, seherlerde Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etmek lâzım.

Fahri SARRAFOĞLU: Efendim; «Ramazân-ı şerif, ferdî ibâdetler yanında içtimâî ibâdetleri artırma ve büyük bir cömertlik seferberliğidir.» diyebilir miyiz?

Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Elbette. Ramazân’ın içtimâî faaliyetleri; takvâ, cömertlik, merhamet ve tevâzu gibi ahlâkî hasletler içinde sergilenir.

Fakat, Ramazân’ın içtimâî faaliyetleri, kendi muhtevâsında olmalıdır: Terâvih saatinde Ramazan eğlencesi, tiyatrosu vs. tertip etmek ve oralara gitmek hazin bir israftır.

Elzem bir faaliyet:

Mukabele var.

Peygamberimiz her Ramazan’da Cebrâil u ile birlikte o zamana kadar nâzil olan Kur’ân’ı mukabele usûlüyle karşılıklı okuyordu. Mübârek ömrünün son senesinde bunu tamama ermiş Mushaf ile iki kere gerçekleştirdiler. Bugün mukabele geleneği buna dayanmakta.

Terâvih de Ramazân-ı şerîfin bir bereketi. Onda da huşû ve tâdîl-i erkâna riâyet zarûrî.

İnsan lezzetli bir sofradan alelacele yiyip kalkmaz. Sindire sindire lezzetleri tatmak ister. İbâdetleri de rûhâniyetine vara vara edâ etmek lâzım.

Bugün insanlar saatlerce bir televizyon programının karşısında oturuyor. Niçin namazı aceleye getirecek?

Önceleri;

Ramazân-ı şerifte bol bol iftarlar verilirdi. İftar verilirken sadece zenginler değil, herkes sofrasını imkânları nisbetinde açardı. Yine gelenlere ihtiyaçlarına göre bir de diş kirası adı verilen hediyeler takdim edilirdi.

Günümüzde de iftarlar veriliyor fakat, bazen iftar verenin gövde gösterisine dönüşüyor. Aynı hususta aslen iki şeye dikkat edilmeli:

Birincisi: Lüks, israf kabîlinden hareketlere saparak gövde gösterisi yapmak değil, mütevâzı bir cömertliğin ihtişamı sergilenmeli.

İkincisi: Davetlilerin tespitinde, zengin-fakir farklılığı yapılmamalı. Kimse istihkār edilmemeli. Her seviyeden bütün din kardeşlerine açık olmalı. Bu hâl, kardeşliği artırır. Çünkü gönülden yapılan her ikram, kalpleri muhabbetle fetheder.

Fahri SARRAFOĞLU: Efendim, medeniyetimizde Ramazan böyle bir hayır seferberliği hâlinde yaşanıyordu. Bunlardan misaller verir misiniz?

Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Eskiden mahalle esnafında «Zimem Defteri» denilen veresiye defterleri vardı, Osmanlı zamanında. Hayır yapmak isteyen kişiler dükkâna gider, bu defterlerden en mağdurların sayfalarını açtırıp o imkânı olmayan gariplerin borçlarını onların haberi olmadan öderlerdi.

Alanın veren karşısında ezilmemesi, rencide olmaması için ne büyük bir hasenat şekli.

Kimin borcunu ödediğini bilmiyor. Borcu ödenen kişi de kimin ödediğini bilmiyor. Lâkin Allah biliyor!

Cenâb-ı Hak, bütün mü’minleri birbirine zimmetlemiştir. Fakir zengine zimmetlidir. Zengin de fakirin duâsına muhtaçtır. Belki zenginin, fakirin duâsına muhtaçlığı, daha ziyadedir. Belki zengin, fakirin duâsı sebebiyle daha kârlı durumdadır.

Güzel bir kıssadır:

Sultan III. Mustafa, bir Ramazan akşamı iftar için Şeyhülislâm Mehmed Emin Efendi’ye gider. Bir ara Şeyhülislâm’a;

“–Efendi, konağınız şehirden pek uzak. Şöyle yakın bir muhitten ev bulsanız da sık sık sohbetinizle mütelezziz olsak.” der.

Mehmed Emin Efendi de;

“–Sultanım, size yakın bir yerden de ev bulmak sayenizde mümkündür, lâkin şu civarın hâneleri hep mutfaksızdır. Sabah-akşam yemekleri fakirhâneden gider. Bu sebepten buradan ayrılmak istemem.” cevabını verir.

İşte merhametin mücessem şekli.

Fahri SARRAFOĞLU: Efendim, son olarak ne buyurursunuz?

Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Cenâb-ı Hak, bize Ramazân-ı şerif içinde Kadir Gecesi’ni lutfediyor ve;

“Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır.” (el-Kadr, 3) buyuruyor.

Kadir Gecesi’nin bin aydan hayırlı olması, Kur’ân’ın o gece nâzil olması vesilesiyledir.

Demek ki; en büyük lütuf Kur’ân-ı Kerim’dir.

Cenâb-ı Hak, Ramazân’ı yaşayıp da mağfirete eremeyenlere; “Yazıklar olsun!” buyuruyor. Sonsuz ilâhî bir lütuf karşısında böyle bir nasipsizlik, çok ağır bir hüsrandır.

Eğer Ramazân’ı hakkıyla edâ edebilirsek, o zaman bayram sabahı bizim için bir icâzet merasimi olur. Bir şahâdetnâme alma günü olur. Bu şahâdetnâme bize Allâh’a ne kadar yakın olduğumuzu gösterecektir.

Allâh’a kullukla geçen bir Ramazân’ın sonunda, Rabbimiz bayram lutfediyor. Aynı şekilde, kulluk ile geçen bir ömrün sonunda da Rabbimiz «Son Nefes Bayramı»nı ihsân eder inşâallah.

O bayrama nâil olabilmek için de; kavuştuğumuz bayramlarımızı birer tatil günü değil, hepsini yine içtimâî kardeşlik günleri olarak görmek gerekir. Çünkü;

Garip, fakir, kimsesiz ve yalnızların gönüllerini alabilmek; komşu ve akrabalarımız ile kardeşlik bağlarını artırarak onların da kalplerini fethetmek zarûrîdir. Tâ ki idrâk ettiğimiz fânî bayramlar, ebedî bayramlara köprü olsun!

Rabbim nasîb eylesin.

Âmîn!..