UNUTMAM HİÇ!

ŞAİR : SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

«100»lerce beyte sığmayacak gerçekleriyle;
YÜZ YIL ÖNCE ve YÜZ YIL SONRA…

Unutmam hiç; kızıl sultandı dün Abdülhamid gûyâ,
Yalandan sahneler, tüm perdeler yırtıldı ey dünyâ!
O eşsiz pâdişah hakkında yâd eller, neler yazdı?
Büyük coğrafyamızdan pay koparmak, başka olmazdı.
O gün, madden zayıftık biz, kifâyetsizdi imkânlar,
Fakat doğmuştu bir imkân ki, erken gördü düşmanlar:
O petrol yurdu kaynaklar, bütün bizdeydi, tek toprak,
Bizim kalsaydı, artık muhtemel olmazdı hiç yıkmak!
Dev imkânlarla tekrar şahlanır Osmanlı, kükrerdi,
Köpekler, tilkiler, olmazdı keyfin kanlı nâmerdi.

Bu yüzden haçlılar, Abdülhamid hıncında uzlaştı,
Alevlendikçe en düşman tavır, bâzen de buzlaştı.
Yuh olsun, her barıştan vazgeçip kin kustular, illâ,
«–Yıkılsın, yazdılar; Osmanlı, tekrâr olmadan âlâ!»
Unutmam hiç; o gün taksîm edip yutmak için yurdu,
«–Hür olmak işte ey millet!» diyen diller, tuzak kurdu.
Hür olmak lâftı, maksat, tâ derinden bir esâretti,
Fakat Abdülhamîd engeldi; düşman cephe, nefretti:
Bu nefret, pâyitahtın tâcı bir insâna, barbarca,
«–Çamur at, iz bıraksın!» türde suç yağdırdı yıllarca.
Güzel nem varsa hür yurdumda, îlân ettiler çirkin,
Özel hamleyle püskürttükçe Sultan, yazdılar hâin.
O hunharlar, boğazlardan tutup takmak için halka,
«–Saray düşman, biziz cânan!» deyip yaklaştı saf halka!
Muhakkak vardı her tezgâhta cambaz tilkinin kürkü,
Kolay kandırdılar böldükçe mü’min Kürt, Arap, Türk’ü.
Güneşler söndü, aylar soldu, her gün çöktü bir zulmet,
Hücumlar her taraftan geldi, çağlar gitti, ey millet!

Unutmam hiç; gavurlar, her çeşit taktikle cephemde,
Sıcak bir yüz, soğuk bir çehre, her şey oldular, hem de;
Bu cennet yurdu sis gösterdi onlar, söz satın aldı,
Hıyânet neşriyatlar kurdurup bir verdi, bin çaldı.
O meşhur çıngırak diller, yalanlar yaydı çengelli,
Hedef; hünkâra taş, küffâra yoldaş çalgıdan belli!
Ne işler gizli, candan dost olup düşmanca iknâda,
Ne sırlar açtı son târîhe İstanbul, bu mânâda!
Unutmam; her tezat, fink attı, yoktan fitne uydurdu,
Biraz alkış, gavur ağzıyla, bin yanlış konuşturdu!

Unutmam hiç; o gün dıştan ve içten patlayan yivler,
Ne densiz martavallar yığdı, çöplük oldu arşivler:
Gavur ağzıyla kasten dendi hür bir devre istibdat,
Bir istibdat mıdır; devlet için, millet için imdat?
Gavur ağzıyla, kasten yazdılar: «Abdülhamîd eğri!»
Yazan diller, vatan kalbinde bir hançerdi sipsivri!
Gavur ağzıyla, baykuş dendi bülbülden güzel Hân’a,
Diyen kim, kendi kor sıçrattı cennet bir gülistâna.
Gavur ağzıyla, Sultan, sanki bir müsrifti, hırsızdı,
Büyük Hâkan deyip sevdikçe biz, onlar neden kızdı?
Gavur ağzıyla hiç derman değil, müthiş yasakçıymış,
Sokaklar, caddeler, kimler ne eyler, pek merakçıymış.
Gavur ağzıyla korkak yazdılar, evhamlı, hem sinsi,
Muhâlif çevreler vay, sözde bir bir boylamış hapsi.
Gavur ağzıyla, kâfir dendi en has müslüman kalbe,
Ezansız kaldı âh, Abdülhamid’siz taş kalan kubbe!
Gavur ağzıyla, haydut dendi, en kıymetli vicdâna,
Ne dehliz iftirâlar aktı her yandan temiz câna!
Gavur ağzıyla hep, en zorba, en kātil herif dendi,
O yalnız merhamet tâcıydı, heyhat, tersi söylendi.
Gavur ağzıyla, gaddarmış da, kan dökmüş bu milletten,
Felâket, dendi: «–Herkes, haydi kurtulsun o illetten!»

Unutmam hiç; bütün balçıklı diller, pis hipokratlı,
Hakîkat hepsinin tam zıddı, tüm gerçekler ispatlı!
Devirler belli: «–Her yüz yılda gelmez, ince dâhîler!»
Cihan duysun, Prens unvanlı Bismark îtirâf eyler:
«–Bütün dünyâda, farzetsek, akıllar yüz gram sâde,
Bilin; doksan gram Abdülhamîd’in, beş gram bende!
Kalan son beş gram, toplam siyâsîlerde toplam pay!»
Bu tür tesbîte rağmen diş gıcırdarken çekip vay vay;
Gavur ağzıyla, kasten dendi: «–Sultân, en fenâ sancı!»
Terör bir tip için; «–Ey, dendi lâkin; şanlı bir avcı!»
Unutmam hiç; Büyük Hâkān’a kimler kuytu kazdıysa,
Unutmam; jön ve bön, tam kopya, câsuslar ne yazdıysa!
Gavur ağzıyla, çok şey saydılar, hattâ Yezit dendi,
Fakat Sultan, Hüseynî ruhlu, af ehliydi, bizdendi!
Gavur ağzıyla, Hünkâr’ın, paraymış dîni, îmânı,
Bilen bilmez mi, herkesten cömert insaflı Sultân’ı?
Gavur ağzıyla, despot dendi, cellât dendi, ur dendi,
O şefkat etse kaç kez, görme hiç, on misli vur dendi.
Gavur ağzıyla, garbın bedduâ fışkırdı neşrinde,
Ne katran sayfalar, hin dergiler, birleştiler kinde.
Gavur ağzıyla, hem nankörce; «en dinsiz belâ» dendi,
Unutmam hiç; çakallar, halt edip Hünkâr’a söylendi.
Gavur ağzıyla; «–Câiz, dendi; isyân eylemek Türk’e!»
Büyük Hâkān’ı tahtından düşürmek oldu tek ilke.
Gavur ağzıyla; «–Sultân, intikam derdindedir!» dendi,
«–O düşsün, yoksa İsrâil kurulmaz!» fikri beslendi.

Unutmam hiç; o gün, son dengeler başkaydı dünyâda,
Değişmekteydi atlaslar, hudutlar, kanlı rü’yâda;
Filistin’den, yahûdîler de toprak istiyorlardı;
«–Satın ücretle; tüm dış borcunuz bitsin!» diyorlardı.
Roçilt destekli bir Herzıl, derin bir köstebek gayret,
Gelip kurmak için Osmanlı’nın mülkünde bir devlet,
Rakamlar va‘dederken kovdu Sultan: «–Sus, defol burdan,
Vatan, aslā satılmaz! Bir karış satmam, o toprak, can!
Filistin canda tahtımdır; Kudüs, mîrâc-ı bahtımdır,
O mülkün şahsı, şahsımdır, satılmaz küfre, ey cazgır,
Bu can tendeyken iznim yok!» deyip lâ çekti ısrâra;
Unutmam; kirli maksatlar, o gün çıldırdı Hünkâr’a!
O gün, cennet-mekân, Abdülhamid Hân ismi, çok şanlı,
Hatırlıyken, değersizleştirilmek üzre, en yanlı,
Rezil kampanyalar, her yerde patlak verdi bir anda,
Yoğun tazyikle kışkırtıldı dost iller de düşman da!
Kovulmaktan, tüterken şer, tüterken kahrolan monşer,
Güneş bir zâtı, zindan morgu zannettirdi telkinler!

Unutmam; müslüman coğrafyalardan sevgi çağlarken,
Bütün mü’min diyarlar, yâd edip minberde ağlarken,
Coşarken hutbelerden yükselen Abdülhamid nâmı,
Halîfemdir benim derken bu arzın ehl-i İslâm’ı;
Gidilmiş kıt’alardan baht örerken kopmayan bağlar,
Vatan ufkunda tekrar yaklaşırken en güzel çağlar;
Unutmam hiç; hemen çekmek için bin bir belâ seddi,
Gavurlar, seçtiler hem toplu imhâ, hem de her reddi!
Unutmam; topyekûn devrânı tahrîk ettiler her gün,
Şifâmız tamdı; kasten yazdılar: «–Sağlam değil, ölgün!»

Gavur ağzıyla, kasten dendi: «–Artık, çâresiz hasta!»
Yarım doktorların avcunda, mikroplandı son pasta.
Gavur ağzıyla; «–Yıldız, zevk için hoyrat saray!» dendi,
Saray lâf; «–Doğrulan millet yıkılsın!» kasdı işlendi.
Gavur ağzıyla aynen dendi: «–Nemruttan beter ölsün!»
Ve aynen dendi: «–İslâm ağlasın, yalnız gavur gülsün!»
Bu berbat gāyedir, dünyâyı hâlâ eyleyen hurda,
Ne mel’ûn ayrılıklar, gayrılıklar soktular yurda.
Hazindir, indi Hân Abdülhamid, yükseldi bin bir âh!
Peşinden onca yıllar geçti, lâkin, dinmiyor eyvah!

O feryatlar, bugün her yanda hıçkırmakta, kim hâriç?
Şu mâsumlar ve mazlumlar, neden yalnız; unutmam hiç!
Onun devrilmesinden sonra her işgalci, gelmiş tiz,
Demiş: «–Abdülhamid devrildi tahtından, kazandık biz!»
Kazanmış bir taraf kâfirse, kimdir kaybeden millet?
Kazanmış haçlı, sen kurtulmuşun; yok böyle bir zillet!
Gavur ağzıyla Balkanlar verilmiş, gel de kahretme;
Hür olmak, yurdu vermek miydi kurşun sıkmadan zulme?
Gavur ağzıyla dırdırdan, mukaddes ninniler bitti,
Hür olduk zannederlerken büyük coğrafyalar gitti.
Çıkar kırk tilkiden, elbet bir aslan postu sanmışlar,
Bölünmek zehri içmiş bâzı âlimler de kanmışlar!
Gariptir, halk kavî durmuş, fakat bilgiç akıllar kıt,
Terakkî, ittihat yüzler de, zâten en başından zıt;
Dışardan sızdı hınzırlar, içerden kimler aldandı,
Oyunlar öyle bir oynandı, tüm cennet vatan yandı.
Beyin tahrîb olurken, oldu dev endam, cüceylen bir,
Bir azgınlaştı düşman hattı, diş gösterdi her vampir!
Hamiyyetsiz alınlar çıktı, câzip maskeler taktı,
Kalem Osmanlı, imzâ haçlının, onlar neler yaktı!

Unutmam hiç; bugün hâlâ oyunlar aynı, gör hâli,
Uyan ey fâtihânın, ey Selîm’in şimdi ey nesli!
Ufuklar bekliyor senden; gelen günler ne, târih ne?
Dışardan alma, kendinden alıp yaz, doğrulur karne!
Ne olmuştur, ne bitmiştir, ne devrân eyliyor fikret;
Uyan, hiç düşmemiştir mânevî Abdülhamîd, elbet!
Devâm etmiş peşinden hutbeler nâmıyla çok yerde,
O’nun öz mülküdür hâlâ Filistinler yüreklerde.
Kudüs’ten çünkü Son Peygamber’in Allâh’a mîrâcı,
Budur, Abdülhamîd’in, gökte düşmez mânevî tâcı!
O düşmez tâcı düşmanlar beğenmez, çatlar elbette,
Bu yüzden bombalar ülkemde hâlâ patlar elbette.
Unutmam hiç; bu yüzden dün neler olmuş, neler denmiş;
Unutmam hiç; vatanlar, kanlı petroller, neler yenmiş!
Büyük Hâkān’ın ardından neler mahvoldu hicranla,
Seninken, ey nesil, kaybettiğin kudret, nedir, anla:

O’nun hür devri istibdat değildir, halka imdattır,
Vatan kalbinde bir sevdâ, gavur ağzında feryattır!
Gavur ağzıyla, zâlim dendi en âdil hükümdâra,
Otuz üç yıl direncinden helâl olsun bu serdâra!
Muazzam bir nefes aldık, otuz üç yıl direnciyle,
Bu topraklarda kök saldık, otuz üç yıl direnciyle!
Otuz üç yıl direncin mührü, zîrâ, ölmez îmandır,
Helâl olsun o ölmez mühre, en kuvvetli fermandır!
O îmandan nihâyet doğdu tekrar milletin kendi,
Dehâ Abdülhamid’den gövdeler, dallar filizlendi.

Unutmam hiç; o îman çünkü Son Peygamber’in sırrı,
Unutmam hiç; zaferler, hep o îman sırrının kârı.
Unutmam hiç; Boğaz Harbi’nde gālip güç, o îmandı,
Unutmam hiç; son istiklâlde sâhip güç, o îmandı.
Unutmam hiç; o îman her zaman kurtardı, hep yendi,
Bu halk, Allah deyip birlikte haykırdıkça güçlendi!
Unutmam hiç; o îmân üzre dâim memleket dimdik,
Yarın, cennet eder dünyâyı, tekrar, bir çınar diktik!

Büyürken dev çınar, tüm eski düşmanlar, telâşlandı,
Gavur ağzıyla, tekrar her çeşit ifsâda başlandı!
Maşaylan zulmederlerken melekten tatlı şeylerdi,
Bir onsuz kaldılar, timsahtan azgın çıktılar, şimdi;
Gavur yüzlerde zâten uymayan maskeydi insanlık,
Düşen her maske şâhit: Onların dâvâsı, şeytanlık!
Görün; bir yerde onlar varsa, mazlumlar kan ağlardır,
Görün; onlarda ancak hak-hukuk zâlim için vardır!
Görün; azgın gavurlar, hep figan doldurdu âfâkı,
Görün; onlar, domuzdan fazla çiğnerler her ahlâkı!
Filimler aynı, ithamlar, zehirler aynı; ey millet!
Gavur ağzıyla hırçın söylenenler, aynıdır; def et!

Unutmam hiç; dedemden ayrı bir sevdâda yok pâye,
Gavur ağzıyla olmak hür, boyanmış tasma, dar kolye!
Zulüm, gerdanda çan çan halkalar, yıllarca inletti;
Ezan, Kur’ân, ne var; susturdu, dinsiz nağme dinletti.
Ne olsun olmasın bahsinde onlar öyle gaddardı,
«–Gavurlardan sorulsun, halka sormak yok!» diyorlardı.
Bu menfur hâli millet gördü, gür haykırdı âzâde:
«–Sorulmaz hür karar düşmâna, ey dünyâ, mühür bende!»
Zeminden Arş’a dek mest etti içten güçlenen efkâr,
Unutmam; kendi bağrından büyürken memleket; tekrar,
Dışardan: «–Düşsün ay yıldız, kazansın haçlılar!» dendi,
İçerden, ey nesil; aldanma, garbın aynıdır fendi.
Bu mü’min milletin hakkında isterler derin âfet,
Herifler çok açıktan söylüyor: «–Yensen de sen kaybet!»
Taşarken ufka biz, onlar bu yüzden taştı nefretle,
Gavur ağzıyla, isyân ettiler, en kahpe lânetle!..

Hemen dur çekti gāzîler, şehidler; çekti gökler: «Hû!»
Neler yazdırdı tüm dünyâya «On Beş Temmuz»un rûhu!
O rûhun şânı, sonsuzdur, asırlar geçse, alkışla!
Unutmam hiç; cihan kalkıştı, îman yendi kalkışla!

Unutmam hiç; nasıl bir şeydi yüz yıl önce girdaplar,
Unutmam hiç; niçin oynandı yüz yıl sonra bir tekrar!

Eğer Abdülhamidler, Erdoğanlar, almayıp gardı,
Boyun bükseydiler, tüm haçlılar, alkış tutarlardı.
Demezler başka şey, en kahraman îlân ederlerdi,
Karış toprak bırakmazlar, bütün bir mülkü yerlerdi.
Unutmam hiç; yok etmek, tek plândır haçlı ellerde,
Bakın; İspanya’nın bağrında mü’min Endülüs nerde?
Tamâmen kestiler milyonla mâsum müslüman halkı!
Bizim, devranda yokluk, onların varlık mıdır hakkı?

Gavur ağzıyla haklar, lâf, tümörlerden beter apse,
Konuşsun milletin ağzıyla bir, her kim bu milletse!
Uyan, kan ağladın yüz yıldır ey göz, zulme aldanma;
Yarınlar, hakka ancak tam evetten başka şey sanma!
Uyan, ey milletim! Vur mührü tekrar, vur evet şânı,
Sakın mağlûp olup milletçe gālip etme düşmânı!
Uyan, düşmanla ancak tutsağız, biz, bizleyiz özgür,
Uyan, Abdülhamîd ufkunda düşmezsen, yaşarsın hür!
Uyan, pişmân eden türden tekerrür etmesin târih,
Yaşanmış sancıdan ders al, tekerrür eylesin Fâtih!
Unutmam; bir vatan birlikte, can dirlikte hiç solmaz,
Bu halk, Allah deyip koştukça, şahlandıkça alt olmaz!

Karanlık sayfalar, artık, temiz, ak bir kitâb olsun,
Kitâbın şartı, ey Seyrî, bu gerçekler hitâb olsun!

Akmescid / Sancaktepe / İstanbul
vezni:
mefâîlün / mefâîlün / mefâîlün / mefâîlün