Şanlı Mâzimizden Seçme Nükteler ÂH EFENDİM…

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR

m_hidir_1

ÂH EFENDİM…

Hazret-i Hüseyin -radıyallâhu anh-, 10 Ocak 626’da Medine’de doğdu. Ağabeyi Hasan ile birlikte tâbiînden Ebû Abdurrahman es-Sülemî’den kıraat öğrendi. Hazret-i Osman ve babası Hazret-i Ali -radıyallâhu anhümâ- zamanında yapılan seferlere ağabeyi ile birlikte iştirak etti.

Muâviye’nin vefatından sonra Şamlılar Muâviye’nin oğlu Yezid’e bey‘at ettiler. Yezid’in iktidarı ele almasından sonra Kûfeliler Hazret-i Hüseyin -radıyallahu anh-’a mektuplar göndererek onu davet ettiler. Yanlarına geldiği takdirde kendisini «Emîrü’l-Mü’minîn» ilân edeceklerini söylediler. Bunun üzerine Hazret-i Hüseyin Kûfe’ye gitmeye karar verdi. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh- ve tâbiînin ileri gelenleri onu bu karardan vazgeçirmek istedilerse de muvaffak olamadılar.

Az sayıda bir birlikle yola çıkan Hazret-i Hüseyin -radıyallâhu anh-, Hurr bin Yezid’in ordusu ile karşılaştı. Bu ordu onları Kerbelâ’ya doğru sürükledi. Kerbelâ’da Hazret-i Hüseyin -radıyallâhu anh- ve beraberindekiler 10 Muharrem 61’de (10 Ekim 680) şehîd edildi. Kabri, Kerbelâ’daki türbesindedir.

***

Hazret-i Ümmü Eymen anlatıyor:

Bir gün Peygamberimiz -sâllallâhu aleyhi ve sellem- abdest aldı. Sonra namaz kıldı. Bir ara ellerini kaldırıp duâ etti. Sonra başını göğe doğru kaldırıp uzun uzun duâ etti. Baktım, ağlıyordu. Yere doğru eğildi. O esnada beş yaşındaki torunu Hüseyin gelip sırtına çıktı. Dikkat ettim. Hazret-i Peygamber -sâllallâhu aleyhi ve sellem-’in ağlaması arttı. Ben ve Fâtıma bu manzaradan etkilendik. Doğrusu bir şey de anlayamadık. Hayret ettik. Ben sordum:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü ne oldu size? Niye bu kadar ağladınız?”

O şöyle cevap buyurdu:

“–Az önce Cebrâil bana geldi ve bu torunumun şehid olacağını haber verdi.” (Semhûdî, Vefâü’l-Vefâ, 1-2/469)

m_hidir_2

ESRARLI MEKTUP

Nizâmülmülk, 10 Nisan 1018’de Horasan’da doğdu. Annesini henüz bebekken kaybeden Nizâmülmülk’ün eğitimiyle babası ilgilendi. Nizâmülmülk, Kur’ân-ı Kerîm’i ezberledikten sonra muhaddislerden hadis rivâyet etti. Ayrıca devrin meşhur âlim, edip ve şairlerinin sohbet meclislerine ve derslerine katılıp inşâ ve hitabet sanatında ileri bir seviyeye ulaştı.

Nizâmülmülk, bir süre Melik Alparslan’ın veziri tarafından idarî hizmetlerde görevlendirildi.

Kaleme aldığı «Siyâsetnâme» (nasîhatü’l-mülûk) adlı eser, türünün en güzel örneklerinden biri olarak kabul edilir.

Nizâmülmülk, bir bâtınî suikastçisi tarafından 14 Ekim 1092 tarihinde şehid edildi. Kabri, İsfahan’daki türbesindedir.

***

Büyük Selçuklu veziri Nizâmülmülk’ten fakir ve güçsüz bir kadın yardım ister. Nizâmülmülk de durup onunla konuşmaya başlar. Bunun üzerine hizmetçilerinden biri gelip kadını onun yanından uzaklaştırmak ister. Bu davranış Nizâmülmülk’ün hoşuna gitmez ve;

“–Ben seni; bu gibilerin yardımına koşasın diye aldım, sen ne yapmaktasın?” diyerek onu azarlar ve uzaklaştırır.

***

Yine bir gün adamın biri, Nizâmülmülk’ün aleyhinde bir yazı yazarak sultanın memleketlerinde ne kadar malı olduğunu ve ne gibi vergiler alındığını anlatmıştı. Daha sonra bu kâğıdı sultanın namaz kıldığı yere bırakmıştı. Sultan yazılanları dikkatlice okuduktan sonra vezirine dönerek;

“–Bu mektubu al, eğer bunu yazanların yazdıkları doğru ise bu yanlışları düzelt. Eğer yalan söylüyorlarsa onların hatalarını bağışla ve onları öyle mühim işlerle meşgul et ki insanları aldatmaya vakit bulamasınlar.” demiştir.

m_hidir_4

CEP DELİK, CEPKEN DELİK…

Fâik Ali OZANSOY, 10 Mart 1876 yılında Diyarbakır’da dünyaya geldi.

Müstakîm ol Hazret-i Allâh utandırmaz seni!

nakaratlı şiirin sahibi Said Paşa’nın oğlu ve Süleyman Nazif’in kardeşidir.

Çocukluğunu Diyarbakır’da geçiren şair, ibtidâî, rüşdî ve kısmen idâdî tahsilini burada gördükten sonra İstanbul’a geldi. Mülkiye Mektebi’ne girerek lise ve yüksek tahsilini tamamladı.

Yıldızlı semâlardaki haşmet ne güzel şey!

Mehtâba dalıp yâr ile sohbet ne güzel şey!

Dünyâmızın üstünde bütün ruhlar uyurken;

Yıldızların altında ibâdet ne güzel şey!

mısraları ve benzeri mısralarda göze çarpan şiir kabiliyeti, babası Said Paşa ve her biri dîvan sahibi dedelerinden gelmektedir.

1931 yılında emekliye ayrılan şair, kendisini yazı hayatına verir. Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âtî başta olmak üzere edebî hareketlerin içerisinde yer aldı. Fâik Ali, 1 Ekim 1950’de geçirdiği bir kalp krizi sonucu vefat etti. Kabri, İstanbul’dadır.

***

«Şâir-i Âzam’a Mektup» adlı 1922’de yazılmış ve 1923 yılında yayınlanmış olan eseri, Fâik Ali’nin Abdülhak Hâmid’e hayranlığının ve bağlılığının bir vesikası niteliğindedir. Âyan Meclisi’nin feshiyle beraber açıkta kalan ve Viyana’da sefil bir hayat süren Hâmid’in çektiği sıkıntıları dile getirdiği «Hasbihâl» adlı eserine cevâben yazılan bu eserde onun hâlini;

Yâ Rab ne hayat! / Cepler delik az çok…

Lâkin ne zarar var ki delikten düşecek yok.

mısraları ile ifade eder.

m_hidir_3

YETİŞMİŞ İNSAN FARKI

Asıl adı Mehmed olan Molla Hüsrev, ilk eğitimini Rum vilâyetinde aldı. Bursa’da Molla Fenârî’nin oğlundan icâzet aldı.

  1. Murad’ın, saltanatı oğlu Mehmed’e terk etmesi sırasında 1444’te kazaskerliğe getirildi. Fethin ardından İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey’in vefatı üzerine 1459’da İstanbul kadılığına getirilen Molla Hüsrev’e ayrıca Galata ve Üsküdar kadılıkları ile Ayasofya Medresesi müderrisliği de verilmiştir.

Fatih Sultan Mehmed, büyük bir saygı ve sevgi gösterdiği ve; «Zamanın Ebû Hanîfe’sidir.» dediği Molla Hüsrev’i 1473’te İstanbul müftülüğüne getirdi.

Molla Hüsrev, 1480’de vefat etti. Cenazesi Bursa’ya götürülerek Hüsrev Medresesi’nin hazîresine defnedildi.

***

Zembilli Ali Cemâlî Efendi, Manisazâde Muhyiddin Mehmed Efendi gibi talebeler yetiştiren Molla Hüsrev’e bir gün Sultan;

“–Talebelerin arasında en iyisi kimdir?” diye sorunca Molla;

“–Manisazâde.” der. Padişah;

“–Sonra kimdir?” diye tekrar sorar. Molla;

“–Manisazâde.” diye cevap verir. Sultan;

“–O iki kişi midir?” deyince Molla;

“–Hayır. Fakat bin kişiye değer bir kişidir.” diyerek yetişmiş insanın ehemmiyetine vurgu yapar.