GENÇLERİMİZİ EĞİTMEK

YAZAR : H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

h_k_ergin-SAYI140
İnsanı bir damla sudan yaratan Rabbi; ona yaşamayı isteyen bir nefis, düşünmeyi isteyen bir akıl, hissetmeyi isteyen bir kalp ve idrak etmek isteyen bir ruh vermiştir. Elbette keremi bol Mevlâ’mız insana bu mânevî ihtiyaçlarına uygun mânevî gıdalar da var etmiştir. Nefsine tecrübe edeceği çeşitli hâdiseler, aklına düşünüp fehmedecek ilimler, kalbine çeşitli hisleri tanıyacağı hâller, rûhuna idrak edeceği mücerred kavramlar yaratmıştır.

Rabbi insanı bu dünyada âdeta çok yönlü bir eğitim, terbiye ve imtihanlardan geçirerek yetiştirmektedir. Bu serüvenin nihaî maksadı ise, mâneviyatımızın bütün bu tecrübelerle olgunlaşıp gelişmesi neticesinde Rabbinin yüceliğini idrak etmemiz ve böylece güzel bir kul olmamızdır.

Peygamberler insanlığın muallimleridir. Allah Teâlâ ilk insanı peygamberlik vazifesiyle göndermiş, yarattığı günden beri insanoğlunu eğitimsiz ve rehbersiz bırakmamıştır.

Allah -Zülcelâl- bir âyet-i kerîmede şöyle buyurmuştur:

“Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allâh’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i İmrân, 164)

Çünkü Rabbimiz insana, diğer mahlûkāta vermiş olduğu mânevî kabiliyetlerin her birinden bir nümune vererek bizi âdeta âlemin gözbebeği gibi yaratmıştır. O gözbebeğinin basîret nûru ise, peygamberlerin getirdiği vahiy ve hikmettir. Başta peygamberler olmak üzere mânevî rehberler, insana «insan» olmanın yolunu gösterir.

İşte insanların birbirine halef olarak dünyaya gelip cemiyetler oluşturmaları, ilim, irfan mektepleri teşekkül ettirmeleri de insanın akıl ve gönül dünyasının zenginleşmesine vesiledir. En büyük muallim ve mürebbî olarak Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yetiştirdiği nesiller; insanlık tarihinin akışını değiştirmiş, insanlığı saplandıkları bataktan kurtarıp yüce ufuklara yönlendirmiştir. Biz de, âhirette hesabı sorulacak bir emânet olan evlâtlarımızı yetiştirirken, mutlaka Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in insan yetiştirme usûlünden ders almalıyız.

Peygamber Efendimiz’in çocuk eğitimiyle ilgili sünnetine baktığımızda, her bir insanın kabiliyetine uygun vazifeler yükleyerek mes‘ûliyet duygusunun gelişmesine büyük önem verdiğini görüyoruz. Başta küçük yaştan beri Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in terbiyesi altında yetişmiş olan Hazret-i Ali -kerremallâhu vechehû- olmak üzere, gençleri eğitip yetiştirdikten sonra her birine liyakatine uygun vazifeler vermiştir.

Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e, İslâm dâvâsındaki samimî gayretinin mükâfatı olarak, yüreği temiz gençleri meylettirerek yardım etmiştir. O zamanın en istîdatlı gençlerini güzelce yetiştirip, kabiliyetlerinden İslâmî hizmetlerde faydalanmayı nasip etmiştir.

Dünyadaki bütün medeniyetler; kalbi henüz dünya hırslarıyla katılaşmamış, kendilerine anlatılanları can kulağıyla dinleyen, öğrenen ve samimiyetle inanan gençlerin fedâkârca hizmetleri sayesinde yükselmiştir. Çünkü gençlik döneminde, insanın aklı ve gönlü yeni bir habere açıktır; yaşlılıktaki gibi o zamana kadar görüp alıştığı düşünce biçimine saplanmış değildir.

Beden ve ruh gücünün zirvesinde olan gençlerin zekâsı parlaktır ve hâdiselere yeni bir açıdan bakabilecek esnekliğe sahiptirler. En önemlisi de gençlerin duyguları coşkundur, kalbi yumuşak toprak gibi hangi sevgiler ve inançlar ekilirse onu yeşertmeye elverişlidir. Bu sebeple, gençler kendilerine bir gaye gösterilirse bütün varlıklarını o gayeye adamaya uygun yapıdadır.

Bugün batılı pedagogların da kabul ettiği bir gerçek var; çocuklarından beklenti içinde olan anne-babaların çocukları daha iyi yetişiyor. Yapılan araştırmalara göre anne-baba çocuğa bir vazife verip başarmasını beklediği zaman, çocuk da kendisinde bunu başarma gücünü buluyor. Ama vazife vermemek; «Sen yapamazsın!» demenin diğer şekli oluyor.

Bu sebeple çocukları pek de çocuk yerine koymamak gerekiyor. Onlar belki henüz küçükler ama küçük görülmemeliler. Onlara vazife verip sonra; «Aferin!» demek, onların rûhunu besliyor. Zamanımızda çocuklar, anne-babalarının onlara bir vazife vermemesi yüzünden puan ve aferin ihtiyaçlarını sanal oyunlarda gidermeye çalışıyor. Sanal âlemde aldığı sahte başarılarla kendini avutuyor.

Peygamberimiz; gençlere değer verilmeyen, cahil ve tecrübesiz ayak takımı muamelesine tâbî tutulan bir devirde onlara büyük değer vermiş, istişâre meclislerinde görüşlerini dinlemiştir. Hem de Selmân -radıyallâhu anh- gibi yabancı kökenli bir âzadlı kölenin teklif ettiği savaş tekniğini uygulayarak onları her sahada görüş beyan etmeye teşvik etmiştir. Gençleri yok saymayıp, küçük görmeyip vazifeler vermesi, onları da kendilerini yetiştirmeye; vazifesini hakkıyla yerine getirmeye ve Allah Rasûlü -aleyhissalâtü vesselâm-’ı mahcup etmemek için gayret etmeye sevk etmiştir.

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatına baktığımızda; O’nun Mekke devrinde Dâru’l-Erkam’da gençleri Kur’ân-ı Kerim’le yetiştirerek tebliğ ve irşad faaliyetlerinde görevlendirdiğini görüyoruz. Medine’ye muallim olarak gönderdiği Mus‘ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-, O’nun yetiştirdiği gençlerdendir. Zengin bir ailenin oğlu olan Mus‘ab; yakışıklılığı ve iyi giyimiyle dikkat çeken bir delikanlıyken, bütün dünyevî imkânları elinin tersiyle itip kendisini İslâm’ı tebliğe adamıştır.

Peygamberimiz’in yetiştirdiği gençler arasında; Kureyş’in zengin çocukları olduğu gibi, Abdullah İbn-i Mes‘ud -radıyallâhu anh- gibi, fakir çoban delikanlılar da vardır. Ama o fakir çoban, ilimle yoğrularak İslâm fıkhının sayılı sîmâlarından biri olacaktır.

Allah Rasûlü’nün yetiştirdiği gençler saymakla bitmez. Bilhassa Medine devrinde yetiştirdiği suffa ashâbını; hem irşad faaliyetlerinde, hem de orduda ve memuriyetlerde vazifelendirmiştir.

Allah Rasûlü -aleyhissalâtü vesselâm-’ın insan terbiyesinde de her bir insanı kendi kabiliyetine göre yetiştirme esası dikkat çeker. Hem de hiçbirinin kökenine, toplumdaki statüsüne, soy ve asâletine bakmadan, ayrımcılık yapmadan…

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; âzadlı kölesi Zeyd bin Hârise ve onun oğlu Üsâme bin Zeyd -radıyallâhu anhümâ-’yı çekinmeden ordu komutanı yapmıştır. Çünkü onlar buna istîdatlıydı.

Peygamber Efendimiz’i örnek alan sahâbe-i kiram hazretleri, kölelerine ilim öğretir ve âzâd ederlerdi. Bize ulaşan birçok hadîs-i şerîfin senedlerinde sahâbe âlimlerinin âzadlılarının adı geçer.

İslâm medeniyeti, ilk döneminden itibaren büyük ölçüde gençlerin omuzlarında yükseldi. Esasen erkek çocukların yaratılışı; kendilerinde bulunan özellikleri zirveye çıkarıncaya kadar, kendini çeşitli sahalarda denemeye elverişli, deneyimci, hattâ maceracı bir kişilik özelliğine meyillidir. Allah -Zülcelâl- erkek fıtratına; alelâde günlük işleri yapmakla tatmin olmayan, büyük işler başarmak isteyen bir kahramanlık rûhu koymuştur. Bu rûha Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle fütüvvet rûhu diyebiliriz.

Fütüvvet; yiğitlik, cömertlik, yüce gönüllülük, asil ahlâka sahip olmak mânâsında bir terimdir ki tasavvuf tarihinde bir dönem, İslâmî kuralları sadece şeklen değil yüksek ahlâk ve karakter özellikleri ile hayata geçirmenin de adı olmuştur.

Abbâsîler devrinde; ticaret sayesinde zenginleşen şehirlerin gençlerinde yozlaşma ve günahlara meyletme hâli görülünce, tasavvuf ehli fütüvvet teşkilâtıyla onları doğruluğa, yiğitliğe, kahramanlığa çağırmıştır. Moğol ve haçlı seferlerinin önünde hallaç pamuğu gibi savrulan ümmeti, tekrar dirilişe kavuşturan ise fütüvvet teşkilâtının Anadolu’daki kolu olan Ahîlik Teşkilâtı olmuştur.

Anadolu’nun İslâmlaşması sürecinde savaşların yetim bıraktığı çocuk ve gençlerin ıslahı için Ahîler çok mühim bir vazife icrâ etmişlerdir. Bu gençleri; tasavvuf ehli ustaların yanına çırak verip yetiştirerek meslek sahibi yapmışlar, bu arada da Ahî dergâhlarında dînî, ahlâkî eğitim ve terbiye vermişlerdir.

Her oğlan çocuğu bir şeyleri herkesten daha iyi yaparak kendini ispatlamak, âdeta bir kahraman olmak ve neticede de cemiyete faydalı olup takdir görmek isteği duyar. Eğitim sistemi ona bu fırsatı vermezse rûhunun arzuladığı heyecanı yaşayamaz, mutlu ve mutmain olmaz.

İtiraf edelim; ciddî bir eğitim başarısızlığı problemimiz var ve bunu çözmek istiyorsak, meselenin derinliklerine kadar inmemiz şarttır. Bugün eğitim sistemimiz karma olmanın getirdiği problemlerin yanında erkek fıtratına uygun olmayan bir sistemdir. Erkek çocuklarımız kahraman olma açlığını, ekrana kan sıçratan internet oyunları oynayıp oyalanarak gidermek zorunda kalmaktadır. Oysa ümmetin gerçek kahramanlara en çok ihtiyaç duyduğu çağdayız.

Eğitim öğretim hayatını erkek çocukların temel motivasyonlarına uygun düzenlesek, onlardaki tabiî merakı ve maceracı rûhu harekete geçirsek, onlarda bulunan gizli kabiliyetleri inkişaf ettirebiliriz. Gerçekten de erkek çocuklar; sevdikleri, ilgi duydukları, kullanış sahası olan, onların bir ihtiyacını gideren ya da tesirlerini artıran bilgiyi öğrenmek için içten bir gayretle çabalamaktadırlar. Öyleyse eğitimcilerin yapması gereken ilk iş; bir bilgiyi çocuğa ihtiyaç ve merak unsuru olarak göstermek olmalıdır.

Erkek çocuklarının temel bir motivasyonu da üstünlük duygusunu yaşamaktır. Bu sebeple bir şeyi keşfettiklerini, yapabildiklerini, ortaya bir iş çıkardıklarını aile büyüklerine göstermeye çalışırlar. Aslında bu ipucu bütün bir eğitim hayatı boyunca göz önünde bulundurulsa başarı oranını hayli yükseltecektir.

Kısacası bugün maarif sistemimizi, insan tabiatını eğip bükerek memur ve eleman yetiştiren bir eğitim sistemi olarak değil; âlimler, kahramanlar, dâhîler, dürüst ve iyi insanlar yetiştiren bir ilim-irfan ve terbiye ocağı olarak yeniden şekillendirmemiz gerekmektedir.