KURBAN, ALLAH’ A TESLÎMİYETTİR

YAZAR : Yard. Doç. Dr. Mustafa KARABACAK karabacakm67@hotmail.com

mustafa_karabacak-yuzakidergisi-eylul2016

Allah Teâlâ; müslümanlara sevinç ve mutluluklarını artırmaları, birlik ve beraberliklerini pekiştirmeleri için bayramları bahşetmiştir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Medine’ye geldiğinde Medinelileri câhiliyye döneminden kalma iki bayram kutlarken gördü. Onlara;

“Allah Tebârake ve Teâlâ bu iki gününüzü bunlardan daha hayırlı iki günle değiştirdi. Bunlar, Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 245; Nesâî, Iydeyn, 1; Ahmed b. Hanbel, III, 103, 178, 235, 250)

Ramazan Bayramı, farz olan oruç ibâdetini edâ ettikten sonra kutlanmaktadır. Dolayısıyla Ramazan Bayramı’nı, inananlara sabrın karşılığında daha dünyada iken verilen bir ödül olarak değerlendirmek gerekmektedir. Kurban Bayramı ise, yine İslâm’ın şartlarından birisi olan hac ibâdetinin ve aynı zamanda kurban ibâdetinin yapıldığı zamandır.

İbâdetler için genel olarak ferdî ve sosyal yönü ağırlıklı ibâdetler olarak da bir taksimat yapılabilir. Kurban Bayramı zamanlarında yerine getirilen hac ve kurban ibâdetleri, sosyal yönü ağır basan ibâdetlerden sayılabilir. Hac mevsiminde Allah Teâlâ; imkânı olan bütün müslümanları, hiçbir sınıf, makam ve sosyal statü farkı gözetmeksizin aynı zaman ve mekânda görmek istemektedir. Hacda özellikle Arafat’ta, Zilhicce ayının dokuzunda; sâfiyeti temsil eden bembeyaz elbise ihramla, sanki mahşerin provası yapılmış olmaktadır. Hac aynı zamanda dünyanın farklı ülkelerindeki; müslüman dînî ve siyasî liderlerin, bakanların, akademisyenlerin, doktorların, mühendislerin bir araya gelerek kendi alanları ile ilgili problemlerin, gelişmelerin ve müslümanların problemlerinin görüşüldüğü, tartışıldığı bir zamandır.

Kurban Bayramı günleri, hac ibâdetinin yanında kurban ibâdetinin de yapıldığı mübârek zamanlardır. Bu zamanlar; iki, hattâ namazı da eklersek üç temel ibâdetin yapıldığı anlardır. Bu ibâdetlere; zikir, akraba ziyaretleri vb. de dâhil edilebilir. Bayramlar Allâh’ı anma günleri olduğu gibi; yeme-içme, eş-dost-akraba ziyareti zamanlarıdır. Bu anlamda; bayramları, bayram tadında geçirmek için, bayram günlerinde oruç tutmak uygun görülmemiştir. Bayramlar; yakında olan akrabalara bizzat giderek hayır duâlarını almak, uzakta olanların da en azından seslerini duymaktır. Bayramlar bu anlamda tatil zamanı değildir. Bayramları tatil olarak görmek ve değerlendirmek, bayramların ibâdet rûhuna uygun değildir. Kurban Bayramı’nda aynı zamanda, sosyal bir ibâdet olan kurban ibâdeti yerine getirilmektedir. Kesilen kurbanları fakirlerle paylaşarak, bayramların sevinç ve ibâdet ortamlarına onlar da dâhil edilmelidir.

Kurbanı; Allâh’ın kullarına verdiği nimetlerin gerektiğinde, gözlerini kırpmadan O’nun için bağışlayıp bağışlamayacağının bir testi olarak görmek gerekir. Sözlükte; yaklaşmak, Allâh’a (rahmetine) yakınlaşmaya vesile olan ibâdet anlamlarına gelen kurban, dînî bir terim olarak; ibâdet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı usûlüne uygun olarak kesmeyi ve bu niyetle kesilen hayvanı ifade eder.

BÜTÜN DİNLERDE KURBAN İBÂDETİ VARDIR

İnsanlık tarihi boyunca hemen bütün dinlerde kurban uygulaması mevcut olmakla birlikte şekil ve maksat yönüyle aralarında farklılıklar bulunur:

“Biz, her ümmete -(kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allâh’ın adını ansınlar diye- kurban kesmeyi gerekli kıldık. İlâhınız, bir tek ilâhtır. Öyle ise, O’na teslim olun. (Ey Muhammed!) O ihlâslı ve mütevâzı insanları müjdele!” (el-Hacc, 22/34)

Kur’ân’da, ilk insan ve ilk peygamberin oğullarından Hâbil ve Kābil’in Allah Teâlâ’ya kurban sunduklarından bahsedilir:

“Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden);

«–Andolsun seni öldüreceğim.» dedi. Diğeri de;

«–Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder.» dedi (ve ekledi):

«Andolsun ki sen; öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. Ben istiyorum ki, sen, hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur.»

Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü: bu yüzden de kaybedenlerden oldu.” (el-Mâide, 5/27-30)

Allah Teâlâ, inananların kurban kesmeleri gerektiğini ve eti konusunda ne yapmaları gerektiğini şu âyette açıklamaktadır:

“Biz, büyükbaş hayvanları da sizin için Allâh’ın (dîninin) işaretlerinden (kurban) kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu hâlde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allâh’ın ismini anınız (ve kurban ediniz). Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı çıktığında) onlardan hem kendiniz yiyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik.” (el-Hacc, 22/36)

Fakat, Allâh’a ulaşan kesilen hayvanların kanları ve etleri değil; kişinin kulluğu ve samimiyetidir:

“Onların ne etleri ne de kanları Allâh’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidâyete erdirdiğinden dolayı Allâh’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!” (el-Hacc, 22/37)

KURBAN O’NUN EMRİNE TESLÎMİYETTİR

Kurbanda, canın yongası olan maldan vazgeçme vardır. Kurban belki bunun küçük bir örneğidir. Aslında her şeyimiz Allâh’a aittir:

“De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (el-En‘âm, 6/162)

Teslîmiyetin en güzel örneğini İbrahim -aleyhisselâm- ve İsmail -aleyhisselâm- göstermişlerdir. İbrahim -aleyhisselâm-, müslümanca bir duruşla;

“Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?” deyince oğlu da aynı olgunlukla cevap vermişti:

“«Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşâallah beni sabredenlerden bulursun.» dedi.” (es-Sâffât, 37/102)

“Ve her ikisi de Rablerinin emirlerine teslim olanlardan oldular.” (es-Sâffât, 37/103)

Yine teslîmiyet deyince İbrahim -aleyhisselâm- ve İsmail -aleyhisselâm-’ın geldiğine dair bir başka örnek de şudur. Onlar Kâ’be’yi yaptıkları zaman;

“Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullâh’ın temellerini yükseltiyor (şöyle diyorlardı):

Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz Sen işitensin, bilensin.

Ey Rabbimiz! Bizi Sana teslim olanlardan eyle, neslimizden de Sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibâdet usûllerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak Sen’sin.

Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden Sen’in âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız Sen’sin.” (el-Bakara, 2/127-129)

Teslîmiyet, istediğini yalnız O’ndan istemektir. Teslîmiyet, gerektiğinde vatanını terk ederek muhâcir; gerektiğinde de muhâcirlerle ekmeğini paylaşıp ensar olabilmektir.

Teslîmiyet, hiç kimseyi hor görmemektir. “Düşmez kalkmaz bir Allah’tır.” deyip Yaratan’dan ötürü yaratılanı hoş görmektir.

Teslîmiyet, kendi çocuğunu Suriyeli Aylan bebeğin ve beş yaşındaki Ümran’ın yerine koyabilmektir.

Teslîmiyet, İsmail -aleyhisselâm-’ın yaptığı gibi Allâh’ın emrine tereddütsüz canını verebilmektir. Teslîmiyet, değerleri uğruna uykusuz kalabilmektir. Teslîmiyet, vücudunu gerektiğinde tankın paletleri önüne atabilmektir. Teslîmiyet, lider için gerektiğinde tehlikenin merkezine gidebilmektir.

Teslîmiyet; Hâbil ve Kābil olayında olduğu gibi öldürüleceğini bilse de, Allah korkusundan dolayı kardeşine elini kaldırmamaktır.

Teslîmiyet Rabbi tarafından;

«Teslim ol!» dendiğinde İbrahim -aleyhisselâm-’ın dediği gibi;

“Âlemlerin Rabbine teslim oldum.” (el-Bakara, 2/131) diyebilmektir.

O -celle celâlühû-’ya teslim olanlardan olmamız temennîsiyle…