ABLUKA-BOYKOT-TECRÎD -5-

YAZAR : Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

adem_sarac_yuzakidergisi-eylul2016

Peygamberimiz -aleyhisselâm- başta olmak üzere, ashâb-ı kirâmın sabır ve sebatı; ayrıca müşrik oldukları hâlde müslümanlarla akrabalık bağıyla bağlı olan, Hâşimoğullarıyla Muttaliboğullarının istikrarlı duruşu ile abluka sürerken, müşrikler her geçen gün çileden çıkıyorlardı.

Üçüncü yılını dolduran bu hâin abluka; her kesime farklı bir şekilde yansıyor, kimin karakteri neyse, o sergileniyordu. Mekke müşrikleri arasında insaf sahibi insanlar da vardı. Fakat ablukayı kaldırmaya güçleri yetmiyordu.

Lâkin tahammül sınırlarını aşınca, beş kişi çok ciddî bir atağa geçti. Bunlar ablukayı dışarıdan yaran beş adamdı! Beşi de müşrikti üstelik!

Abluka içindeki müslümanlar, müşriklerden yardım istememişlerdi! Müslümanlar istikrar üzere olunca, Allah da onlara yeni bir kapı açmıştı!

İlk harekete geçen Hişâm bin Amr oldu ki; bu adam Ebû Tâlib’in amcası Nadle’nin ana bir kardeşinin oğlu olup, bu yönüyle Hâşimoğullarından sayılırdı. Kavmi arasında da şerefli ve itibarlı biriydi.1

Hişâm, kimseye bir şey sezdirmeden Züheyr bin Ebû Ümeyye’nin yanına vardı. Züheyr’in annesi olan Âtike Hanım da, Abdulmuttalib’in kızıydı.

Hişâm bin Amr ile Züheyr arasında şu konuşma geçti;

–Ey Züheyr! Dayılarının bir şey almaktan, satmaktan, evlenmekten, evlendirmekten mahrum edildiklerini; darlık ve yokluk içinde kıvrandıklarını görüp durduğun hâlde, istediğini yemeye, içmeye, giyinip kuşanmaya, istediğin kadınla evlenmeye senin gönlün nasıl râzı oluyor? Nasıl içine siniyor? Allâh’a yemin ederim ki; Ebu’l-Hakem Amr bin Hişâm’ın seni dayıların aleyhinde antlaşmaya davet ettiği gibi, sen de onu kendi dayıları aleyhinde böyle bir antlaşmaya davet etmiş olsaydın, senin davetine hiçbir zaman icâbet etmez, yanaşmazdı!

–Allah senin iyiliğini versin ey Hişâm! Ben bir tek adamım! Tek başıma ne yapabilirim? Vallâhi, yanımda başka bir kişi daha olsaydı; muhakkak o antlaşma sahîfesini bozmaya girişir, bozuncaya kadar uğraşırdım!

–Ben sana ikinci bir adam buldum!

–Kim imiş o?

–Benim!

–Sen bize üçüncü bir adam daha ara!2

Hişâm bin Amr, kalkıp Mut‘im bin Adiyy’e gitti. Onunla da aralarında şöyle bir konuşma geçti:

–Ey Mut‘im! Kureyşlilere uyarak Abd-i Menâfoğullarından iki büyük kabîlenin gözünün önünde yok edilmelerine gönlün nasıl râzı oluyor? Nasıl içine siniyor? Vallâhi, onları bundan kurtarmaya imkân bulabilseydim; içinizden onlara ilk koşacak olanı, beni bulurdun!

–Allah senin iyiliğini versin! Ben bir tek adamın! Tek başıma ne yapabilirim?

–Ben sana ikinci bir adam buldum!

–Kim imiş o?

–Benim!

–Bize üçüncü bir adam daha ara, bul!

–Buldum bile!

–Kim imiş o?

–Züheyr bin Ebû Ümeyye!

–Sen bize dördüncü bir adam daha ara, bul!3

Hişâm bin Amr, kalkıp Ebu’l-Bahterî bin Hişâm’ın yanına gitti. Onunla konuştu. Ona da, Mut‘im bin Adiyy’e söylediklerine benzer sözler söyledi. Sonra şöyle konuştular:

–Bize bu hususta yardım edecek, bu görüşte kimseler var mı?

–Evet, vardır!

–Kim imiş onlar?

–Züheyr bin Ebû Ümeyye, Mut‘im bin Adiyy ve ben de yanındayım!

–Sen bize beşinci bir adam daha ara, bul!4

Hişâm bin Amr, kalkıp Zem‘a bin Esved’e gitti. Onunla konuştu. Kendisinin onlarla olan akrabalığını ve haklarını andı.

–Beni davet ettiğin bu iş üzerinde duran başka kimseler var mı?

–Evet, vardır!

Zem‘a bin Esved’e, onların isimlerini birer birer saydı. Mekke’nin yukarısındaki Hacun Mevkii’nin başlangıcında, geceleyin toplanmaya hazırlandılar. Orada toplanıp, yapacakları işi konuştular. Sahîfe üzerinde durup, onu bozuncaya kadar uğraşmaya ahd ve akdettiler.5

Züheyr bin Ebû Ümeyye, yine söz aldı:

–Sizden, işe ilk başlayan ve ilk konuşan kimse ben olayım!

Ertesi gün sabahleyin, Kureyş müşriklerinin toplantı yerine gittiler. Züheyr bin Ebû Ümeyye; üzerine ağır ve kıymetli bir elbise giyinmiş olduğu hâlde Kâbe’yi tavaf ettikten sonra, halkın yanına geldi ve bütün sesiyle haykırdı!

–Ey Mekkeliler! Bizler istediğimiz gibi yiyip içelim, giyinip kuşanalım da; Hâşim ve Muttaliboğulları alışverişten mahrum edilerek helâk olsunlar, bu bize yakışır mı? Vallâhi; akrabalık bağlarını kesen şu zalim sahîfe yırtılıncaya kadar, oturmayacağım!

O sırada, Mescid-i Harâm’ın bir köşesinde oturan Ebu’l-Hakem Amr bin Hişâm (Ebû Cehil), sertçe çıkıştı:

–Sen yalan söylüyorsun! O sahîfeyi hiç kimse yırtamaz!

Zem‘a bin Esved, daha sert çıkıştı:

–Vallâhi, asıl sen yalan söylüyorsun! Zaten, biz o yazı yazıldığı zaman râzı değildik!

Ebu’l-Bahterî hemen araya girdi:

–Zem‘a doğru söylüyor! Biz onda yazılı şeyleri ne kabul, ne de ikrar ettik!

Mut‘im bin Adiyy de devreye girdi:

–Her ikiniz de doğru söylüyorsunuz. Bunun aksini söyleyen, yalan söyler! Biz bu sahîfeden ve onun içinde yazılı olanlardan uzaklaşır, Allâh’a sığınırız!

Hişâm bin Amr da, Mut‘im bin Adiyy’in sözlerine yakın sözler söyledi. Bunun üzerine şaşırıp kalan Ebû Cehil homurdanmaya başladı:

–Herhâlde bu, buradan başka bir yerde geceleyin konuşulmuş, üzerinde karara varılmış bir iş olsa gerek!6

Diğerleri de ardı ardına öyle bir haykırdılar ki, Ebû Cehil başta olmak üzere oradaki hepsinin şaşkınlığı bir kat daha arttı:

–Sahîfeyi yırtacak ve bu zalim ablukayı kaldıracağız!

–Sahîfeyi yırtacak ve bu boykota son vereceğiz!

–Sahîfeyi yırtacak ve akrabalarımızı bu hâin tecritten kurtaracağız!

Nasipsiz müşrikler böyle boğuşurlarken, Ebû Tâlib de Kâbe’nin yanına gelmiş ve gelişmeleri büyük bir ümitle takip ediyordu. Bu esnada sevgili yeğeni tarafından çağırıldığını duyan amca, hemen kalkıp Şı‘b Mevkii’ne vardı. Rasûlullah -aleyhisselâm- oldukça neşeli görünüyordu. Öyle ki amca da neşelenmek istedi:

–Ey sevgili yeğenim! Sen’i böyle sevindiren şey nedir?

–Ey amca! Benim Rabbim olan Allah, Kureyşlilerin sahîfesine ağaç kurdunu (güvesini) musallat etti. Allâh’ın isminden başka, onda tespit edilen; zulüm, akraba ile ilgi kesme, bühtan şeylerden hiçbirini bırakmadı, yok etti!

–Bunu Sana Rabbin mi haber verdi?

–Evet! Rabbim haber verdi!

–Ey kardeşimin oğlu! Bana haber verdiğin şey gerçek midir?

–Evet! Vallâhi gerçektir!

–Vallâhi; hem bizim yanımıza ve hem de Sen’in yanına, bunu haber verecek hiç kimse girmemiştir! Bunu Sana kim haber verdi?

–Rabbim haber verdi. Doğrudur bu ey amca!7

–Ben şahâdet ederim ki; Sen ancak doğru söylersin! Ama bu işi bir de kardeşlerimle konuşalım. Ondan sonra ne yapacağımıza karar veririz!8

Hiç zaman kaybetmeyen Ebû Tâlib Amca, bu haberi erkek ve kız kardeşlerine anlattı. Hepsi şaşkınlıkla sordular:

–Senin bu husustaki kanaatin nedir?

–Vallâhi, O bana hiçbir zaman yalan söylememiştir!

–Sen bu hususta ne yapmamızı uygun görürsün?

–Elbiselerden, bulabildiğiniz en güzellerini giymenizi, sonra da Kureyşlilerin yanlarına kadar varmanızı; onlara bu sahîfenin haberini -kendilerine haber erişmeden önce- anmanızı uygun görüyorum!9

–O zaman hemen harekete geçelim!

İmkânlarının en üstünü zorlayarak, çok güzel bir şekilde giyinip kuşandılar. Hep birlikte gidip Mescid-i Harâm’a girerek, Hicr’e kadar vardılar. O sırada, Kureyşlilerin emir ve nehiy sahipleri olan yaşlıları orada oturuyorlardı.

Ebû Tâlib ile yanındakileri görünce, çektiklerine dayanamayarak Rasûlullâh’ı kendilerine teslim etmek üzere gelmek zorunda kaldıklarını sandılar. Ebû Tâlib ile yanındakileri, hemen meclislerine aldılar. Ebû Tâlib hemen söze girdi:

–Biz, sizce bilinen ve kabul edeceğiniz bir iş için gelmiş bulunuyoruz!

–Hoş geldiniz, safâ geldiniz! Sizi dinliyoruz!

–Ey Kureyş cemaati! Hiçbir zaman yalan söylememiş olan kardeşimin oğlu bana haber verdi ki; sizin yazmış olduğunuz sahîfenize, Allah ağaç kurdunu (güvesini) musallat kılmış; O, onun içindeki zulüm ve akrabalarla ilişiği kesme gibi her şeye dokunmuş, onda sadece Allâh’ın ismi anılan sözler kalmıştır! Haydi, aleyhimizde yazdığınız sahîfenizi getiriniz! Eğer kardeşimin oğlu doğru söylemiş ise, sahîfe O’nun dediği gibi çıkarsa; vallâhi biz en sonuncumuz ölmedikçe O’nu size teslim etmeyiz! Artık siz de kötü görüşünüzden ve bu zalim ablukadan vazgeçin! Eğer dediği doğru çıkmazsa, kardeşimin oğlunu size teslim ederim! Siz de O’nu ister öldürürsünüz, isterseniz sağ bırakırsınız!10

Böyle bir şeye ihtimal vermeyen nasipsiz müşrikler, sevinerek yerlerinden kalktılar:

–Tamam, kabul ettik! Sen bize insaflı davrandın!

–Yalnız sahîfeyi getirmeden önce, sizden kesin söz istiyoruz!

–Sözümüz sözdür!

–Bizim de sözümüz sözdür! Getirin öyleyse o zalim sahîfeyi!

Ablukanın kaldırılması, boykotun sona ermesi ve Şı‘b Mevkii’ne hapsedilip, toplumdan tecrîd edilenlerin kurtarılması için harekete geçen beş müşrik de, gelişen bu enteresan olayı takip ediyordu!

Nasipsiz müşrikler; sahîfeyi getirmek üzere, acele adam gönderdiler. Nasipsizler, bu işin arzularına uygun geleceğini sandılar.

Sahîfe getirilince, Ebû Tâlib; artan bir güvenle ve herkesin duyacağı tok bir sesle konuştu:

–Okuyunuz onu!

Sahîfe açıldığı zaman, onu Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın dediği gibi buldular! Sahîfede; «Bismike Allâhümme» yani «Allâh’ın ismiyle» ifadesinden başka her şey, güve tarafından yenilmişti! Sayfada başka bir yazı kalmamıştı!11

Kureyş müşriklerinin elleri yanlarına düştü! Ebû Tâlib ise, bundan kuvvet ve cesaret alıp var gücüyle haykırdı:

–Ey Kureyş topluluğu! Herhâlde; zulmettiğiniz, akraba ile ilişiği kesip kötülük yoluna saptığınız, sizce de belli oldu artık, değil mi?

Bir süre ne diyeceklerini bilemeyen müşriklerden, ses soluk çıkmadı. İçlerinden hiç biri Ebû Tâlib’e cevap veremedi. Ancak bir süre sonra, yine her zaman yaptıkları gibi yaptılar!

–Bu sihirden başka bir şey değildir! Siz bize sadece sihir ve bühtan getirdiniz! Bu da, diğerleri gibi O’ndan sâdır olan bir sihirden başka bir şey değildir!12

Hem kafa gözü ve hem de kalp gözü kör olmuş bu nasipsizler, böylesine muhteşem bir mûcizeyi görüp idrak edemediler! Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı yine red ve inkâr ettiler!

Fakat daha önce harekete geçen beş müşrik, bu sefer daha güçlü bir sesle haykırdılar:

–Bu bir zulümdür! Biz buna karşıyız! İşte sahîfe de bir güve tarafından yenmiştir! Bu hâin antlaşma burada bitmiş ve abluka kaldırılmıştır! Aksini iddia edenlerle, ölene kadar savaşırız!

–Haklısınız arkadaşlar! Bunlara karşı, tarafımızdan yapılmış bir zulümdür! Zulmü de bir böcek sonlandırmıştır! Biz bu işten pişman olduk!

Müslümanların sabır ve sebatı ile üç yıl süren bu amansız zulüm, sona ermişti nihayet! Ebû Tâlib; sahîfeyi ve içindekini iptal edip Şı‘b Mevkii’nden çıkmalarını sağlayanları, söylediği yirmi altı beyitlik bir şiirle övdü.

Evet… Her şeyin başı sabır ve sebat! Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın etrafında kenetlenen bu seçkin topluluk, bir destana daha imza atmışlardı.

Müslüman, her ne pahasına olursa olsun, sabır ve sebat gösterdiği sürece Allâh’ın yardımı gelecektir. Bunu bize Peygamber Efendimiz böyle anlatıyor!

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

____________________

1 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 228.
2 Ebû’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 96.
3 Halebî, İnsânü’l-Uyûn, c. 2, s. 37.
4 İbn-i Kayyım el-Cevziyye, Zâdü’l-Me’âd fî Hayri Hedyi’l-İbâd, c. 2, s. 52.
5 Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs fî Ahvâli Enfesi Nefîs, c. 1, s. 298.
6 Zürkânî, Mevâhibu’l-Ledünniye Şerhi, c. 1, s. 290.
7 İbn-i İshâk-İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 16.
8 Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 234.
9 İbn-i Sa’d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 189.
10 Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 1, s. 274.
11 Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 198.
12 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, c. 2, s. 90.