ALLAH ( C.C ), ANCAK MERHAMETLİLERE MERHAMET EDER! -2-
YAZAR : Yard. Doç. Dr. Mustafa KARABACAK
ALLAH RASÛLÜ’NDEN MERHAMET İZLERİ
Allah Rasûlü’nün yıllar önce işkenceler çekerek terk etmek zorunda kaldığı Mekke’ye; yıllar sonra bir fatih komutan olarak girdiğinde, kendisine ve müslümanlara en acı eziyetleri yapan Mekkelilere sergilediği tutum, O’nun merhamet Peygamberi olduğunun güzel bir delilidir:
“Artık istediğiniz yere gidiniz, hepiniz serbestsiniz. Size Yûsuf -aleyhisselâm-’ın kardeşlerine;
«Bugün yaptıklarınız yüzünüze vurulmayacak, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir.» (Yûsuf, 12/92) dediğini söylüyorum.” (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, IX, 199, hadis no: 18275) diyerek, onların bütün yaptıklarını affetmiştir.
Nitekim, ensârın bayraktarı olarak Mekke’ye giren Sa‘d b. Ubâde’nin;
“Gün savaş günüdür!” demesi üzerine Allah Rasûlü onu vazifesinden azleder ve yerine Zübeyr bin Avvâm’ı getirir. (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, IX, 202, hadis no: 18281)
Sa‘d b. Ubâde’nin bu sözü üzerine korkuya kapılan Ebû Süfyân;
“–Yâ Muhammed! Kavmini öldürecek misin?” demiş, Allah Rasûlü ise;
“–Bugün merhamet günüdür!” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, X, 513, hadis no: 30174) diyerek daha önce yaptığı gibi bundan sonra da medeniyetini merhamet üzerine kuracağını belirtmiştir.
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın;
“–Ey Allâh’ın Peygamberi! Uhud’dan daha çetin bir gün yaşadın mı?” diye sorması üzerine Allah Rasûlü şöyle cevap verir:
“–Evet, ondan daha çetinini Akabe ile biten günlerde yaşadım. O gün bana, hepsinden ağır geldi. Tâif’e gidip oradaki insanları İslâm’a davet etmiştim de onlar reddetmişlerdi. Bunun üzerine çok üzüldüm. Nereye gideceğimi bilemez bir hâlde Karn-i Salîb’e gelinceye kadar şaşkın şaşkın yürüdüm. Oraya geldiğimde bir bulutun beni gölgelediğini fark ettim. Bir melek bana;
«–Onların Sana ne yaptıklarını Rabbin bilmektedir. Bundan dolayı beni Sana gönderdi. Eğer Sen istersen şu iki dağı onların başlarına geçireceğim.» dedi.
Ben de meleğe şöyle cevap verdim:
«–Hayır. Belki Allah onların soyundan, kendisine şirk koşmayan ve yalnızca O’na ibâdet eden kimseler getirir.»” (Müslim, Cihâd ve Siyer, 111; Buhârî, Bedi’l-halk. 7)
Bilindiği üzere; Tâifliler, Allah Rasûlü’nü taşa tutmuşlardır. O kadar ki ayakkabısı ayaklarından sızan kanla dolmuş; Allah Rasûlü bîtap kalarak yere çömeldikçe, zorla kaldırarak taşlamaya devam etmişlerdir. (Şiblî, Mevlânâ, Asr-ı Saâdet Tercüme: Doğrul, Ömer Rıza, I, 185)
Allah Rasûlü’nün bu zor şartlar altında dahî kendisine eziyet edenlerin aleyhlerine değil de, onların ıslahı için duâ etmesi; O’nun ümmetine olan engin sevgisi ve merhametinin bir eseri olduğu kadar, insan hayatına verdiği değerin de bir göstergesidir. Çünkü O, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. (el-Enbiyâ, 21/107)
İNANANLARIN MERHAMETİ
Rabbimiz müslümanların da birbirlerine karşı merhametli olmalarını istemektedir:
“Muhammed Allâh’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rızâ isterler…” (el-Fetih, 48/29)
Allah Rasûlü; insanların birbirlerine merhametle muamele etmesini istediği gibi, merhamet etmeyenlere karşı Rabbimiz’in merhamet etmeyeceğini bildirmektedir:
“İnsanlara merhamet etmeyen kimseye Allah da merhamet etmez.” (Buhârî, Tevhid, 2; Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16)
Yine O;
“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize de saygı göstermeyen bizden değildir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 57; Tirmizî, Birr ve Sıla, 15) buyurmaktadır. Allah Rasûlü, merhametin insanlarla sınırlı olmasını da istememektedir.
MERHAMETİN ŞÜMÛLÜ
Ebû Musa el-Eş‘arî’den rivâyet edildiğine göre Allah Rasûlü şöyle buyurdu:
“–Nefsim kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz sürece cennete giremezsiniz.”
Bunun üzerine sahâbîler;
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Hepimiz merhametliyiz!” dediklerinde Allah Rasûlü sözlerine şöyle açıklık getirdi:
“–Merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Bilâkis bütün mahlûkata olan merhamettir. Bütün mahlûkata olan merhamettir.” (Hâkim, Müstedrek, IV, 185, hadis no: 7310)
Hattâ merhamet, gökyüzündekilerin merhamet etmesi için bütün yeryüzündekileri şümûlüne almalıdır:
“Rahmet sahiplerine Rahmân rahmet eder. Yeryüzündekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet göstersin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 58; Tirmizî, Birr, 16)
Bir hadîs-i şerîfinde, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- koyunu kulağından çekerek götüren bir kimseye;
“Hayvanın kulağını bırak da boynunun kenarından tut!” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Zebâih, 3)
Merhametin toplumda, sağanak sağanak yağması gerekmektedir. Merhamet; bir anlamda güçlünün zayıfa değer vermesi, onunla ilgilenmesi demektir. Bu ilgilenme; sadece zayıfın, maddî ihtiyaçlarının karşılanması değildir. Maddî ihtiyaçlarının yanında; sevgi, eğitim ve rûhî ihtiyaçlarının da karşılanmasıdır.
Merhamet, vatanını terk etmiş bir ailenin hislerini taşıyabilmektir. Ağlayan bir çocuğun ağlayışını durdurabilmektir… Şair Necip Fazıl KISAKÜREK’in ifadesiyle;
«Bir merhamet heykeli, mahzun bakışlı yetim»in başını okşayabilmektir. Yaralı bir yüreğe merhem olabilmektir… Mehmed Âkif’in ifadesiyle;
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Merhamet, bir ekmeği paylaşabilmektir. Başkasını kendin gibi düşünebilmektir… Hiçbir canlıyı hakir görmemektir… Başkasının ihtiyacını giderebilmektir… Başkası için sıkıntıya katlanabilmektir… Gece gibi herkesi kuşatabilmektir… Yaratan’dan ötürü yaratılanı hoş görmektir…
Merhamet yüklü yüreklere selâm ve duâ ile…