Rahmânî Bir Rüya

YAZAR : Mustafa EFE mustafa_efe@hotmail.com

hafız_mustafa_efe

Âhiret mektebi olan bu dünyada îmânımıza yardımcı olan şu üç şeyin, bizim için en büyük ilâhî lütuflar olduğunu unutmamalıyız:

1. Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-.

2. Kur’ân-ı Kerim.

3. Dünyadaki ilâhî azamet tecellîleri… Yani tefekkürümüze vesile olan her şey…

Bu muazzam nimetlerin karşısında hamd ve şükür hâlinde yaşamamız zarûrîdir.

Bu nimetlerden istifade edebilmek için, talim ve tahsil zarûrî… Bizler, anne-babalarımızdan ve hocalarımızdan öğrendiğimiz kadarıyla Kur’ân’dan, Sünnet’ten ve sîret-i Nebî’den hisse alabiliyoruz. Nesillerimizin istifadesi de, biz ebeveynlerin adımlarına bağlı.

Çünkü anne-babaların kendi imkânlarıyla yapabileceği şeyler olmakla birlikte, elbette sistemli bir eğitime de mutlaka ihtiyaç var. Bunun en güzel yolu; çocuklarımızı Kur’ân kurslarına kaydettirmemiz, onları Kur’ân merkezlerine yönlendirmemiz.

Cenâb-ı Hak bizden Kur’ân’la derinleşmemizi arzu ediyor. Büyüklerimizin hatırlattığı gibi; şu üç hususiyete dikkat etmemiz zarurî:

1. HURUF: Düzgün kıraat ve tilâvet.

2. HUDUD: Emirleri ve yasakları beden ve kalp âhengi içinde, takvâ üzere îfâ edebilmek.

3. HULUK: Kur’ân ahlâkı yani Rasûlullah Efendimiz’in ahlâkıyla müzeyyen hâle gelebilmek.

Kur’ân eğitimine giren kişi düşünmelidir ki;

Bu mübârek ilim, yüce Allah’tan, Cebrâil -aleyhisselâm-’a, oradan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e, O’ndan ashâb-ı kirâma, ondan da hayırlı nesiller vasıtasıyla bizlere gelen mübârek bir silsile ile bize gelmektedir.

Evlâtlarımızı böyle bir silsileden nasiplendirebilmek, onlara bırakabileceğimiz en güzel mîrastır.

Büyük âlimlerimizden İbnü’l-Cevzî’nin Sıfetü’s-Safve isimli eserinde naklettiği -Allâhu a‘lem- sâdık bir rüya olan şu kıssayı ibretle okuyalım ve nesillerimizin Allah katında değer kazanması için, Kur’ân eğitiminin zarûrî olduğunu bir daha hatırlayalım:

Süleym bin İsa şöyle anlatır:

“İmam Hamza bin Habîb ez-Zeyyât’ı ziyarete gittim. Bir de baktım ki secdeler ediyor, yüzünü toprağa sürerek ağlıyordu. Büyük bir endişeye kapıldım ve korku içinde;

«–Allâh’a sığınırım, Allah seni korusun! Bu hâlin nedir?» dedim.

İmam Hamza;

«–Endişelenecek bir hâl yok. Ben sevincimden ağlıyorum.» dedi ve içinde bulunduğu hâlin sebebini şöyle anlattı:

Bu gece rüyamda sanki kıyâmet kopmuş, bütün insanlar toplanmıştı. Onların içinden Kur’ân okuyanları huzûr-i ilâhîye çağırdılar. Bu davete icâbet edenler arasında ben de vardım. Gāibden gelen son derece tatlı bir ses;

«–Huzûra Kur’ân’la amel edenlerden, yani takvâ sahibi olanlardan başkası girmesin!» diyordu. Ben kendimi oraya lâyık görmeyerek geri geri gitmeye başladım.

Aynı ses;

«Hamza bin Habîb de gelsin!» diye ismimle çağırdı.

Ben de;

«–Ey Allâh’ın davetçisi emret, buradayım!» dedim.

Hemen bir melek önüme çıkarak;

«O sesin sahibi Cenâb-ı Hak’tır, bu sebeple; ‘Emret ey Rabbim!’ diye cevap ver!» diyerek beni îkaz etti.

Ben de hemen;

«Emret ey Rabbim!» dedim.

Beni Kur’ân sadâlarıyla dolup taşan son derece güzel bir saraya aldılar. Bütün vücudum titremeye başladı.

Gāibden bir ses bana;

«–Korkmana ve endişe etmene gerek yok. Şuraya çık ve oku!» buyurdu. Bir de baktım, beyaz inciden yapılmış bir minberin önündeyim. Minberin iki kenarı sarı yâkutlarla süslenmişti. Basamakları da yeşil zebercedden yapılmıştı.

O ses bana tekrar;

«İşte buraya çık ve oku!» buyurdu. Ben minbere çıktım.

Yine o tatlı ses;

«En‘âm Sûresi’ni oku!» buyurdu. Ben kime okuduğumu bilmeden okumaya başladım. Altmış âyet okudum.

‘O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir.’ (el-En‘âm, 61) âyetine gelince o tatlı ses bana;

«–Ey Hamza! Ben kullarım üzerinde yegâne kudret ve tasarruf sahibi değil miyim?» buyurdu.

Ben;

«–Evet, öylesin ey Rabbim!» dedim.

Rabbim;

«–Doğru söyledin, okumaya devam et!» buyurdu. Ben sûrenin tamamını okudum.

«Devam et!» buyurdu. A‘râf Sûresi’ne başladım ve tamamını okudum. Secde âyeti olan son âyeti okuyunca tilâvet secdesi yapmak üzere eğildim.

Cenâb-ı Hak;

«Dünyada yaptığın secdelerin yeter ey Hamza! Şimdi secde yapmana gerek yok. Zira burası ibâdet yeri değil, mükâfat yeridir!» buyurdu.

Devamla;

«Sana bu kırâatı kim öğretti?» buyurdu.

Ben;

«–Hocam Süleyman.» dedim.

«–Süleyman’ı kim okuttu?» buyurdu.

«–Hocası Yahya.» dedim.

«–Yahya vazifesini doğru yaptı. O kimin huzûrunda okudu?» buyurdu.

«–Ebû Abdurrahman es-Sülemî’nin huzûrunda okudu.» dedim.

«–Ebû Abdurrahman es-Sülemî vazifesini doğru yaptı.» buyurdu. Sonra; «Peki Ebû Abdurrahman es-Sülemî’yi kim okuttu?» buyurdu.

«–Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in amcasının oğlu Ali okuttu.» dedim.

«–Ali de vazifesini doğru yaptı.» buyurdu.

«–Peki Ali’yi kim okuttu?» buyurdu.

«–Rasûlün Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-» dedim.

«–Rasûlüm’ü kim okuttu?» buyurdu.

«–Cibrîl -aleyhisselam-» dedim.

«–Cibrîl’i kim okuttu?» buyurdu. Bunun üzerine ben Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olan bir silsile manzarası karşısında dehşete kapıldım, Rabbim’in heybet ve ilâhî azameti karşısında sükûta büründüm. Cenâb-ı Hak;

«Ey Hamza; ‘Sen okuttun!’ de!” buyurdu. Ben de;

«–‘Sen’ demeye tâkatim kalmadı yâ Rabbî!» dedim.

«–Sen ikrar et!» buyurdu.

Ben de;

«–Sen okuttun ey Rabbim!» dedim.

«–Doğru söyledin.» buyurdu.

Sonra;

«Ey Hamza! Kur’ân hakkı için; bütün Kur’ân ehline ikramda bulunacağım, onların şereflerini yücelteceğim. Bilhassa da Kur’ân’la amel edip, takvâ sahibi olup, Ben’imle dost olanlara; idrak ötesi ikram ve ihsanlarda bulunacağım. Ey Hamza! Kur’ân Ben’im kelâmımdır. Ben kimseyi Kur’ân ehlini sevdiğim kadar sevmedim. Yaklaş ey Hamza!» buyurdu. Ben de yaklaştım. Bana en değerli cennet kokusundan bolca sürüldükten sonra buyurdu ki:

«Bu lütuf yalnız sana ihsan edilmemiştir. Aynı ikramı senden önceki ve senden sonraki hamele-i Kur’ân olanlara da ikram edeceğim. Kur’ân’ı Ben’im okuttuğum gibi okutup, bundan maksadı da sadece Ben’im rızâmı kazanmak olan herkese büyük nimetler lutfedeceğim. Bu, sana hazırladığım ikramın görünen kısmı. Görünmeyenleri daha fazla. Arkadaşlarına Ben’im Kur’ân ehlini ne kadar çok sevdiğimi haber ver. Onlara nasıl muamele edeceğimi bildir. Çünkü onlar Ben’im en mümtaz kullarımdır. Ey Hamza! İzzet ve celâlim hakkı için söylerim ki Kur’ân okuyan dile ateşle azap etmem. Onu ezberleyen kalbe ateş değdirmem, onu dinleyen kulağa, ona bakan göze azap etmem!»

Ben;

«–Sübhâneke sübhânek! Sen’i bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim ey Rabbim! Buna nasıl ulaşılabilir acaba? (Arkadaşlarımın çoğu kurrâ hâfız olamaz?)» dedim.

Cenâb-ı Hak;

«–Ey Hamza! Kur’ân’ı yüzünden okuyanlar nerede?» buyurdu.

Ben;

«–Ey Rabbim, onlar Kur’ân hâfızları mı ki?» dedim.

«–Hayır, lâkin ben onların Mushaf’tan okumalarını da kaydediyorum. Bana kavuştukları zaman okudukları her bir âyet mukabilinde onları cennette bir derece yükselteceğim!» buyurdu.”

Bu rüyayı anlatan Hamza, Süleym bin İsa’ya dönüp;

“Şimdi ağlayıp yüzümü toprağa sürdüğüm için hâlâ bana hayret ediyor musun? İşte bu benim bir vecd ve istiğrak hâlimdi.” dedi. (Bkz. İbnü’l-Cevzî, Sıfetü’s-Safve, Kâhire: Dâru’l-Hadîs, 1421/2000, II, 90-91)

İmam Hamza 156 senesinde vefat etti.

Bir zât diğer kıraat imamı Kisâî’yi vefatından sonra rüyada gördü. Yüzü ayın on dördü gibi parlıyordu. Ona;

“–Cenâb-ı Hak sana nasıl muâmele etti?” diye sordu.

O da;

“–Allah Teâlâ beni Kur’ân’a hizmetlerim sebebiyle mağfiret eyledi.” dedi.

“–Peki, İmam Hamza’ya nasıl muamele etti?” diye sordu.

İmam Kisâî;

“–O İlliyyîn’dedir. Biz onu semânın ufkundaki parlak yıldız (el-Kevkebü’d-Dürrî) gibi görürüz!” cevabını verdi. (İbnü’l-Cevzî, Sıfetü’s-Safve, II, 91-92)

Çünkü İmam Hamza; ibâdete düşkün, huşû sahibi, zâhid, şüpheli şeylerden kaçan (verâ sahibi), Allâh’a itaatkâr ve takvâ sahibi bir insandı. Kur’ân ilimlerini ve tefsirini çok iyi bilirdi, aynı zamanda hadis hâfızıydı. Ferâiz ilmini ve Arapçayı da çok iyi bilirdi. (İbnü’l-Cevzî, Sıfetü’s-Safve, II, 90)

Kur’ân-ı Kerim’den istifade edebilenlere ne mutlu!

Kendilerini ve evlâtlarını bu muhteşem ve mübârek silsileye ilhâk edebilmek için gayret edenlere ne mutlu!

Rabbim cümlemizi ve evlâtlarımızı nâil eylesin!..