Abluka-Boykot-Tecrid -2-

YAZAR : Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

a_sarac

İslâm tarihi ile beraber dünya tarihi de, yeni bir serüven kayda geçiriyordu! İnsanlık ile bağdaşmayan bir zulüm çemberi, daraldıkça daralıyordu. Müslümanlara uygulanan bu amansız boykot; sırf aynı kabîleden oldukları ve müslümanların yanında yer aldıkları için, Hâşimoğulları ile Muttalib oğulları içindeki müşrikleri de aynı cendere altına alıyordu!

Peygamberimiz -aleyhisselâm- başta olmak üzere; abluka altına alınanların hepsi, ciddî bir sıkıntı içine düştüler. Nasipsiz müşriklerin tavrı gün geçtikçe sertleşiyordu.

Müslümanlara sıkı bir içtimaî ve iktisâdî ambargo uyguladılar. Hem öyle ki; çarşı ve pazarların, Şı‘b sakinlerine giden yollarını kestiler. Şı‘b mevkiine yiyecek ve içecek gitmesine mâni oldular.1

Nasipsizlik dikenliği içinde, nasipli gülleri göremezlerdi tabiî! Sivri dikenlerden sıyrılıp, rengârenk güllere dönüşmek varken; gün geçtikçe sivrilikleri artıyordu. Her şeyden mahrum ettikleri müslümanlar, hayatta kalma savaşı verirken; Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın etrafında canları pahasına pervâne gibi dönüyorlardı. Bu sadâkati bile göremeyen nasipsizler, Şı‘b mevkiine gelip, sürekli aynı ihtarı yapıyorlardı:

–Ya bize O’nu verin, öldürelim; siz kurtulun! Ya da burada böyle hepiniz öleceksiniz!

–Allah ve Rasûlü için canımız fedâ olsun!

–O’nu öldürelim, siz kurtulun!

–Allah ve Rasûlü bizim hayat kaynağımızdır!

–Hayat kaynağınızın kökünü keseceğiz artık!

–Biz sağ oldukça O’nun kılına bile dokunamazsınız!

–Göreceğiz!

–Göreceksiniz!2

Müslümanların böylesine kararlı duruşu, müşrikleri çileden çıkarıyordu. Bu direnişi kırmak için, her geçen gün şiddetin dozunu artırıyorlardı. Onlar üstlerine geldikçe; müslümanlar daha bir sağlam duruyor, daha fedâkârca bir destan yazıyorlardı.

Günler, haftalar, aylar geçerken; Şı‘b mevkiinde dayanılmaz açlık başta olmak üzere, her bakımdan çok zor bir durum yaşanıyordu.

Kureyş müşrikleri; Mekke’ye gelen yiyecekleri veya satılan herhangi bir şeyi Şı‘b mevkiine bırakmıyor, hemen varıp onları kendileri satın alıyorlardı. Şı‘b sakinlerini açlıktan öldürecek bir duruma düşürüp, Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı teslim alacaklarını umuyorlardı! Ancak bu ölüm vadisinde yılını dolduran müslümanlar, aynı direnişi sürdürüyorlardı. Hattâ daha bir kavî olmuşlardı! Hâşim oğulları ile Muttalib oğulları içinde, çoğunluk müşrik olduğu hâlde; onların bir teki bile yan çizmemişti!3 İşte bu durum, müşrikleri deli ediyordu!

Şu kadar gün, hafta, ay ve yıl dememişlerdi! Ablukanın ucu açıktı yani. Hedefleri şuydu ki; ya Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı müşriklere teslim edecekler, onlar da O’nu öldüreceklerdi! Ya da orada hepsi birden ölüp gideceklerdi! Üçüncü şık yoktu yani!

Ellerinde avuçlarında ne varsa ilk haftalar içinde yiyip bitirmişlerdi. Açlık dayanılmaz bir hâl alınca; abluka yerinde bulabildikleri küçük bodur çalılar gibi ağaçların yapraklarını, sonra dallarını, sonra gövdesini, sonra da köklerini yemişlerdi.4

Şı‘b öyle bir yerdi ki, yiyecek ve içecek nâmına hiçbir şeyi yoktu. Küçük de olsa gölgesine sığınacakları bir ağaç yoktu. Yoktu işte, hiçbir şey yoktu orada! Sabır vardı sadece, sabır ve sebat kahramanları vardı orada!

Abluka süresince yazılan destan; sadece kaynaklara değil, dillere de destan olacak bir istikrardı. Müslümanların en yaşlısından en gencine, bebeğinden çocuğuna, hanımından erkeğine, hepsinin ortaya koydukları o şâhâne duruş!

Allah onları üç yıl boyunca, hiçbir insanın kaldıramayacağı bir şekilde imtihan etti.

Yiyecek, içecek, hiçbir şey yoktu! Rahatça yatıp uyuyacakları bir yer ve teminatları yoktu! Üst başları kirlendiğinde, yıkanma imkânları yoktu! Elbiselerini değiştirme ve yıkama imkânları da yoktu!

Bir düşünelim, abluka-boykot-tecrîd ne anlama geliyor! Nasıl da insafsızca dayatılıyor! Her şeyleri ile kuşatma altına alınıyorlar! Bütün bunlara rağmen, en küçük bir isyan kırıntısı bile yok! Ah vah ederek günlerini zâyî etmiyorlar! Sıkı bir kampa girmişler de, her bakımdan hızlı bir eğitim görüyorlar âdeta! Ya da özel yatılı eğitim kampıymış gibi, iç ve dış yapılanmalarını daha da geliştirmeyle meşguller!

Abluka onları isyan çukuruna düşürmedi! Zamanlarını boşa harcatmadı! Birbirlerini suçlayıp gerilerek germediler! Tam tersine, birbirlerine daha bir sıkı sarıldılar. Hayatlarını ortaya koydukları dinlerinde, her biri ayrı ayrı uzmanlaştılar!

Yoklukta, darlıkta, sıkıntıda uzmanlaşmışlardı. Birbirini düşünmede, paylaşımda, sabır ve sebatta uzmanlaşmışlardı!

En zor zamanda nasıl ayakta durulur, bunu yaşayarak gösterdiler! Bizim gibi hemen isyanlara düşmediler. Şikâyetlerle günlerini hebâ etmediler. Sabır ve sebat destanları yazdıkları gibi; bu zamanları kendilerini daha iyi yetiştirmek için, bulunmaz bir fırsat olarak gördüler. En zor zamanı en iyi bir şekilde değerlendirdiler.

Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ın etrafında daha bir sıkı kenetlenen müslümanlar; bunca sıkıntı, çile ve zorluklara rağmen, ölüm vadisinde hayatta kalma savaşı veriyorlardı.

Diğer taraftan da müşrikler en sert tedbirlerle gittikçe daha da zalimleşiyorlardı. Zalimler zalimi Ebû Cehil başta olmak üzere, müşriklerin elebaşları; müslümanların kuşatıldığı mahallenin giriş çıkış yerlerinde nöbet tutuyor, oraya herhangi bir şeyin girmesine engel oluyorlardı.5

Öylesine bir cendere altına alınmışlardı ki, müslümanlar ne evlerine ve ne de çarşı pazara çıkabiliyordu. Evleri sahipsiz kaldığı gibi, ekmek kapıları olan iş yerleri bile yağmalanmıştı! Ablukaya alındıkları günden bu yana, hiçbiri iş yerlerine gidememişti.6

Mekke içindeki her şeyden mahrum edildikleri gibi, dışarıdan gelenlerden de mahrum edilmişlerdi. Mekke’ye yiyecek şeyler getiren kervanlar, bu mahalleye giremiyordu! Gizli ve az da olsa yiyecek içecek gibi şeyler Şı‘b mevkiine götürülecek olsa, önde gelen müşrikler derhâl müdahale ediyorlardı.7

Peygamberimiz -aleyhisselâm- başta olmak üzere, bütün müslümanlar ölüm vadisinde hayatta kalma savaşı veriyorlardı!

Her bir sahâbî; canları pahasına da olsa, Peygamber Efendimiz’i koruma ve kollama derdindeydi.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_________________________

1 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 188.
2 İbn-i Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 64.
3 Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 1, s. 273.
4 İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Megazî ve’s-Siyer, c. 1, s. 126.
5 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 221.
6 Algül Hüseyin, Çetin Osman; İslâm Tarihi; c. 1, s. 238-239.
7 Nedvî-Ansarî, Asr-ı Saâdet, Büyük İslâm Tarihi, Peygamberimiz (sav) ve Ashâbı, c. 1, s. 32-33.