FEDÂKÂRLIK ÂBİDESİ BİR OSMANLI HANIMEFENDİSİ

YAZAR : Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

n_s_cevikoglu_yuzaki_mayis2016

Sevgi âlemşümul bir duygudur ama bir o kadar da özeldir. Aynı zamanda sevgi bahçesinde çeşit çeşit sevgiler derilir. En mûtenâ sevgiyi temsil eden «gül», Sevgili Peygamberimiz Muhammed -aleyhisselâm-’a olan muhabbeti sembolize eder. Çiğdemler, nergisler, papatyalar, kasımpatılar, menekşeler, açelyalar, orkideler… hep sevgi bahçesinin ayrı güzellikleridir. Sevgiler içinde taçlanan, bir insana gösterilen muhabbetin en zirve yaptığı duygu «anne sevgisi»dir. Ben, ben olarak pek özel şeyleri yazmayı sevmem. Ama eğer özeller genellere kapı aralayacaksa o zaman konuşulmalı, yazılmalı derim. Herkes birbirinin özeline saygı göstermeli, bu pek tabiî bir insanlık gereği. Ancak bazen öyle özeller vardır ki, ondan tüm insanlık istifade etsin istenir. Topluma mâl edilmesi gereken bu özel şahsiyetler; özel insanlar, güzîde kişiliklerdir. Toplum böylesi kişiler ile kalite kazanır. Aslında her anne apayrı güzelliktedir, fakat bazı ayrıcalıklı olanlar farklıdır. İşte benim annem, Azize NOYAN Hanımefendi de öyle bir anne idi. Hep annelerin konuşulduğu şu günlerde ben de sizlere özel ve güzel bir insandan, yani eşi zor bulunan Azize Annemden bahsetmek istiyorum efendim müsaadenizle! Şahsım ile ilgili belki de ilk yazdığım yazıdır bu. Ne yazık ki o güzel insan, sevgili annem şimdi hayatta değil.

İsmi gibi aziz olan Azize Annemi bundan tam on üç sene önce, yaşadığım sürece acısı içimden hiç çıkmayacak bir şekilde kaybettik. Kendisine her zaman çok sevdiği Rabbinden engin rahmet ve bağışlanma diliyorum. Cenâb-ı Hak; ona yattığı mekânda rahatlıklar versin, üzerine nurlar ve selâmetler yağdırsın, cennetin en güzel köşesinde ağırlasın. Günde beş vakit namazımın arkasından kendisine gönderdiğim mânevî hediyelerimi, yüce Rabbim kendisine en güzel şekilde sunsun. Hayat boyu yapmaya çalıştığımız tüm hayır hasenat ve hizmet çalışmalarımızdan onu da en âlî biçimde nasiplendirsin inşâallah. Zira o, hep amel defteri kapanmayan bir anne oldu.

Onsuz geçen hayatımda; hep annemin şefkatli ellerini, hayır nasihatlerini, tatlı dilini, engin sevgisini, derin ve ulvî düşüncelerini aradım, özledim, kendimi hep gurbette hissettim. Ama hayata ışık tutan rehber sözleri ve sıcacık sevgisi hep sağ yanımda idi. Onsuz hayat çok eksik ve sönük! Sevgisi, ilgi ve alâkasıyla onlarca akrabaya bedeldi.

Sadece evlâdı olan erkek kardeşim ve ben değil; kendisini tanıyan herkes, onu tıpkı kendi annesi gibi sever, ona gıptayla bakardı. O biricik annem, tanıştığı herkese kendi evlâdına yaptığı muameleyi yapardı. Onları aynen kendi çocuklarını esirgediği gibi her çeşit kötülükten esirgerdi; hep iyiliği emreder, kötülükten sakındırırdı. İslâm’ın güzelliklerini, Peygamber Efendimiz -aleyhisselâm-’ın üstün ahlâkını, Kur’ân hakikatlerini, sahâbe efendilerimizin hayatlarını, evliyâların menkıbelerini anlatırdı. Küçüklüğünden beri hep sahâbe kıssalarıyla, evliyâ menkıbeleriyle büyümüş, pek çok değerli zâtla müşerref olduğu için engin bir mânevî birikimi ve kültür hazinesi vardı. Konuştuğu, sohbete başladığı zaman âdeta ağzından bal damlardı. Nezih ve kibar davranışlarıyla herkesi kendine hayran bırakırdı.

Gelen misafirlerine öyle bir izzet, ikram ederdi ki onunla beraber olan herkes; onu cennet kopyası bir insan olarak değerlendirirdi. Kibar, ince, temiz, nâzik, anlayışlı, düşünceli bir insandı. Her hâliyle o, bir Osmanlı hanımefendisini hatırlatırdı. Zaten anne tarafından «Seyyid» sülâlesindendi. Kabalığı hiç sevmezdi. Kendisine yapılan çirkinlikleri hiç dile getirmez, hemen affeder ve sanki hiçbir şey olmamış gibi davranırdı. «Paspas olmadan baş tâcı olunmaz.» misali hayat boyu herkesin paspası oldu da bundan hiç şikâyetlenmedi. Her yaptığı iş ve davranışta içten ve samimî idi. Kimseyi darıltacak, kıracak, incitecek söz etmez, tabiri câizse; «Ağzı kan dolsa yutar, asla tükürmezdi.» Gönlünde düşmanlarına bile yetecek engin sevgi demetleri barındırırdı. O, Sevgili Peygamberimiz’in izinde bir sevgi insanıydı.

Aziz ve Azize Annem hep vericiydi; hayatı boyu hiç almaya yanaşmadı, hep verdi, verdi. Sevgisini, şefkatini, işini, aşını, parasını isteyenlere dağıttığı gibi istemeyenleri bile esirgemedi. Maaşını son kuruşuna kadar, en yakınlarından uzağına kadar herkesin ihtiyaçlarına harcardı. Çok cömertti. Çok verdiği için; cebinden, cüzdanından parası-pulu eksilmez her dâim cebindeki parası, evindeki malı eksilmez hep artardı. Her işi bereketli idi. «Verince artacağına» inanırdı. Bunu evdeki pratik uygulamalarından görürdük. Bize de hep bu prensibi aşıladı.

“Yavrum, insanlara faydalı olan insan hakikî insandır.” diyerek tüm çevresine yararlı hizmetlerde bulunurdu. O sade bir hizmet insanı, etrafına dâima muhabbet dağıtan bir sevgi eriydi. Yaptıklarını asla dile getirmez, hemen unutur, şevkle yeni hizmetlere koşardı. Yorulmak, dur-durak nedir bilmezdi. Kendisi biçki-dikiş ve nakış öğretmeniydi. Dikip giydirir, örüp kuşatır; her zaman insanları sevindirirdi. İnsanları sevindirmek en büyük mutluluğuydu. Kapısına gelen kimseyi geri çevirmez, her müşküle bir çare bulurdu. Gecesini gündüzüne katar, durup dinlenmeden hep çalışır, bir şeyler üretirdi. Boş durmayı sevmezdi. «Allah boş duranı sevmez, şeytanı sevindireceğime insanı sevindireyim.» diyerek tıpkı Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın hanımlarından Hazret-i Zeyneb Vâlidemiz gibi örgüler örer, gittiği evlere ördüklerini hediye ederdi. Hiçbir eve boş gitmez; o anda götürecek bir şey bulamasa, kendi ürettiği çiçekleri hediye götürürdü. Çiçekleri çok severdi. Saksılarda bin bir özenle yetiştirdiği çiçeklerini; her sabah sular, sularken de onlarla tatlı tatlı konuşur, engin sevgisinden çiçeklerine de sevgi damıtırdı. Misafir gittiği evlere; o yetiştirdiği çiçekleri büyük bir özenle yaldızlı kâğıtlara sarar, paketler ve takdim ederdi. Hemen her dostunda Azize Annemin ya hediye ettiği bir çiçeği yahut da farklı bir hediyesi vardır. O güzelim insan, bu şekilde insanları sevindirmeyi pek severdi.

Her sözü ibretliydi. «Öldüm, bittim…» diye onun yanına gelenler, âdeta dirilerek giderlerdi. Anlattığı ibret dolu tarihî vak‘alarla herkesi bambaşka âlemlere götürürdü. Onunla derdini paylaşmaya gelenler, dertlerini unutur; anlatılan hâdiseyle yüzünde gülücükler parlar, kendisine mesajlar ve dersler çıkarırlardı. En zor günlerinde bile ümitliydi, «hiç ye’se düştüğünü görmedik» desem abartı olmaz. Engin bir sabır anlayışı vardı, tevekkülü en ciddî anlamda hayatına koymuştu. O bütünüyle Hak ve hakikat tecellîleriyle dolu bir insandı. Gözlük derecesi tam 6,5 olmasına rağmen, Kur’ân’ı ve dîni kitapları elinden düşürmezdi. En son Osman Nûri TOPBAŞ Efendimiz’in; «Îmandan İhsâna Tasavvuf» isimli eserini okuyordu. Musa TOPBAŞ Üstâdımız’ın hem aileyle ilgili olanları, hem de diğer tüm küçük kitapçıklarını okumuştu. Bilgi hazinesinde, bu değerli sultanların ibretli sözlerinden bulunur ve titizlikle onları çevresiyle paylaşırdı. Okumayı sever, okuyana değer verirdi. Kültürlü ve bilgiliydi. Dînî ilim ve irfan sahibi idi. Bu yüzden onu tanıyan herkes, her sıkıntısını onunla paylaşmaktan haz alır ve sık sık nasihatlerine başvururdu.

Muhterem aziz ve Azize annem, Allah -celle celâlühû- ve Peygamber âşığıydı. Bizlere ördüğü, diktiği kıyafetler için;

“Aman yavrum her ördüğüm ilmekte, her iğne atışımda Cenâb-ı Hakk’ın ismi ve Peygamberimiz’e selâm vardır; dikkatli giyin, sizi özenle yaratan Rabbiniz’i hiç aklınızdan çıkarmayın. Efendimiz -aleyhisselâm-’ın sünnetlerin hep uygulayın.” derdi. Bizleri ve torunlarını namaz kılarken gördüğünde; uzun uzun seyreder, namaz bitince de hepimizi ayrı ayrı kucaklar, öper, sever, küçükleri taltif ederdi.

“Ben dünyanın en zengin insanıyım, sizin gibi; «Hakk’ı bilen ve seven» evlâtlara ve torunlara sahibim.” derdi. Öyle mâneviyatlı, asil ve güzel rüyalar görürdü ki; kardeşimle ben, onu gönlümüzün sultanı yapmıştık.

Duruşuyla, oturuşuyla-kalkışıyla, sözüyle-sohbetiyle, davranışlarındaki letâfetiyle o tam bir Osmanlı hanımefendisiydi. «Altının değerini sarraf bilir.» misali; onunla tanışan hemen, sevgili anneciğimin farklı bir kişiliği olduğunu anlardı. Aziz ve Azize Annem, Peygamber ahlâkının dünyadaki bir nümunesiydi. Herkesi güzel ahlâk sahibi olmaya teşvik ederdi. Bize her dâim;

“Yavrularım size kemik atana, siz hep ekmek atın. Kötülüğe asla kötülükle mukabele etmeyin. Hayatınız iyilikle geçsin. Unutmayın iyiliğe daha çok iyilik, kötülüğe yine iyilik tamam mı?” der;

“Siz her kişi gibi değil, er kişi olun.” ve benzeri prensiplere uymamızı isterdi.

O candı, cânandı, sevgi ve şefkat âbidesiydi. Muhtacı, ihtiyaçlıyı elinden geldiğince görüp gözetirdi. Ya kendi verir, yoksa etrafını onlara yardım için seferber ederdi. O ne güzel bir insandı! Şimdi onun gibi 10 tane olsa diyorum, çoğu insanın sırtı yere gelmez. Yaşasaydı bizim daha o değerli anneden öğreneceğimiz çok şeyler olurdu. Bizler evlâtları ve torunları olarak; o aziz ve Azize Anneciğimin hayattayken hep değerini bildik, elini öptük, duâsını aldık. O eşi az bulunur annemizi; yaşadığı sürece üzmemeye, kırmamaya çalıştık, hep onu memnun etmek gayretinde olduk. O güzel insan Rabbini çok sevdi ve hep O’na güvendi. Rabbim de onu ukbâda çok sevsin, sevindirsin, en sevdiklerinin yanına yerleştirsin, güzel ahlâkıyla çok değer verdiği Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’a komşu etsin inşâallah.

O değer âbidesi vefat ettiğinde; sadece biz değil, çevresindeki insanların çoğu en az bizim kadar üzüldüler. Sevenleri, hâfize kızları, genç sevdalıları arkasından -yüze yakın- hatimler hediye ettiler ve bunlar hâlâ da devam ediyor. Kendisini tanıyan her ailede ibretâmiz bir hâtırası, bir hediyesi yahut da bir çiçeği mutlaka bulunur. Hele vefatında; karşı komşusu bana tâziyeye gelmemişti, çok üzülmüştüm. Neden sonra beni telefonla arayınca bu üzüntümü belirttiğimde o kardeşimiz bana dedi ki;

“Ablacığım! Azize Anne sadece senin annen değildi. O, hepimizin annesiydi. Aslında benim kendi annem de kayınvâlidem de hayattadır, ama Azize Annem benim hakikî annemdi. O; hep bana doğruyu, iyiyi, güzeli anlattı. Hayatıyla örnek oldu. Yıkıldığım yerde beni hayata tutunduran nasihatler verdi, üzüldüğümde teselli etti, dînimi öğretti. Ben kendi annemden görmediğim yakınlığı ondan gördüm. Ben de aynen sen gibi çok üzgünüm; yapamadım, gelemedim sana. Ben de tâziye kabul ediyorum; çünkü ben de annemi kaybettim, sen bana tâziyeye gel. Onun gibisini bir daha bulamam.” dedi ve hıçkırıklara boğuldu. Daha bu bir tanesi…

Benim kendi öğrencilerim de en az benim kadar; annemin vefatına üzüldüler, yandılar, ağladılar. O kıymetli insanın ardından hâlâ okurlar. Zira o, öğrencilerime de fakülte okurlarken maddî ve mânevî çok destekler verdi. Eşi az bulunur bu güzel anneyi; aziz ve Azize Annemi bugün şu mübârek aziz günlerde rahmet ve sevgiyle, övgü ve takdirle anıyor, sizlerden mümkünse üç İhlâs bir Fâtiha rica ediyorum efendim.

Günleriniz hayırla dolsun, tüm annelere bereketli ömürler…