“KİTAP, SÜNNET HA, SÜNNET!” DİYEN HOCAMIZA
YAZAR : Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com
Muhterem Hocam,
İnternette dinledim. Bir konuşmanızda yadırgayıcı bir ifadeyle başlıkta tırnak içerisine aldığım ifadeyi kullanıyor, Sünnet’in Kitâb’ın yanında zikredilerek onunla eşitlendiğini, dolayısıyla Kitâb’ın otoritesine halel getirildiğini vurgulamaya çalışıyorsunuz. Tabiî Sünnet için bunları söyleyince icmâ ve kıyas için öncelikle söylemiş oluyorsunuz. Buna göre müslümanlar; sünnet, icmâ, kıyas gibi delilleri Kitâb’ın yanı sıra ve onunla eşit bir delil kabul etmiş, dolayısıyla Kitâb’a hakkını vermemiş oluyorlar.
Öncelikle belirteyim ki, müslümanlar içerisinde;
“Siz kim, Kur’ân’ı anlamak kim? Âlimlerinizin söylediklerini yapın yeter!” şeklinde düşünen bir kesim var elbette. Bunlara göre günümüzde ne kadar okumuş olursa olsun Kur’ân’ı anlamaya ehil kimse yoktur. Eğer yukarıdaki sözlerin muhatabı bu anlayıştaki kimselerse belki hoş görülebilir. Gerçi onlarla yapılacak tartışmada söylenecek söz de bu değildir, ama haydi diyelim ki, bu durumda sözünüz te’vil götürür. Ancak muhataplarınız daha geniş bir kitleyse söylediğinizi insafla bağdaştırmak zordur. Çünkü klâsik usûle göre, Sünnet Kitâb’ın açıklamasıdır. Hatta usûle dair ilk eseri veren İmam Şâfiî (ö. 204), Sünnet’teki her hususun Kitap’tan bir delili olduğunu ileri sürer. İcmâın da genellikle Kitap ve Sünnet’ten bir dayanağı olur. Kıyas ise esasen müstakil bir delil olmayıp Kitap ve Sünnet’in hükümlerinin, benzer hâdiselere teşmilinden ibarettir. Şu hâlde müslümanları, Sünnet ve diğer delilleri Kitâb’a -tabir câizse- ortak etmekle suçlamak ve böylece onların diğer delilleri Kitâb’a rakip gördüklerini îmâ etmek haksızlık olmaz mı? Allah aşkına Sünnet Kur’ân’la çelişir mi? Hiç bilgisi olmasa bile bir müslüman, fıtraten böyle bir çelişkiyi reddeder. Çünkü birazcık muhakemesi varsa, bunun Peygamber’in Allah’la ters düşmesi anlamına geleceğini bilir! Bu kadarını herkes bilip idrak edebileceğine göre geriye ne kalıyor? Tasnif! Yani istinbatta bulunulacak, hüküm çıkarılacak kaynakların sıralanması…
Yani ilim, kalıyor. Çünkü ilim dediğimiz şey, büyük ölçüde tasnif demektir zaten. Müslümanlar; «Hüküm çıkarmada başvurulacak şer-‘î deliller: Kitap, Sünnet, icmâ, kıyas» hattâ «istihsan, istishâb, istislâh, örf, sahâbe kavli, şer‘u men kablenâ» vb. şekilde saydıkları için neden Kitap’la rekabet eden ve onunla yarışan kaynaklar ileri sürmüş olsunlar ki?
Hocam,
Öyle görünüyor ki, temel sıkıntı her şeyi Kitap’tan çıkarmaya çalışmaktır. Peki, biz Kitâb’ı kimden aldık? Kitap bize gökten zembille mi geldi? Yoksa onu Peygamber mi getirdi? Peygamber getirdiyse onu almayı gerekli gördüğümüz gibi Peygamber’in açıklamalarını da almamız gerekmez mi? Birinci hususta Peygamber’e güveniyorsak ikincisinde de güvenmeli değil miyiz?
Bu soruları sorarak sizin Sünnet’i tamamıyla reddettiğinizi söylemiyorum elbette. Hâşâ! Sizin öyle bir yaklaşımınız olduğunu bilmiyorum. Ancak her şeyi Kitap’tan çıkarmaya çalışmanın bazı açmazları olabileceğini belirtmek için bunları yazıyorum.
Yoksa elbette Kitâb’ın Sünnet’ten ayrılan yönleri vardır. Kitap mushaflara yazılarak ve tevâtürle nakledilerek gelmiştir. Dolayısıyla sübûtu kat‘îdir. Sünnet’in ekseriyeti ise tek kişiler (âhâd) tarafından nakledilerek gelmiştir. Bu sebeple kesinlik ifade etmez. Ancak bu, Sünnet’in delil oluşuna mâni değildir. Herhangi bir hadîsin naklinde problem varsa bu dile getirilir ve o hadis hüccet kabul edilmez. Ancak o hadisin hüccet kabul edilmemesi, naklinde problem olmayan hadislerin delil oluşuna engel olmaz. Elbette Kitap’la çelişir gibi görünen hadisler de olabilir. Bu çelişkiyi giderecek bir yorum getirilemezse -yukarıda geçtiği üzere- Peygamber’in Allâh’a aykırı bir söz söylemesinin söz konusu olamayacağı dikkate alınarak sübûtu kat‘î olan Kur’ân alınır, sübûtu zannî olan hadîsin sahih olmadığına kanaat getirilir. Meseleyi bu çerçevede sükûnet ve suhûletle ele almak varken, müslümanların diğer delilleri Kitap’la yarıştırdığını ileri sürerek öyle takdim etmek çok kırıcı ve itici oluyor değerli hocam!
Dinlediğim ses kaydında sizin -bilebildiğim kadarıyla- genel yaklaşımınıza ters düşen ve beni hayrete düşüren bir husus daha vardı. «Ebû Hanîfe’cilik» diye özetleyebileceğim bir husus! Evet, bağnazlık eleştirisi yaptığınız konuşmanızda «Ebû Hanîfe’cilik» olarak anlaşılabilecek ifadeler yer alıyordu. İmam Ebû Hanîfe’den «imamımız» diye bahsediyor, sonra da İmam Mâlik, İmam Şâfiî, İmam Ahmed bin Hanbel, İmam Evzâî, İmam Buhârî’nin vb. İmam Ebû Hanife aleyhindeki sözlerini sıralıyordunuz. Hattâ -burada benim aktardığım gibi- bu imamlara «imam» sıfatını vermiyor, onları isimleriyle zikrediyordunuz.
Elbette bu imamlar birbirini eleştirmiş olabilir. Ancak böyle yaptılar diye bir kalemde silinip atılmaları mı gerekir? İmam Ebû Hanîfe’nin içtihatlarını benimsemiş olabilirsiniz! Ben de onun içtihatlarıyla amel ediyorum. Ancak bu, diğer imamların benim imamım olmadığı anlamına gelmez. Onlar da benim imamımdır. Elbette İmam Ebû Hanîfe büyük bir âlimdir. Ancak onun içtihatları İslâm’ı kuşatamaz. Tıpkı diğerlerinin de tek başına onu kuşatamayacağı gibi… İmam Şâfiî’nin, İmam Mâlik’in, İmam Ahmed bin Hanbel’in ve diğerlerinin yorumlarının olmadığı bir İslâm anlayışı bana göre çok eksik kalır. Sadece İmam Şâfiî ile ilgili şu tespiti yapmak bile maksadımı anlatmaya sanırım kâfî gelir: İmam Şâfiî olmasaydı belki de müslümanlar bugün ana dilleriyle ibâdet ediyor olacaklardı. Böylece siyasette, amaçta ve hayatın diğer birçok alanında paramparça oldukları gibi ibâdette de parçalanacaklardı. Yabancı bir ülkede okunmakta olan ezanın -mahallî dili bilmedikçe- ezan olduğunu bilemeyecektik. Bu dahî, İmam Şâfiî’nin ne kadar basîretli ve büyük bir âlim olduğunu göstermez mi?
Muhterem hocam,
«Mü’minler kardeştir.» ilkesi gereğince bir kardeşiniz olarak biraz daha yumuşak bir üslûp kullanmanızı -haddim olmayarak- tavsiye ediyorum. Sanıyorum bazen sözü güçlü söyleme arzusuna fazlaca kapılıyorsunuz. Çünkü -belirtmeliyim ki- hakikaten iyi bir hatipsiniz. Ancak böyle ithama varan aşırı ifadeler kullanmanız iki açıdan sakıncalıdır:
1. Muhataplarınızı kırıyor, tepki çekiyorsunuz. Böylece hem incitiyor, hem de inciniyorsunuz. Hâlbuki Kur’ân’ın üslûbunun «
incinip birbirinden uzaklaşmaz. Selâmetle… süpürücü olmadığı»nı biz sizden öğrendik.
2. Bu yolu seçmeniz sizden yararlanacak insanların sayısını azaltıyor.
Her mü’mini sevdiğim gibi sizi de Allah için seviyorum. Ümit ederim ki, bu samimî kardeş tavsiyesini dikkate alırsınız. Böylece hem sizden istifade edenlerin sayısı artar, hem de müslümanlar