Hayat Yolculuğunda UNUTAMADIĞIM KARELER -15-
YAZAR : Mehmet MENCET
ZORAKİ TEZKİYE
Hâkimlik, savcılık… Bu meslekler iftiraya o kadar açık ki, ancak Cenâb-ı Hak koruyor. Bu gibi hassas mesleklerde çok dikkatli ve titiz olmalı.
Şikâyet ve iftiralar halktan da gelebilir, üst seviyedeki âmirlerden de…
Sulakyurt’tayız…
Benim hakkımda; Cuma günleri adliyeyi kapatıp insanları zorla namaza gönderdiğim, boşanmalarda müftülükten fetvâ aldığım, eşimin başörtülü olup kitap dağıttığı gibi ithamlarla şikâyetler olmuş.
Ankara’dan müfettiş geldi. Kaymakam Beyin evi birkaç bina ileride, hanımı da avukat. Duruşma ve keşiflerde mübâşir gidip, hanımefendiyi çağırıyormuş daha evvelki zamanlarda. Ayrıcalıklı… Bu şekilde eşit ve âdil olmayan bir alışkanlık olmuş. Diğer avukatlar Ankara’dan Kırıkkale’den geliyor, o birkaç bina ileriden çağırılmadan gelmiyor. Biz bu «çağırma» uygulamasını kaldırdık.
Bir gün boşanmak üzere bir çift geldi. Yeni evli olmalarına rağmen, boşanma taleplerinin sebebini sorduk. Sanki bir sır vardı. Sonunda söylediler: Bunlara birisi;
“–Siz sütkardeş olabilirsiniz.” demiş.
“–Kanunlarda böyle bir madde yok. İçinizin rahat etmesi için, isterseniz müftüye veya diyanete sorabilirsiniz.” demiştim.
Neymiş efendim; her kararda müftüden fetvâ alıyormuşuz.
Kaymakam Bey de bunları toparlamış, durumun araştırılması için müfettiş istemiş. Kendisi Ramazan’da gündüzleri personeline baklava ikramında bulunuyor. Kim oruç tutuyor belli olsun diye…
Müfettişin teftişi artık son merhaleye geldi. Müfettiş; Ankara yakın olduğu için, bizzat mahallinde değerlendirmeyi düşünüp inceleme yaptı ve;
“Artık ayrılacağım.” dedi.
Ben de kahvaltı yapmak ve son bir defa daha görüşmek, yanında olmak için adliyeye gittim. Zaten küçük bir adliye, bahçesinde oturuyoruz. Kaymakam Bey de adliye çevresinde geziniyor; tahkikātı merak ediyor, nabız yokluyordu. Yanımıza geldi, buyur ettik. Çay içiyoruz.
«Nasıl olsa tahkikat bitti.» düşüncesiyle Kaymakam Bey başladı beni methetmeye;
“Bu Hâkim Bey; iyilik timsâli, çalışkan, dürüst, herkesi seven bir insan vs…”
Ben de içimden gülüyorum; şikâyet eden o, bu söyledikleri tamamen ters.
Müfettiş Bey bir ara kalktı, odasına gitti, biz oturuyoruz. Müfettişin beraber çalıştığı rahmetli zabıt kâtibi Salih geldi;
“Kaymakam Bey! Sizi Müfettiş Bey çağırıyor!” dedi. O da gitti içeriye.
Müfettiş Bey, firâsetli bir insan;
“Kaymakam Bey! Siz ilçenin en büyük mülkî âmirisiniz. Sizin düşünceleriniz, görüşleriniz bizim için önemlidir. Dışarıda ne söylediyseniz aynen yazdım. Lütfen imzalar mısınız?” demiş. Kaymakam Bey itiraz edememiş, imzalamış.
Yüce Mevlâm’ın adâleti… Beni şikâyet edip, müfettiş isteyen insanı, hakkımda böyle konuşturdu.
Sabır ne güzel şey! Ama çok zor. Aslında az bir sabır bile insanı ne büyük felâketlerden koruyor.
YOKSA SEN DE Mİ?
Yıl sonu devirler sebebiyle artık adliyelerde gelenek hâline gelen adlî tatilde, işlerin, duruşmaların az olduğu bir dönemde; o zamanki komisyon başkanı ve ağır ceza başkanına birlikte çalıştığımız arkadaşımız rica etti;
“Kozanlı’da bir kulak burun boğaz profesörü var. Birlikte gidelim boğazını muayene ettirelim.” diye. O da bizimle geldi. Başka bir yere gitmedik; işimiz bitti, döndük. Hattâ Reis Bey adliyeye uğradı; «Herhangi bir iş var mı?» diye.
Aradan aylar geçti. Ankara’dan gelen bir müfettiş bana;
“Reis Bey 5 Ocak’ta Adana’ya gidip orada bir dâvâ hakkında görüşmeler yapmış. Bu hususta şahit olarak ifade vermenizi istiyorum.” dedi.
Reis Bey; çok dürüst, işine gönülden bağlı bir arkadaşımız. Ben;
“–Reis Bey, Adana’ya arkadaşın ısrarı ile muayene olmaya gitti. Onun dışında hiç kimse ile görüşmedi.” deyince;
“–Demek bu işin içinde sen de varsın!” demez mi!..
Bu sefer;
“–Neden Adâlet Bakanlığından izin almadınız?” dedi.
“–Günü birlik gidip geldik.” dedim. Bir netice çıkmadı ama insan; yalan yanlış yazılan senaryolara, yapılan iftiralara ve yalanlara üzülüyor.
Allah insanı kötü ahlâklı insanların şerlerinden muhafaza eylesin.
ZAN ALTINDA KALMAK
Bir gün keşfe gittik döndük. Karar yazdırmak üzere odama gireceğim, kapıdan adımımı attım, yerde bir zarf gördüm. Eğildim aldım, baktım içinde bir miktar para var;
“–Hayırdır inşâallah, bu da ne ola ki!” dedim. Zarfı masanın üzerine bırakıp, kalem odasına gittim;
“–Bugün beni arayıp soran, gelen giden oldu mu?” dedim;
“–Evet yaşlı bir amca geldi; sizi sordu, selâmı var.” dediler. O zaman anladım. Bizim ailece görüştüğümüz; sözü sohbeti güzel, kültürlü bir abimiz. Aylar evvel biraz sıkıntısı varmış; benden para istemişti, demek ki durumu düzelince getirmiş. Beni bulamayınca da kapının altından içeri atmış. Peki o anda bir müfettiş gelmiş olsa veya ben yokken de gelebilir. Bazen de arkadaşlarla karşılaşıp odama davet ediyorum veya imza için bekleyenler de olabiliyor… O zaman ne derlerdi acaba?
“–Gözümüzle gördük zarfın içinde para vardı.” derlerdi. Yalan söylemiş de olmazlardı ama işin aslını bilmedikleri için zan altında kalırdım.
Hemen telefon ettim;
“–Abi bugün daireye sen mi geldin?” dedim.
“–Evet, emânetini getirdim.” dedi.
Mübârek adam, emânet yere mi bırakılır? Nasıl olsa görüşüyoruz, o zaman verirsin. Telefonlarımız dinleniyordu, kaç kere telefonda kaset sesi duyduk. Yakın bir arkadaşım da dinlendiğimi söyledi; çocuklarımın isimleri, hangi okullara, hangi dershaneye gittikleri, babamın mesleği, imam mı değil mi, hanımın başörtüsü… Hepsi bakanlıktan soruluyordu.
BİZİM İŞ NİYE OLMADI?
Dürüstlüğünden emin olduğu bir hâkim arkadaşım anlatmıştı. Bir gün karar yazdırırken kapı çalınıyor. Bir tanıdık içeriye girip selâm veriyor. O da;
“–Karar yazdırıyorum. Sen çayını içinceye kadar biter.” diye oturtuyor.
İşi bitince;
“Nasılsın, ne var ne yok?..” diyor.
Havadan sudan sohbet ediyorlar. Tabiî biraz zaman geçiyor; misafir;
“–Ben sizi meşgul etmeyeyim!” diye kalkıyor. Hâkim Bey de onu kapıya kadar uğurluyor. Aradan zaman geçiyor, birileri Hâkim Beyi şikâyet ediyor.
Meğer bizim hâkim arkadaşın bakacağı dâvâsı olan birisi;
“–Sen hâkimle iyi görüşüyorsun, şu işimizi hâlletsen.” diyor. O da;
“–Şu kadar para verirsen hâllederim.” diye yüklüce bir para istiyor. Sonra parayı alıyor, deste hâlinde ceketin iç cebine koyuyor. Dışarıda ceketi açıp gösteriyor;
“Bak şimdi bunları hâkimin yanına gidip vereceğim.” diyor ve içeri giriyor. İçeride de epey kalınca, dışarıdaki vatandaş;
“–Bu iş oldu!” diye rahatlıyor. Tabiî bizim hâkimin hiçbir şeyden haberi yok. Verdiği karar dâvâcının aleyhinde çıkınca;
“Bu kadar paramızı aldı, işimizi niye yapmadı!” diye şikâyet ediyor.
Hâkimlerin arkasında ne dolaplar dönüyor, ne iftiralar oluyor. Dürüst olanı Rabbim koruyor.
BAŞÖRTÜSÜ İŞE YARADI!
Yine bir keşifte:
Antalya’nın meşhur döşeme altı halıları vardır;
Köylüler konuşuyormuş:
“Kadastro hâkiminin hanımı geldi bu halılardan istedi. Yeni villâ yaptırmışlar orası için diye.”
Aslında bahsi geçen hâkim, başka bir mahkemenin hâkimi ama hanımefendi kadastro hâkimi diye tanıtmış.
Köylülerden birisi;
“Ben kadastro hâkimini tanıyorum, o böyle bir şey istemez. Hem onun hanımı kapalı. Bu onun hanımı değil.” demiş. İlk defa başörtüsü işe yaradı!
İnsanlar kendi hatalarının en iyi avukatı, başkalarının hatalarının en iyi hâkimidir.