«ONUN DA BİR CANI VAR!»
YAZAR : YÜZAKI
Aziz Mahmud Hüdâyî Camii İmam-Hatibi Hâfız Mustafa EFE Hoca ile Mülâkat
Aziz Mahmud Hüdâyî Camii’ndeki kedilerle fotoğraflarının sosyal medyada yayılmasıyla; hâfız Mustafa EFE Hoca, «Kedi seven
imam» ifadesiyle ülke ve hattâ dünya gündemine gelmişti. Geçen sayıda giriş kısmını verdiğimiz mülâkatımıza devam ediyoruz.
YÜZAKI: Hayvanlara karşı sevginin, bir merhamet tezâhürü olduğunun altını çizmiştiniz. Mihraptan bakan bir insan olarak toplumumuzun karnesi merhamet mevzuunda nasıl sizce?
Mustafa EFE: Biz mevzumuz sebebiyle hayvanlara şefkat ve merhametten bahsediyoruz. Ancak bugün öyle bir devirde yaşıyoruz ki; insanlara, hattâ anne babalara dahî merhametsizlik, şefkatsizlik sergilenebiliyor.
Toplumumuzda köklü mâzîmizden gelen bir merhamet var. Fakat bunu yarınlara taşımak için daima bu değerler canlı tutulmalı.
Merhamet, ama gerçek merhamet canlı tutulmalı.
Bunun için vicdanlar ve gönüller, ham bırakılmamalı. Onlar gerek dînî bakımdan gerek fıtrî bakımdan sevgi ile en güzel şekilde eğitilmeli. Sevmenin ve merhametin huzurunu tadan bir kimse asla gaddar olamaz. Yani her insanın yapısında aslında bu şefkat duygusu var. Var ancak kimisi devreye alınmamış tabiri câizse. İptal gibi, yok gibi âdeta. Onu eğitimle ortaya çıkarmak gerekiyor. Yani mesele doğru eğitimde. Dînen de, vicdânen de, ahlâken de doğru eğitim meselesi bu.
Bunu gerçekleştirmek için herkese düşen farklı farklı vazifeler var elbette.
Bana düşen, mihrabın ve minberin diliyle bunları paylaşmak. Paylaşmaktan daha mühimi, uygulamak. Herkes aynı niyetle gayret gösterirse, hayvanlara karşı kötü örnekler toplumda yok kadar azalır. Şair Seyrî’nin bir avcıya, masum bir kekliğin ağzıyla söylediği şu mısralar ne kadar dokunaklı:
Allâh’ı seversen bırak peşimi,
Yavrum var çok küçük, öldürme avcı!
Zaten dün avladın garip eşimi,
Tevbe et; bahtını soldurma avcı!..
Hissiz misin, nasıl kıyarsın câna?
O cânın sahibi sormaz mı sana?
Kınalı kekliği boyayıp kana,
Şu mel‘un şeytanı güldürme avcı!..
Seyrî ol cennete, âzâd et beni,
Kıyma, sen vermedin can ile teni,
Cehenneme atar Sırat’tan seni,
Sırtını günahla doldurma avcı!
İllâ merhamet.
Çünkü insanın sorumluluklarının çoğu, onun merhametine emânet. Kuru kuruya kanun maddelerine değil, ancak insanın merhametine emânet. Aslında insanlar da o merhamete emânet, bütün canlılar ve hayvanlar da.
YÜZAKI: Bir din adamı sohbet ve vaazlarında bunları da dile getirmeli değil mi?
Mustafa EFE: Elbette. Çünkü dînin özü merhamet… İslâm’ın bütün hakikatlerini iki maddede toplamak gerekirse; biri;
«Tâzîm li-emrillâh» yani; «Allâh’ın emirlerine hürmet ve riâyet» diğeri de;
«Şefkat alâ halkillâh» yani «mahlûkāta şefkat»tir.
Bu sebeple sohbetleriyle tefeyyüz ettiğimiz büyüklerimiz de dînimizde mahlûkāta şefkati emreden hüküm ve misalleri sık sık dile getiriyorlar. Bu vesileyle birkaç misal verelim:
Peygamberimiz, süt sağanların tırnaklarını kesmelerini isterdi. O zaman binek olarak develere, atlara biniliyordu malûm. Hayvanların üzerinde sohbete dalınmasına gönlü râzı olmazdı, Peygamberimiz;
«İnin aşağıda konuşun. Hayvanlar sizin koltuğunuz değildir.» buyururlardı.
Peygamberimiz, bir bedevînin, taze bir dalı şiddetle silkelemesinden dahî rahatsız olmuş ve mâni olmuş, doğru muâmeleyi öğretmişti.
Mekke’nin fethine giderken de yolda yavrularının üzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek gördüler. Hemen ashâbından Cuayl bin Sürâka -radıyallâhu anh-’ı yanına çağırarak onu bu hayvanların başına nöbetçi diktiler. Anne köpeğin ve yavrularının İslâm ordusundan herhangi bir asker tarafından rahatsız edilmesine mâni oldular. (Vâkıdî, II, 804)
Misaller çok. Bunlar gündemde tutuldukça, vicdanlar eğitildikçe, ümit edilir ki, hayvanlara eziyet azalacak, onlara sevgi ve şefkat artacaktır inşâallah.
YÜZAKI: Dînimizin aslında bu esaslar ve misaller var. Ancak müslümanların tatbikatına ne kadar yansıyor. Burası önemli.
Mustafa EFE: Evet, Peygamberimiz’in ahlâk ve rûhâniyetini en çok tevârüs edenler Hak dostları… Türbe ve dergâhının yanında vazife yaptığım Aziz Mahmud Hüdâyî gibi Hak dostları da hayvanlara şefkatleriyle tanınmışlar. Meselâ Hüdâyî Hazretleri’nin, zikirlerini işittiği için çiçekleri koparmaya kıyamadığı menkıbesi meşhurdur. Onlar hakikaten bütün varlığı Allâh’a kulluk içinde görüyorlardı. Bir şiirinde de şöyle ifade ediyorlar bu zikri:
Mevlâ’m Sen’in âşıkların,
Devrân ederler hû ile…
Yolundaki sâdıkların,
Cevlân ederler hû ile…
Güller tutar elde varak,
Bülbüller okurlar sebak,
Her şeyde görüp nûr-i Hak,
İz‘ân ederler hû ile…
Yani her şeyde ilâhî zikri ve kulluğu görüyorlar. Kuşların, çiçeklerin Cenâb-ı Hakk’ın cemâlini, güzelliğini anlattığını ifade ediyorlar. Böyle gören elbette, onu sever, korur ve ona merhamet eder.
Bütün sâlih kulların müşterek vasfı, «Allâh’a tâzim»den sonra «mahlûkāta şefkat»tir. Onlar Hak katında büyük derecelere bu yolla vâsıl olmuşlardır.
Nitekim Şâh-ı Nakşibend Hazretleri; yıllarca hasta köpeklere, yaralı hayvanlara, hasta insanlara bakmış ve yolları temizlemekle meşgul olmuştur. Buyurur ki:
“Ulaştığım yüksek derecelere, ancak yaptığım hizmetler sayesinde nâil olabildim.”
Bâyezîd-i Bistâmî -kuddise sirruhû-, bir yolculuk esnasında bir ağacın altında biraz istirahat ettikten sonra yolculuğa devam etmişti.
Yolda, dinlendiği yerden torbaların üzerine geçmiş birkaç karıncanın gezindiğini gördü. Onları yurtlarından mahrum etmemek ve onlara gurbet hayatı yaşatmamak için onca yolu geri döndü, dinlendiği yere geldi, karıncaları eski yerlerine bıraktı.
Bâyezîd-i Bistâmî, an gelir ilâhî muhabbetten o kadar hassaslaşır ve incelirdi ki, Yaratan’dan ötürü yaratılanlardan her birinin ıstırabını sînesinde hissederdi.
Bir gün, gözü önünde bir merkebi öyle dövdüler ki, hayvanın arkasından kanlar boşandı. O anda Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri’nin de baldırlarından kan sızmaya başladı…
Ramazanoğlu Mahmud Sâmi Efendi Hazretleri’nin sakat köpekleri tedavi ettirdikleri, aç olduğu için kapıya gelen köpekten; «Misafir geldi.» diye bahsettikleri meşhurdur.
Hâce Musa TOPBAŞ Hazretleri de Üsküdar’daki köşklerinde; kedilere, köpeklere, martılara dâimâ infak hâlinde idiler.
Bu hâller, Yaratan’dan ötürü yaratılanlara gösterilen kâ‘bına varılmaz bir şefkat ve merhamet tezâhürüdür. Rabbe yakın bir mü’minin gönül ufkunun derinliğidir.
Şeyh Sâdî ne güzel buyurur:
“Tane taşıyan karıncayı incitme! Çünkü onun da bir canı vardır. Küçük gördüğün can da, tatlı ve hoştur.”
Bütün mesele bunu idrak edebilmemiz. Bütün bunlar, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den evliyâya akseden güzel ahlâklardır. Hepsinin özü de, bütün mahlûkāta şefkat ve merhametten ibarettir.
YÜZAKI: Teşekkür ediyoruz. Bu vesileyle Aziz Mahmud Hüdâyî Camii’ndeki faaliyetlerinizden ve kurucusu olduğunuz Hüdâyî Kur’ân Merkezi hakkında bilgi verir misiniz?
Mustafa EFE: Ben Yüzakı Dergimize teşekkür ederim.
Aziz Mahmud Hüdâyî Camiimiz, mâneviyat ve rûhâniyetiyle halkımızla dolup taşıyor.
Hattâ sevinçle ifade edeyim. Bu haberlerden sonra yabancı turistler de ziyarete gelmeye başladı. Geçtiğimiz günlerde bir İtalyan, camimizde İslâm ile müşerref oldu.
Camiler; artık bugünkü şehir hayatının stresinden, yoğunluk ve karmaşasından kaçış ve kurtuluş yeri hâline geldi.
Muhteşem mâzîmizde de dergâh ve camilerin böyle müthiş bir fonksiyonu vardı. Yorgun, stresli, öfkeli, kederli veya bunalmış insanlar; dergâhlarda, camilerde secdelere, sohbetlere sığınır, âdeta oradan bir reçete alır ve huzura kavuşurdu. Toplum ve fertler için bir nevi rehabilite merkezi olurdu. Biz de beş vakit namazlar ve Kur’ân tilâvetlerimiz hâricinde, bir de Cuma ve Pazar sabahları zikir, sohbet ve duâ programı yapıyoruz. Ardından da Hüdâyî Çorbası ikram ediyoruz. Perşembe akşamları da esnaf duâmız var. Elhamdülillâh güzel bir teveccüh var.
Hüdâyî Kur’ân Merkezimize gelince;
Mihrapta ve minberde, çok yönlü, iyi bir imam-hatip olabilmek, vazifesinin etraflıca hakkını verebilmek ve doğru şeyler yapabilmek için, bu meslekte diğerlerine göre daha donanımlı olmak gerekiyor. Çünkü mesele kitlelerin önüne geçip ibâdet memurluğu yapmak değil, yaşamak ve yaşatmak.
Îmânı yaşamak ve yaşatmak.
Şefkat ve merhameti yaşamak ve yaşatmak.
İşte buradan hareketle;
Kur’ân merkezimizde geleceğin güler yüzlü, güzel sesli, güzel ahlâklı, merhamet ve şefkat dolu sîmâlarını ve şahsiyetlerini yetiştirici bir Kur’ân eğitimi veriyoruz. Hâfızlık eğitimi, güzel okuma, hitâbet, mûsıkî, dil eğitimi çerçevesinde bir ihtisas çalışması yapıyoruz. Gençleri hem ibâdetin mihrabına, hem ilmin mihrabına, hem şefkat ve merhametin mihrabına hazırlıyoruz.
YÜZAKI: Son sözünüz…
Mustafa EFE: Dünya, eğer merhameti tam olarak anlasa ve yaşasa, hiçbir meselede problem kalmazdı.
Bu sebeple son sözüm:
Merhamet, merhamet, merhamet…