ÂH, EY MERHAMET!

ŞAİR : SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

-Ebced değeri Allah lâfzına tekâbül eden ve «Allaah» diye çağıldayan 66 beyit-
Vakit tamam, ana rahminde nazlı bir bebecik,
Hayâta göz açılan anda, cismi pek nâzik,
Ne sancılarla doğarken, biraz buruk gerçi;
«Ya ağlarım, gülerim, zıplarım!» diyordu içi!
Ne tatlı şeydi sarılmak, doğup da annesine,
Ne hoştu uykuya dalmak, yatıp da sînesine.
Nefes nefes büyümek vardı, cilveler vardı,
Ne ninnilerle, salıncakta, anne sallardı.
Ne türlü manzaralar seyrederdi birlikte,
Dönerdi bülbüle dil dil, şakırdı dirlikte.
Düşündü sanki bu ahvâli yavru pür heyecan,
Hemen kıpırdadı, çırpındı vakti geldiği an.
Doğunca çünkü o, artık günüydü koşmaların,
Çiçek de toplayacaklardı annesiyle yarın.

O an fakat yüce Rabbim, ne dehşet oldu, aman,
Dönüştü cinnete her zâlimin hücûmu, yaman;
Şu hastahâne mi? Aah, annesiyle evlâdı,
Henüz doğumda iken kâfir öyle bombaladı;
O yavru öldü, henüz bilmeden bahânesini,
Kapandı gözleri, hiç görmeden gül annesini.
Morardı ağzı, bu dünyâda içmeden sütünü,
Savurdu kahkaha her yanda kâfirin bütünü.
Zavallı yavru, nasıl öldürüldü vahşet ile?
Zavallı, içmedi devranda bir yudum su bile.
Zavallı, tatmadı bir lokmacık rızık da bir an,
Kuruttular babanın kollarında oynamadan!
Ne bilsin; «Anneciğim, ey anam benim!» demeyi,
Nasıl desin: «Niye ey zâlim, ettiniz zâyî?»
Nasıl desin: «Ne hazin, tatmadan hayâtı ölüm!»
Nasıl desin: «Isıt ey anne, böyle çok üşüdüm!»
Bu derde tâkati, yâ Rab, dayanmıyor yüreğin,
Anayla kordonu hattâ kesilmeden bebeğin,
Vücûdu dondu, henüz hiç ısıtmadan anne,
Çocuk, kilimle kefenlendi kundağın yerine!
Beşikte yastığa hiç koymadan küçük başını,
O yavru tattı bu toprakta sert ecel taşını!

Ya anne, âh o garip, parçalandı hunharca,
O yavru uğruna çekmişti sancı, aylarca.
O körpe goncayı karnında saklamıştı özel,
Sonunda tam doğuyorken o ay misâli güzel;
Atıldı üstüne en kanlı bombalar, kasden,
Can aldılar yüreğinden bu annedir demeden!
Mezarlık eyledi kâfir, doğum kucaklarını,
Hiç öpmeden anacık, yaktılar dudaklarını.
Dağıttı koklayacakken o nazlı burnunu, şer,
Sarılmasın diye kollar da parçalandı, yeter!
O ninni söyleyecekken kopardılar dilini,
Ve bir kez okşamadan kıyma ettiler elini!
Nasıl desin ana: «Doğdun, ne mutlu yavrucuğum!»
Nasıl desin: «Ne güzelsin, benim güzel çocuğum!»
Nasıl desin; «Neler aldım neler neler, sana hem!»
Nasıl desin anacık: «Ey benim ciğerpârem!»

O anne, âh o garîb anne, çok ağır hüznü,
Çözümcü zorbaların yeryüzünde işte ünü!
Görün zehirli yılandan muzır olan beşeri;
Gavur gürûhu, cinâyette sırtlanın beteri!
Zulümler etti harap, soldu annelik nakışı,
Açık şekilde donup kaldı sımsıcak bakışı!
Savaşta öyle ciğersiz, görülmemiş cadılar,
Kederli bağrını ah, parça parça doğradılar.
Başında hemşire, cankurtaran ve doktor yok,
Başında sâdece bombardıman ve kâtil çok!

Bakın şu kâtile; Ruslar mı, annesizler mi?
Esed mi, Sırp ile Îran mı, gizli izler mi?
Fransız, Ermeni, Kürt maskesiyle kim kâtil?
Terör grupları her cephe, haçlı rûha vekil!
Yahûdi’nin mi, Çin’in, Alman’ın mı kahpe silâh?
Bebek ve anne, ölen çok, ne kahpe böyle günah!

Fecî ve kanlı kıyım, titretirken eyvânı,
Ya nerdedir beşerin anlı şanlı vicdânı?
Irak’ta, Gazze’de, Afgan’da merhamet nerede?
Mısır’da, Çin’de, Filistin’de meymenet nerede?
Ne hâlde Sûriye, mazlûm evinde nerde çatı?
Cihanda hey, hani mâsûmu kolluyordu batı?
Çözüm odakları, barbar gücün yanında gemi,
Hücum şu yavruya, güçsüz ve kimsesiz diye mi?

Be her görüntüde insancı, kanlı timsahlar,
Bütün sizin yüzünüzden şu bitmeyen ahlar!
Bu yeryüzünde huzûrun, adâletin kenesi,
Ebû Cehil ile Nemrutların bugün yinesi,
Ve eskiden beri hep leş yiyen zulüm çakalı,
Bebek ve anneye aldırmayan kuduz kavalı!
Şu zulme ey papağanlar, be sinsi mel’unlar,
Savunmayın, ne kadar kanlı, işte pis canavar!
Konuşma hiç, be uğursuz, be haçlı baykuşu, sus,
Ne halde bak, ayak altında çiğnenen nâmus!
Gücün bu güç diye vahşîliğin diyor sana: «Vur!»
Bebek de öldürüyorsun, yeter, kasıtlı gavur!
Henüz doğan çocuğun kızdıran ölüm suçu ne?
Ne yaptı yavrucağız, n’etti çâresiz anne?
Ne hâldeler şu doğum vakti, ey ölümcü ezâ?
Çocuk su içmedi dünyâda, hangi hak bu cezâ?
Ne çaldı, kimleri incitti, doğmamış âciz?
Cevapla ey kara vicdan, cevapla ey kalpsiz!
O cânı kahrederek hangi cânı güldürdün?
«Büyürse, belki suç işler!» deyip mi öldürdün?
Bu yaptığın, firavundan da bin beter, kâfir,
Unutma, haykıracaktır Hudâ: «Cehenneme gir!»

O yavrunun da evet annenin de sâhibi, Hak,
Ağır hesap verecektir sorumlular mutlak!
Doğup ölen bebenin hâli, arşı titretti,
Onun ve annesinin kanlı nâşı, titretti.
Onunla yeryüzü hıçkırdı, gök de hıçkırdı,
Kader, hiç ağlamayanlar için kalem kırdı.
Açıkça, gizlice destek verirse kim teröre,
O aynı lânete uğrar semâda kahra göre!

Yarın bu yavrucağız, pençesiyle, ey zâlim,
Tutar yakandan o mahşerde, der ki: «Hey zâlim,
Bugün azâb-ı elîm var, şu nârı tat bakalım!»
Kesin hüküm: «Ebedî kor ateşte yat bakalım!»
Azâb alevleri sıçrar, umursamazlara da,
Efendi! Merhem-i vicdan gerekli her yarada!
Uyan, figânı yürekten işit, kanatlar ger,
Ve her iniltiyi sessiz de olsa hissediver!

Cihanda nusret-i İslâm’a koşmanın vakti,
Hudâ için nice yardımla coşmanın vakti.
Huzûr-i Hazret’e ancak boyun büküp varalım,
O annelerle, bebeklerle Hakk’a yalvaralım:

Kerem buyur koru yâ Rab, senin zayıf kulunu,
Zulüm kan ağlatıyor tek görüp de mahzûnu.
Küfür kasapları, güç karşısında anca siner,
Sen ey Hudâ, azıtanlar kudurdu, sen yere ser!
Şu merhametsiz olan zâlimânı kahreyle,
Gavur elindeki bombardımânı kahreyle!
Parıl parıl yine doğsun adâletin güneşi,
O kurtuluş günü olsun hidâyetin güneşi!
Doğan çocuk yaşasın, tam sarılsın annesine,
Bulaşmasın kötülükler, o körpe sînesine!
Cihan çapında belâdır, kazanmasın cüceler,
Bugün yarın, yine lutfet zafer zafer yüceler!

Murâdı, gayreti, ancak budur bu Seyrî’nin,
Gözet bu ümmeti yâ Rab, zulümden eyle emîn!

mefâilün / feilâtün / mefâilün / feilün
(fa’lün)

19 Şubat 2016
AKMESCİD / SANCAKTEPE / İSTANBUL