Hayat Yolculuğunda UNUTAMADIĞIM KARELER -14-
YAZAR : Mehmet MENCET
DÜNYANIN EN ZOR İŞİ
Hâkimlik…
İnsanları tanımak, hele de muhakeme etmek; eldeki delillere bakarak, yalancı olabilen şahitlere rağmen karar vermek, dünyanın en zor işi.
İçi başka dışı başka…
Dâvâcı, dâvâlı ve avukatları; karşılarındaki hâkimi yanıltmak için akla, hayale gelmeyen şeyler yapabiliyorlar. Araya menfaat girince insanın gözü kör oluyor. Göz göre göre karaya ak, aka da kara diyebiliyor insanoğlu… Yalancı şahitler de işin içine girince; dosyadakiler, yalancı şahitler ve vicdanınız arasında kalabiliyorsunuz.
Yani vak‘ayı tam çözebilmek için, doğruyu yanlıştan ayırmak için, kerâmet ehli olmak lâzım.
Hadîs-i şerifte bu mesleğin zorluğunu ifade etmek üzere;
“İnsanlara kadı tayin edilen kişi, bıçaksız boğazlanmıştır.” (Ebû Dâvûd, Akdiye, 1) buyurulur. Yani iki dünyada da ağır mes’ûliyeti olan, riskli, zor bir iştir.
İşte böyle zor bir mesleği icrâ edecek kişilerde üstün vasıflar bulunmalı.
Hâkimler birçok fazîlette, herkesten önce olmaları gerekir.
Şu hususu da ifade edelim ki;
Bir devletin; kültürü, gelenekleri, alışkanlıkları kendi bünyesine uygun olmalıdır.
Osmanlı; yıllarca İslâm ve insan haklarına en uygun olan Mecelle’yi tatbik etmiş ve kıtalara hükmeden bir devlet olarak, farklı unsur ve sınıflardan müteşekkil insanları adâletle yönetmiştir.
Birçok ülke; Osmanlı’dan sonra dahî yıllarca Mecelle’yi uygulamışken, biz de maalesef Roma hukuku gibi hiçbir noktada bize hitap etmeyen, âdeta üzerimize uymayan -emânet bir elbiseyi- taşımaktayız. Ne kültürümüze, ne inancımıza, ne de karakterimize uygun değil.
İşte bahsettiğimiz “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye” adlı eserde, bir hâkim tarifi vardır.
İDEAL HÂKİM
“Hâkim; fehîm, müstakîm, emîn, mekîn, metin ve salâh-ı hâl sahibi olmalıdır.”
«Fehîm» olmak, fehm sahibi olması demektir. Yani hâkimin zekî, anlayışlı, fıkha, sünnete, âsâra ve toplumun âdetlerine vâkıf olması kastedilir.
«Müstakîm»; istikametli, hâl ve sözleri doğru olan demektir. Hilekâr olmama, rüşvet ve hediye almama, namuslu olma, dürüst bir kişi olarak kabul edilme, dışarıdan etkilenmeme ve dış baskılara kapalı olmadır. Şahsî görüşlerini kararlarına yansıtmaz. Hâkim tarafsızdır. Muhakeme edilen kişilere ve topluma karşı bakışı da tarafsız olmalıdır.
«Emîn»; hıyânetten berî, güvenilir kişi demektir. Hâkim emîn olmalıdır. Korkusuz ve korkmaz kimsedir, inanan ve kendine güvenen kimse olmalıdır. Çünkü maznunların adlî muhakeme hakkı, hâkimin emîn ve güvenilir olanına emânet edilmiştir.
«Mekîn»; acele karar vermeyen, temkinli demektir. Çünkü iktidar ve vakar sahibidirler. Hâkim sakin olmalıdır. Hiddetli olmamalı, fevrî davranmamalı ve yanlışlığa sürüklenmemelidir. Sakinliği ve rahatlığı ile güven vermelidir. Metânet ve şerefe sahip olmalı, hafif meşrep olmamalı, halkın bayağı tabakasından olmamalıdır.
«Metin» olmakla; kavî olmak; sertlik ve gazap göstermeksizin, pek ciddî, heybetli ve sabırlı olmak kastedilir. Acı tablolar karşısında hissiyatına mağlûp olmaz, metânetlidir. Hiç şaşkınlık göstermeyeceği için, asıl, suçlular onun karşısında şaşkınlık gösterir.
«Salâh-ı hâl sahibi»; içi dışı, özü sözü, her hâli düzgün olması demektir. Hâkimin peşin fikirli olmaması, inatçılık etmemesi, erdemli ve karakterli olması, her türlü etkiden uzak kalacak bir kişiliğe sahip olması, düşünceli olmaması, fizikî ve rûhî bir rahatsızlığının bulunmaması gerekir.
Demek ki hâkim bağımsızlık ve tarafsızlık yanında, başka vasıflara da sahip olmalıdır. Ayrıca hâkim; hukuka itimat ve hürmeti artırmalı, hukukun ilerlemesine gayret göstermelidir. Hâkim; her şeyden önce bir insan olarak, başkalarının insan haklarına saygılı olmalıdır.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna göre hâkimlik vasıfları da şunlar:
•Vicdan sahibi olmak,
•Nezâketli olmak,
•Ahlâklı olmak,
•Bağımsızlık,
•Tarafsızlık,
•Bilgili olmak,
•Dürüst olmak,
•Özenli olmak,
•İnsan haklarına saygılarına saygılı olmak,
•Doğruluk ve tutarlılık,
•Adâlet
•Hakkāniyet,
•Kanun önünde eşitlik,
•Âdil yargılanmak…
ACI GERÇEKLER
Hâkimliğin hakkını tam veren meslektaşlarımı tenzih ederim; fakat bu mesleğin içinde de adâleti, hakkāniyeti ve eşitliği idrâk edememiş kişilere tesadüf ettim.
Yüksek mahkeme üyesi bir meslektaşım geldi:
Çok samimî bir arkadaşının boşanma dâvâsı bende imiş. Bu kişinin eşini hiç sevmediğini, nefret ettiğini, ayrılmak istediğini, eşini görmek istemediğini, onun için yargılamanın ayrı ayrı olmasını rica etti. Bu işin usûle uygun olmadığını benden iyi bilen birisi olarak talebini doğrusu yadırgadım. Bunun usûlen uygun olmadığını, çok ısrar ediyorsa avukat tutmasını söyledim.
Adâlet herkesin hakkı. Karşılıklı zıt yararlar arasında, hakka uygun olan eşitlik veya denge anlamlarını ihtivâ eder.
Lojmanda otururken; «Ben asansörü kullanmıyorum.» diyerek asansör masrafını ödemek istemeyen hâkimler vardı. Yahut; «Alt katta oturuyorum.» diyerek çatı masrafını ödemek istemeyenler vardı. Hâlbuki kendileri mahkemede bu tür dâvâlara bakıyorlardı. Adâlet herkes için var, ama uygulayanların daha bir dikkatli olması gerekmez mi?
Asıl olan; adâlet câmiasında vazife alan hâkim savcı vs. gibi adâleti tevzî makamında olanların, ahlâken salâhiyetli insan olmalarıdır.
İdeal hâkim; karakter bakımından sağlam, güvenilir, dürüst, akl-ı selîm ve kalb-i müstakîm sahibi olmalı. Cihanşümul değerleri üzerinde taşıyan; ahlâklı, namuslu, seçkin ve ciddî olmalıdır. Harama meyletmemeli; asla servet, şehvet ve şöhret düşkünü olmamalı.
Bütün bu vasıflar aslında Kur’ânî ifadeyle sâlih bir kişi olmasına işaret ediyor. Yani hâkimden istenen âdeta ütopik vasıflar, insân-ı kâmil seviyesidir. İslâm’ın gayesi, insanı insân-ı kâmil seviyesine çıkarmaktır. İnsân-ı kâmil olmak ise, büyük ölçüde ahlâka ve edebe bağlıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’in üzerinde durduğu 4-5 ana mevzudan birisi de adâlettir. Hukuk, adâlet, ahlâk, hukuka bağlılık şuuru, hukukun üstünlüğü ve îman; İslâm dîninde birbiri içine girmiş mefhumlardır. Birini, diğerinden ayırmak imkânsızdır. Allâh’ın emrettiği adâleti, ibâdet şuuru içinde yerine getirmeye çalışacaktır. Hâkim adâlet ile memurdur. Taraflara eşit muamele etmek zorundadır.
Vatandaşlar adâleti hâkimden bekler. Kendini ona emânet eden yanılırsa, önce adâlet sistemi çöker; o çökerse herkes altında kalır. Çöken çatının altında kalan hâkimler de güvenecek adâleti bulamaz.