ÖFKELİ ÖMER

YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

adem_sarac_yuzakidergisi_subat2016

İslâm güneşi her geçen gün daha fazla aydınlatıyor, karanlık kuytulara varıncaya kadar uzanıyordu. Aydınlığı sevmeyen karanlık düşünceli insanlar; İslâm nûruna sırtlarını çevirmişler, karanlıklar içinde bocalayıp duruyorlardı. Diğer yandan da, İslâm nûrunu söndürmek için sürekli yeni usuller geliştiriyorlardı.

Peygamberimiz -aleyhisselâm- başta olmak üzere bütün sahâbîler; yolunu kaybeden insanlığın kurtuluşu için, canla başla çalışıyorlardı. Buna rağmen, nasipsiz müşrikler her gördükleri yerde saldırıyorlardı. Bunlardan biri de Ömer bin Hattâb idi!

Yine bir gün Rasûlullah -aleyhisselâm-’a sataşmak için evden çıkıp, O’nu aramaya başladı. O esnada da Rasûlullah -aleyhisselâm-, Mescid-i Harâm’a varmıştı. Kâbe’nin yanında namaza durup hafif sesle okumaya başladı.1

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı böyle gören Ömer bin Hattâb, hemen yanına varıp arkasında, ayakta durdu. Öyle ki, Rasûlullâh’ın okuduklarını duyabiliyordu. Duydukları karşısında durup düşüneceğine aynı hatasını sürdürdü:

–Bu, vallâhi; Kureyşlilerin dediği gibi, bir şair galiba!2

“Gördüğünüz, görmediğiniz şeylere and ederim ki: Hiç şüphesiz, o (Kur’ân); Allah katında çok şerefli bir elçinin (Allah’tan telâkki ettiği) sözüdür! O, bir şair sözü değildir! Siz ne az inanır (insanlar)sınız!” (el-Hâkka, 52/38-41)

Ömer bin Hattâb; ilk defa böyle yakından dinlediği kelâmın belâgatine, düzgünlüğüne, derli-topluluğuna hayran oldu. Buna rağmen peşin hükmünü sürdürerek, kendi kendine konuşmadan edemedi:

–Galiba, bu bir kâhindir! İçimden geçirdiklerimi anladı!3

Rasûlullah -aleyhisselâm- hafif sesle okumaya devam etti:

“O, bir kâhin sözü de değildir! Siz ne kıt düşünür insanlarsınız! O (Kur’ân), âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.

Eğer, (Nebî, söylemediğimiz) bazı sözleri bize karşı kendiliğinden uydurmuş olsaydı, elbette, onun sağ elini (kuvvet ve kudretini) alıverir, sonra da, muhakkak onun kalp damarını koparırdık (O’nu kendisini yaşamazdık)! O vakit, sizden hiçbiriniz, buna mâni de olamazdınız!

Şüphe yok ki, o (Kur’ân), fenalıktan korunanlar için yeterli bir öğüttür. İçinizde onu yalan sayanlar bulunduğunu, elbette Biz de biliyoruz. Muhakkak ki, o (Kur’ân), kâfirler üzerine bir hasrettir (iç yarasıdır)!

Hiç şüphesiz, o (Kur’ân) kesin bilginin tam gerçeğidir. O hâlde, o büyük Rabbini, kendi ismiyle tesbih (ve tenzîh)e devam et!” (el-Hâkka, 52/42-52)

Ömer bin Hattâb; bu kadarını dinleyince, bir hoş oldu. Fakat şirk taassubu bütün benliğini öyle sarmıştı ki; o anda, bu büyük nasipten nasiplenemedi.

Yine bir gece orada burada dolaşan Ömer bin Hattâb, en sonunda Kâbe’nin yanına vardı. Bir de gördü ki; Rasûlullah -aleyhisselâm- durmuş, namaz kılıyordu. Geçen bir ara çok az da olsa bir şeyler duyup dinlemişti. Bu arzusu yine depreşti:

–Vallâhi; ne olursa olsun, bu gece O’nun söylediklerini işitmek için, biraz daha yakınında durup dinlemek istiyorum! Ama dinlemek için O’nun yanına yaklaşacak olursam, belki kendisini korkutmuş olabilirim! O zaman da ne okuduğunu anlayamam!4

Böyle düşünerek yavaşça Hicr köşesine gitti. Kâbe’nin örtüsünün altına girdi. Örtünün arkasından yavaş yavaş yürüdü. Rasûlullah -aleyhisselâm-, ayakta durup namaz kılıyor ve Kur’ân okuyordu. Ömer bin Hattâb da; Kâbe örtüsünün ardından sessizce yürüyerek tam karşısına kadar gelip, kıblesinde durdu. Öyle ki, aralarında Kâbe’nin örtüsünden başka bir şey yoktu.5

Rasûlullah -aleyhisselâm- huşû ile namaz kılıp Kur’ân okusa da; Ömer bin Hattâb, kısa süreli ancak etkilenmişti. Kendini vermemişti çünkü! Peşin hükümlerini atmamıştı.

İki defa Kur’ân dinlediği hâlde, nasiplenemeyen bu adamı daha yakından tanıyalım:

Ömer bin Hattâb’ın annesi Hanteme, Ebû Cehil’in amcasının kızı olduğu için, bu yönüyle Ebû Cehil onun dayısı sayılıyordu. Bu yüzden herkes ona Amr bin Hişâm’ın yeğeni gözüyle bakıyordu.6

Tıpkı bu nasipsiz dayısı gibi; Ömer bin Hattâb da, müslüman olmadan önce, Rasûlullah -aleyhisselâm-
ve müslümanların en katı, en sert, en acımasız düşmanlarından biriydi.

Mekke müşrikleri, Peygamberimiz -aleyhisselâm- ve O’nun güzîde sahâbîlerini susturmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu uğurda akrabalık bağlarını bile koparmışlar, her geçen gün işkence ve zulmün dozunu artırıyorlardı.

Bunca işkence ve zulümlerine rağmen, bir tek kişiyi bile dîninden döndürememişler, Peygamberimiz -aleyhisselâm- başta olmak üzere hiçbir sahâbîyi susturamamışlardı.

Öfkelerinden kuduran nasipsiz müşrikler neticede korkunç kararda birleştiler:

–Bu böyle olmayacak!

–O’nu öldürmekten başka çaremiz kalmadı!

–Evet, öldürmeliyiz O’nu!

–O’nu öldürürsek, hepsi dağılır ve bu iş biter!

–İyi de kim yapacak bunu?

–Ben!

Bütün herkes; «Ben!» diyene baktı. Ömer bin Hattâb idi bu. «Yaparım» dedi mi yapardı! Gözü pek, atılgan, cesur ve yiğit bir adamdı.

–O’nu öldüreceğim ve bu işi de bitireceğim!

Silâhını kuşanıp aceleyle çıkarak, öfkeyle yürümeye başladı. Yolu üzerinde Nuaym bin Abdullâh’a rastladı. Ömer bin Hattâb’ın yalın kılıç ve öfkeli hâlini gören Nuaym, sormadan edemedi:

–Nereye böyle ey Ömer?

–Kureyşlilerin işlerini darmadağın eden, akıllarını akılsızlık sayan, dinlerini ayıplayan, ilâhlarına dil uzatan, şu ata dînini bırakıp yeni din tutan Muhammed’e gidiyorum!

–Ne yapacaksın peki?

–Öldüreceğim, öldüreceğim O’nu!

–Vallâhi ey Ömer! Seni nefsin aldatmıştır, nefsin! Sen O’nu öldürünce Abdimenâf oğullarının seni sağ bırakacağını mı sanıyorsun?

–O’nu öldüreyim de, bana ne olursa olsun aldırmam!

–Sen önce kendi ev halkına bak ey Ömer!

–Sen benim ev halkımdan, hangisini kastediyorsun?

–Amcanın oğlu enişten Saîd bin Zeyd ile kız kardeşin Fâtıma’yı kastediyorum!

–Ne olmuş ki onlara?

–Vallâhi, onların ikisi de müslüman oldular!

–Ne diyorsun sen öyle?

–Bana niye çıkışıyorsun ki?

–Öyle bir şey olamaz!

–Olamaz dediğin çok şey oluyor Mekke’de, görmüyor musun?

–Yani şimdi Zeyd ile Fâtıma da dinden çıkıp sapıttılar ha?

–İkisi de müslüman oldu!

–Ben onlara gösteririm günlerini!7

Öfkeli Ömer, daha bir öfkelendi! Alev gibi yüzü ve şimşekler çakan gözleriyle etrafına dehşet saçmaya başladı. Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı öldürmek için yola çıkmıştı. Fakat aldığı bu haber ile yolunu kız kardeşi ile eniştesinin evine çevirdi.

Peygamber Efendimiz; üzerine gidilip öldürülecek biri değil, O’na teslim olunup O’nunla kurtuluş şerbeti içilecek zâttır.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

______________________

1 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 1, s. 366.
2 Ebû’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 79-80.
3 Halebî, İnsânü’l-Uyûn fî Sîreti’l-Emîni’l-Me’mûn, c. 2, s. 16-17.
4 Zürkânî, Mevâhibu’l-Ledünniye Şerhi, c. 1, s. 277.
5 İbn-i İshâk, es-Sîretü’n-Nebeviyye, s. 370.
6 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, c. 4, s. 145.
7 Zehebî, Târihu’l-İslâm, s. 170-172.