ACIYI EN İYİ «ANA»LAR ANLAR

YAZAR : Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

r_kocak_yuzakidergisi_subat2016

Anacığım; erken göçtün dünyadan…

Sen gideli koskoca yirmi yıl olmuş, yeni fark ettim. Ama hem yerin, hem de yaran hâlâ belli. Bilir misin? Koca adam olduk! Evlât sahibi olduk ama birisi yanımda; «Anne!» deyince içimde bir tufan kopuyor anne…

Bazen düşünüyorum, içim acısa da, dilim söylemeye gitmese de; «İyi ki erken gitmişsin.» diyorum anne. Böyle dediğim için kızıp darılma e mi?

Niye böyle söylüyorsun diyenler olur belki, ama onlar senin nasıl bir yürek taşıdığını bilmiyorlar anne.

Hani sen, doksanlı yıllarda köyde, tek kanallı, siyah beyaz televizyonda, haberleri izlerken, trafik kazalarında ölenler ve yaralananlar için üzülüp gözyaşı dökerdin ya, şimdi senin yaşadığını ve haberleri izlediğini düşününce gözyaşın hiç dinmez üzülürdün, diye söylüyorum bunları. İyi ki erken gitmişsin demem ondan, senin o merhametli kalbin bu kadar acıya dayanmazdı anacığım.

Ah ana can! Sen gittikten sonra, bir sürü televizyon kanalımız oldu biliyor musun? Renkli televizyonlar çıktı, şimdi kazaları, cinayetleri ve ölümleri renkli renkli görüyoruz biliyor musun? Her akşam, bu kanallardan; memlekette ne kadar hırsızlık, uğursuzluk, cinayet varsa, haber diye üzerimize boca ediliyor. Hangisine üzüleceğimizi şaşırdık; biz de alıştık artık anne, hiç birisine üzülmüyoruz.

Sen gittikten sonra savaşlar oldu anne, hemen yanı başımızda. Hani sen, tanımadığın bir tane bile insan ölse gözyaşı döküp ağlardın ya; şimdi haberlerde bazen 15, bazen 50, hattâ bazen 80 veya 100 insan bir anda öldü diye haber veriliyor da kılımız bile kıpırdamıyor. Ölenler insan değil tavuk sanırsın.

Ah ana ah! Acılar sağanak gibi yağıyor ümmetin üzerine. Sahipsiz, başsız, tesbih taneleri gibi darmadağın ümmetin üzerine akbabalar gibi konan konana. Hele Suriye diye bir ülkede savaş çıktı bir bilsen, sahi nereden bileceksin Suriye’yi, ama iyi ki bilmemişsin; şimdi olsan, olanları görsen o hassas ve merhametli kalbin dayanmazdı bilirim.

Ne varil bombaları ile tepelerinden aşağı yağan cehennemi, ne paramparça olmuş bedenleri, ne de yurtlarından koparılmış milyonlarca insanı iyi ki de görmemişsin anacığım.

Bunları yazarken, kalem bile acı çekip cızırdıyor bilir misin? Nasıl acı çekmesin ki; içimizden gelen acıyı, ıstırabı, kederi o döküyor kâğıda. Kalem de olmasa nasıl dökerdik içimizi bilmem ki. Yaşanan acıya kalp nasıl dayanır, dil nasıl söylerdi bilemem…

Bazı acıları kalem bile yazmak istemiyordur diye düşünüyorum bilir misin? Son bir kurtuluş umudu diye bindikleri lâstik botlar batınca; cansız bedenleri sahillere vuran yaşını bile doldurmamış bebekleri, anaları ve kardeşleri nasıl yazsın ki…

İnsanlık ölmüş diye bir tabir vardır ya anacığım, hakikaten ölmüş diyor bazen insan. Denizde yolculuk yapan insanların giydikleri can yeleklerinin sahtesini yapıyorlar inanır mısın? Birazcık para kazanma uğruna, bir insanın hayatını kurtarması gereken «can yeleği»nin içine onu suyun üstünde tutacak malzeme değil de, suyu çeken sahte malzeme koydukları için insanlar boğuluyor bilir misin?

İnanır mısın diyorum ya anacığım, nasıl inanacaksın! Bir insanın bu kadar alçalacağına ve başka bir insana bu kötülüğü yapacağına inanmazdın ki.

Anacığım, senin o televizyondan seyredip, tanımadığın insanlar için üzülüp gözyaşı dökmeni hiç anlamazdım bilir misin? Ama şimdilerde anlamaya başladım yeni yeni…

Bombalarla yıkılmış evinin enkazı altında kalan bir çocuk görünce, kendi evlâdım aklıma geliyor. Toza, toprağa ve kana bulanmış o sabîleri görünce; senin o anlam veremediğim üzüntülerine ve gözyaşlarına hak veriyorum şimdi.

Sahile vuran cansız bedenleri görünce, içimde fırtınalar kopuyor, ellerimi Yaradan’a açıyorum. «Ne çok acı var ya Rabbî!» diyorum. Bizleri affetmesi için; ümmetin vahdeti için; bunca ölüm varken, hâlâ ölmeyecekmiş gibi yaşayan ve mazlumlar için bir şey yapmayan bizleri affetmesi için duâ ediyorum.

Güzel yürekli anam, iyi ki erken gittin!

Bilirim, acıyı en iyi analar anlar.

Az acı gördün, az üzüldün.

Ya bir de, açlıktan ölen bebekleri görseydin…