Hayat Yolculuğunda UNUTAMADIĞIM KARELER -13-

YAZAR : Mehmet MENCET

m_mencet_yuzakidergisi_subat2016

BASİT ZANNEDİLEREK DÜŞÜLEN BÜYÜK FÂCİALAR

Bir kıssa vardır:

“Günlerden bir gün şeytanın yolu bir köye düşmüş. Keyfi yerinde olan şeytan, sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ve ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş. Şeytan; kadını epeyce izledikten sonra, yerinden kalkıp kazığa bağlı buzağının ipini biraz gevşetmiş.

Buzağı bu, az ötede annesinin sütünün kovaya sağılmasını izlemeye daha fazla dayanamamış, biraz debelenmiş ve boynundaki ipi çözmüş.

Koşarak annesini emmeye giden buzağı, süt kovasını devirmiş. Sağdığı süt ziyan olunca, sinirlenen genç kadın; eline geçirdiği odunu buzağıya vurunca yavru yere yığılmış. Yavrusuna saldırılan inek kayıtsız kalamayıp bir tekmede kadını yere serip öldürmüş. Uzaktan geçmekte olan kadının kayınpederi, ineğin gelinine saldırdığı esnada kurtarayım diye ineği tüfekle vurmuş.

Silâh sesini duyan koca; karısını yerde cansız yatar ve babasını da elinde tüfekle görünce, silâhını çekip babasını öldürmüş. Kısa bir süre sonra gerçeği anlayan genç adam, bu kadar acıya dayanamayıp intihar etmiş. Bütün bu olayları bir kenardan seyreden şeytan;

«Bu felâketi de bana yüklerler şimdi, oysa buzağının ipini gevşetmekten başka ben ne yaptım ki?» demiş.”

Bu hikâyede zincirleme fâcialar, basit görünen bir adımla başlıyor. Hakikaten aile mahkemelerinde gördüm ki, eşlerden birinin basit görerek, önemsemeyerek attığı hatalı bir adım, aileyi ve toplumu yıkan bir çığa dönüşüyor.

Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:

“Zinâya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (el-İsrâ, 32)

«Zinâ etmeyin!» ifadesi yerine «Yaklaşmayın bile!» buyuruyor. Çünkü yaklaşmak, bir kapı aralamak, bir adım bile atmak insanı felâketlere sürükler. Bugün karışık oturmalar, gezmeler, karışık ve lâubâlî çalışma ortamları, baş başa kalmalar, telefon ve internet ortamında baş başa görüşmeler… Bunların hepsi aile hukuku için birer dinamit hükmünde. Asla basit görülmemeli. «Bir görüşmeden ne olur, bir konuşmadan, bir oturup kalkmadan ne çıkar?!.» deniyor, ardından boşanmalar, kavgalar hattâ cinâyetler geliyor. Dindar kesimde de ihtilâttan kaçınma, nâ-mahremden kaçma gibi hassâsiyetler azaldıkça, maalesef artık bu fecaatler dînî muhitte de yaşanıyor.

Bu hususta küçük görülen en büyük belâlardan biri de:

SANAL ÂLEM

Teknolojinin hayatımıza girmesiyle yaşantımızda birçok değişiklik oldu. Uzaklar yakın oldu, dünyanın öbür ucuyla görüşmemiz birkaç dakika içinde mümkün oluyor. Yememiz, içmemiz, gezmemiz hemen her şeyimiz görüntülenebiliyor, kaydediliyor. Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi’nin sıklıkla hatırlattığı «ilâhî kamera» misali, daha önceki yıllarda verilse bugünkü kadar anlaşılmazdı. Bugün MOBESE sistemi; birçok gizli olayları ortaya çıkarıyor, kendisini kamerada görenlerin itiraz hakkı olmuyor. Birçok yalan, haksızlık vs. meydana çıkıyor.

Hayatımız; teknolojinin ilerlemesiyle birçok alanda kolaylaştı, ama insanlar şükredecekleri yerde, bunu kötüye kullanmaya başladı. Aile denilen en mukaddes yapılar, toplumun temel taşları yerinden oynatıldı. Nasıl olsa herkes tanımıyor, hürriyet var vb. duygularla hareket ediliyor.

«Allah benim bu hâlime ne der; günaha girer miyim, konu komşu ne der vb…» gibi kaygıların zerresi duyulmuyor.

Genç bir çift boşanma isteğiyle geldiler, duruşmadayız. Sebebi soruldu:

Hanım, gece eşi uyuduktan sonra kalkıp internetin başına geçiyor. Birkaç kez tekrarlayınca adamın dikkatini çekiyor. Takip edince birisiyle chatleştiği anlaşılıyor.

“–Kızım neden böyle yaptın; senin bir eşin, yuvan var. Tanımadığın bir insanla nasıl böyle samimî yazışabilir, her şeyini onunla paylaşabilirsin?” dedim. Cevap çok şaşırtıcı, hâlâ farkında değil olayın vahametinin;

“–Ne var bunda hâkim bey? Sanal âlem…” demez mi!

“–Sanal âlem sana cevap verebiliyor. Haydi televizyonu sen görüyorsun ama o sana cevap vermiyor. Bu sanal âlem dediğin senin evine sesli-görüntülü bir pencere açıyor. Bunun neresi sanal? Karşında birisi var ve sana cevap veriyor.” dedim.

Bu hususta maalesef şahit olduğum acı hâtıralar çok, fakat temiz zihinleri iğfal ve işgal etmesin diye bu misali vermekle yetiniyorum. Erkekler de kadınlar da, hem Müslümanlığın hem de evlilik müessesinin gerektirdiği sadâkati, temizliği ve iffeti; sanal dünyada da korumak mecburiyetindedir. Zira Peygamberimiz’in ikaz ettiği gibi; zinânın bakış, konuşma, dokunma gibi hazırlık safhaları da zinâdır.

İnternetten önce de böyle sıkıntılar olabiliyordu. Dînimiz, erkek ve kadının bu hususta şeytanın vesveselerine açık hâle düşmemeleri için, iradelerine yardımcı olmak için onları ihtilâttan, yani erkek-kadın karmaşık oturup kalkmalardan men etmiş. Mümkün olduğunca haremlik-selâmlık usûlüne riâyet edilmesini emretmiş. Bir şey olmaz, diyerek bunlarda gevşeklik gösterildiğinde istenmeyen hâller yaşanabiliyor. Pikniklerde, gezmelerde oturup kalkılırken tanışılıp telefonla, internetle sürdürülen kaymalar ve yıkılıp giden yuvalara şahit olduk.

Aile mahkemesinde o kadar enteresan hâdiseler yaşanıyor ki; bunu okumuş, cahil, yaşlı, genç, kadın, erkek, şuralı, bu memleketli, yabancı diye kategorilere ayıramıyorsunuz. Hele bazı hâdiseler var ki, âdeta kanınız donuyor; «Bu kadar da olmaz!» diyorsunuz. Ama yaşanan gerçekler bunlar…

Tabiî ki sadece zâhirî tedbir de yetmez. Asıl gönüllerde de takvâ çaresini bulmak, mâneviyat tedbirini almak şart.

BENCİLLİK

Bugün îman mahrumu insanlık can çekişiyor.

Hayat gāilesi, sıkıntılar, toplumun âhireti yok sayarak şekillendirmeye çalıştığı bir hayat tarzı; insanlara diğergâmlığı, güzel duyguları, fedâkârlığı unutturdu. İnsan evlenmeden önce «ben»; ama evlendikten sonra «biz» olabilmeyi unuttu. Hâlâ «ben-merkezli» bir hayat yaşamak istiyor. Hayatına kendi düşüncelerinden, heveslerinden, hayallerinden başkasını koymak istemiyor.

«Ayrılırsam nasıl bir hayatım olur? Hele de sosyal güvencem yoksa tek başıma bu hayatı nasıl devam ettirebilirim?..» düşüncesi yok maalesef. Eskiden dulların, yetimlerin toplumda ayrı bir yeri, bir itibarı vardı. Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerifler de hep onlara yardım ve kolaylık gösterilmesini emreder. Bugün kim hakikî yetim bilemiyorsunuz. Sınıfların yarıdan fazlası boşanmış ailelerin çocukları. Hepsi analı-babalı öksüz. Bir arkadaşımın torunu var da diyor ki:

“Arkadaşlarıma göre ben yine de şanslıyım; çünkü annemi de babamı da istediğim zaman görebiliyorum. Bazı arkadaşlarım sadece birisini görüyor.” diyor.

Şimdi mahkemelerde çocuklara psikolojik destek için görevli pedagoglar var. Muhakeme boyunca onlarla ilgileniyorlar. Babanın ahlâksızlığı yüzünden parçalanmakta olan bir ailenin çocuklarına bu pedagog;

“Yavrum sizce mutluluğun resmi nedir, çizer misin?” diyor. 6-7 yaşındaki bir çocuğun çizdiği resim hepimizi öyle etkiledi ki, iki tane resim çiziyor.

Birincisinde; anne-baba ve iki çocuk ellerinden tutmuşlar, çocukların göğsüne kalp çizilmiş ama yarısı karalanmış, gözlerinden akan yaşlar ise tâ ayaklarına kadar gelip yerleri ıslatmış.

İkincisi ise; yine anne-baba ve ellerinden tutmuş çocuklar gülümsüyorlar, altına da şöyle not düşmüş! «Bence mutluluğun resmi bu hâkim amca!» diye…

Bu çocukların, hattâ gelecek neslin ruh hâli nasıl olacak? Bu boşluğu hiçbir konfor, hiçbir teknoloji dolduramaz. Annenin yanına giden çocuk, babasının sıcaklığını üvey babada ya da tersine annede bulabiliyor mu? İstisnâlar var tabiî, ama genel tablo bu maalesef. Babalar boşanınca âdeta çocukları da boşuyorlar. Geriye dönüp çocuklarıyla ilgilenen o kadar az insan var ki. Çocuklarının nafakasını ödememek için türlü yalanlara, hilelere başvuruyorlar. Çocukları yanlarına geldiğinde, vicdanlarını rahatlatmak adına, çocuğunun sevgi açığını kapatmak adına; pahalı hediyelerle avutmaya çalışıyorlar. Fakat sahipsiz olduğu için kendini daha fazla değersiz hisseden çocuk da her türlü kötü alışkanlıklara eğilimli oluyor. Âdeta hayattan intikam alıyor.

Antalya’da başlangıçta 3 adet olan aile mahkemesi, bugün nüfusun da artmasıyla beraber maalesef 11 adet oldu ve dosyalar birikmiş vaziyette. Hocamızın tabiriyle sokaklar cam kırıklarıyla dolu. Zaten anne ve babalar çalışıyor, genelde çocuklara ayıracak fazla vakitleri yok. Bir de onlardan ayrı kalmakla, küçük yaşta birçoğu hayat kaygısı duyuyor.

Boşanma tabiî ki evlilik çekilemez kangren bir hâle gelmişse tek çare; ama sudan bahanelerle, dünya cenneti olan bir huzurlu yuvayı yıkmak kötü. Cenâb-ı Hakk’ın en sevmediği helâl boşanmak. Sebepsiz yere yıkılan yuvalar… “Boşanmalarda Arş titrer.” (Ali el-Muttakî, IX, 661) buyuruyor -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz.

Fakat bugün öyle bir câhiliyye devri yaşıyoruz ki, bazen boşanmak bile kurtulmaya yetmiyor:

Bir gün doğu kökenli bir hanım geldi, yaşı da bayağı var. Artık tahammül edemeyeceğini, eşinin kendisine her türlü eziyeti ettiğini söyledi. Tarafları, şahitleri dinledik. Kadının haklı olduğuna kanaat getirip boşadık, ama adam hiç râzı değil. Kadın yalvarıyor;

“–Beni kurtarın hâkim bey!” diye. Adama da nasihatler ettik, gittiler. Kadın daha evine girerken, peşinden gelen kocası;

“–Ben karısı onu istemedi, boşandı, dedirtmem!” diye birkaç kurşun sıkarak kadını öldürdü.

Toplumun ıslahı için çok çalışmak gerekiyor.

ANLAŞMALI BOŞANMA

Bir de anlaşmalı boşanma meselesi var. Bunda da sû-i istimal çok. Evliliğin gerçekten çekilmez olduğu tespit edilmeden, sadece; «Biz anlaştık!» demeyle boşananlar oluyor, buna karşı tedbir alınmalı. Çünkü boşanınca kadının güvencesi kalmıyor; icraların takibi, eşinden nafaka alamaması kadınları istemedikleri ortamlara sürüklüyor.

Ölen yakınlarından nafaka almak için boşanıp, birlikte yaşayan, yaşlı-genç birçok insanla karşılaştım. Bazıları gerçekten boşanmak istediklerini, anlaşarak geldiklerini söylüyorlar. Onları tanıyanlar, sırf ölen yakınlarından nafaka almak için yaptıklarını söylüyorlar. Hem dînî açıdan hem de kanunlar açısından çok mahzurlu bir hâdise. «Boşandık.» deyip aynı arabaya binip gidiyorlar. Aynı evde yaşayan çok. Aslında bunların tespit edilmesi lâzım. Bazıları da doğruyu söylüyor; «Geçinemiyoruz, hayat pahalı!» diye bir kılıf hazırlıyorlar. Hâkim de fazla ısrar edemiyor. Bu arada, doğan çocuklar için de bir sürü mağduriyet yaşanıyor.

Devletin bu tür maaş ve yardımlarda, boşanmayı özendiren düzenlemeleri yeniden ele alması lâzım. İnsanları nikâhsız beraber yaşamaya sevk edecek adımlardan uzak durulması lâzım.

Kanuna göre; evlilik bir yıl sürmüşse, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin dâvâsını kabul etmesi hâlinde medenî kanunun 166. maddesi gereğince; evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayıldığı, sadece sözleşmenin taraflarının gerçekçi olmayan boşanmanın malî sonuçları ile uygulanmayan, çocukların durumu hususunda taraflarca düzenlenen bu belge karşısında, hâkimin boşanmaya karar vermesi gerekir. Evlilik birliğinin çekilmez hâle gelip gelmediğini, evlilik birliğinin temelinden sarsılıp sarsılmadığını araştırmadan, acele ve ciddiyetsiz bir şekilde mahkemenin kabul etmek zorunda olduğu bir boşanmadır. Bu da ayrıca birçok olumsuzluklara yol açıyor, kötü yollara davetiye çıkarıyor. Bunun da gözden geçirilmesi elzem.