HAMZA AMCA -2-

YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

adem_sarac_yuzakidergisi_aralık2015

Kendisi gibi nasipsiz kafadarlarıyla beraber, müslümanlar aleyhinde atıp tutarak yürüyen Amr bin Hişâm (Ebû Cehil); Rasûlullah -aleyhisselâm- ile Safâ Tepesi taraflarında ânîden karşı karşıya geldi. İşi gücü sataşmak ve hâdise çıkarmak olan bu hâin adam; Peygamberler Sultanı ile karşılaştığında, selâm verip hâl hatır sormak yerine, sataşmaya başladı. Çok da ileri gitti. Rasûlullâh’ı incitecek sözler söyledi ve çok ağır hakaretlerde bulundu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise ona hiçbir cevap vermeyerek, oradan ayrıldı. Bu olanları bütün ayrıntıları ile gören, garip bir câriye o kadar çok üzülmüştü ki bunu hiçbir şey ifade edemezdi.1

Haddini aşan söz ve hakaretlerden sonra Amr bin Hişâm, yanındakilerle birlikte Kâbe’nin yanında oturmakta olan diğer nasipsiz arkadaşlarının yanına gitti. Rasûlullâh’a yaptıklarını; kendisi gibi nasipsiz arkadaşlarına anlattı, hepsi beraber kahkahalarla gülmeye başladılar.2

Diğer taraftan Hamza Amca da, çıktığı avdan daha yeni dönüyordu. Yanından hiç ayırmadığı oku ve yayı yine elindeydi. O; tek başına ava gider ve her av macerasından dönüşünde evine gitmeden, Kâbe’ye uğrar ve tavaf yapardı. Tavaf yaparken de orada karşılaştığı herkese selâm verir ve onlarla sohbet ederdi.

Fakat bu seferki dönüşünde, Kâbe’ye varmadan önce, bu elîm olayı gören câriyeye rastladı. Olayı bütün ayrıntılarıyla görüp çok üzülen câriye; yiğitler yiğidi Hazret-i Hamza’ya, gördüklerini tek tek anlatmak istedi. Ancak herkesi dinlemeyen aslan bu avcısının, öncelikle dikkatini çekmek istedi:

–Ey yiğitler yiğidi Hamza! Ey aslan avcısı! Ey Ümâme’nin babası! Ey herkesin çekindiği kahramanlar kahramanı!

–Ne oluyor be kadın, ne istiyorsun onu söyle?

–Az önce kardeşinin oğluna yapılanı görseydin, deli olurdun!

–Ne yapıldı ki?

–Amr bin Hişâm ve arkadaşları, senin yeğenine çok kötü sözler söylediler. Amr öyle ağır konuşarak sayıp sövdü ki, görseydin dayanamazdın!

–Sevgili yeğenime ne hakla sayıp söver?

–Sayıp sövdü, bağırıp çağırdı!

–Sevgili yeğenim ne yaptı peki?

–Muhammedü’l-Emîn -sallâllâhu aleyhi ve sellem- uymadı onlara. Kendisine çok kötü sözler söylendiği, sayıp sövüldüğü hâlde, onlarla muhatap olmayarak kalkıp gitti! Ama şunu bir defa daha söylemem gerekiyor ki, Amr’ın söylediği o ağır sözler yenilir yutulur gibi değildi.

–Demek öyle ha! Gösteririm ona gününü şimdi!

Câriye; Amr bin Hişâm’ın yaptıklarını ve Rasûlullâh’ın o üstün tavrını öyle bir tasvir etti ki, Hamza Amca fena hâlde sinirlendi. Sevgili yeğenine yapılanlara çok şiddetli bir şekilde sinirlenen Hamza Amca, hiddetinden köpürerek o hâini bulmak için, hızlı adımlarla Kâbe’ye doğru yürümeye başladı. Çünkü o; haksızlığa ve taşkınlığa hiç tahammül etmez, gereken kişi veya yerlere gereken dersi verirdi.

Hamza Amca bir yandan Kâbe’ye doğru böyle öfkeyle giderken, diğer yandan da arkasından yürüyen iki kadının birbiriyle konuşurken, kendisini ilgilendiren oldukça sıkıntılı bir cümle duydu:

–Eğer şu adam; Amr bin Hişâm’ın yeğenine yaptığını bir bilse, asla tahammül edemez, derhâl onun üzerine yürürdü!

Bu çok çarpıcı söz üzerine; hemen arkasına dönerek kadınlara, ne olduğunu sordu. Onlar da câriyenin anlattıklarını aynen anlatınca, Hamza Amca daha bir öfkelenerek bir anda Kâbe’nin yanına vardı.

Sevgili yeğenine yapılanları, önce içi yanık garip bir câriyeden ve hemen ardından da iki kadından dinleyen Hamza Amca öfkesinden deliye dönmüştü. Sevgili yeğenine yapılan böylesine bir hakaret sebebiyle, akrabalık damarları kabardıkça kabardı.

Kâbe’nin yanında Amr bin Hişâm ve arkadaşlarının hep birlikte oturduklarını gördü. Ona doğru ilerleyerek, başına dikildi:

–Kardeşimin oğluna kötü söz söyleyen, O’nun o güzel kalbini inciten sen misin? Benim sevgili yeğenime nasıl şöyle şöyle söylersin sen?

Böyle bağırıp hesap sorarak elindeki yayını bütün gücü ile Amr’ın kafasına indirdi. Bu hâini başından fena hâlde yaraladı. Amr’ın başı yarıldı ve kan akmaya başladı. Öfkesinden köpüren yiğit Hamza Amca, bununla da yetinmeyerek yine öfkeyle haykırdı:

–Demek, sen bu kadar alçaldın ha! Sen kimsin ki benim yeğenime lâf edeceksin? Bak, ben de O’nun dînine giriyorum işte! O’nun söylediklerini ben de söylüyorum artık! Gücün yetiyorsa hadi bana da mâni ol! Bana da karşı gelsene!

Her şeyi göze alan yiğit Hamza Amca, etrafına toplanan kalabalığa da meydan okudu:

–İşte ben de Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in dînine giriyorum! Cesareti olan varsa bana da bir şeyler söylesin! Aranızda kendine güvenen varsa gelsin dövüşelim, haydi!

Orada bulunanlardan bir grup, bu yiğide saldıracak oldular. Öyle bir ortam oluştu ki, bir anda çok büyük çarpışma çıkabilirdi. Amr bin Hişâm hemen araya girerek, onların hep birlikte Hazret-i Hamza’ya saldırmalarına engel oldu:

–Dokunmayınız ona! Hamza haklıdır! Onun kardeşinin oğluna çok kötü şeyler söyledim ben! İlişmeyin ona, herkes yerine otursun!3

Sadece Amr’a değil, oradaki herkese meydan okuyan yiğit Hamza; oradan ayrıldıktan sonra, Amr bin Hişâm bir yandan başından aşağı akan kanlarını temizliyor, bir yandan da yanındakilere şöyle söylüyordu:

–Aman ona ilişmeyiniz! Sonra bize kızar da müslüman olur. Umarım söylediklerini şuursuzca söylemiştir. Yoksa eğer bu da İslâm’a girerse, onun yeğeni bununla çok büyük kuvvet bulur! O taraftar ve kuvvet bulmasın da, varsın bizim kafamız yarılsın!

Bu olay esnasında Amr’ın; kafasının yarılmasına rağmen, kendi yakınlarına, Hazret-i Hamza’ya dokunmamalarına dair tembihte bulunması, Amr’ın ne kadar zeki ve kurnaz biri olduğunu göstermektedir. Hâdisede görüldüğü gibi eğer Amr, bu şekilde davranmasaydı; Mahzûm oğullarının gençleri hep birlikte Hazret-i Hamza’nın üzerine çullanacaklar, Hazret-i Hamza onların hepsiyle birden baş edemeyecek, yaralanacak, hattâ belki de ölecekti. Ancak burada Amr, Hazret-i Hamza’yı düşündüğünden veya acıdığından dolayı onlara engel olmuş değildi. O sadece, kavganın büyümesi sonucunda, Hazret-i Hamza’nın yakınlarından da bir grubun çıkarak Hazret-i Hamza’yı koruması ve müslümanlardan taraf olmasından korkuyordu. Bunun sonucunda müslümanlar çok ciddî bir taraftar kazanmış olacaklardı. Yani bu durum; sadece müslümanların işine yarar, onların daha çok taraftar bulmasına sebep olurdu. Ayrıca Hazret-i Hamza’nın kendisine olan kızgınlığından ve asabiyet duygularından dolayı, yeğenini koruyarak müslüman olduğunu anlayan Amr; onun üzerine daha fazla gittiği takdirde, onun gerçek mânâda müslüman olmasından da çekiniyordu. Öyle de oldu…

Kureyş’in bahadırı yiğit Hamza; müslüman olmasın diye, kendi kafasının yarılmasına bile katlanan Amr, çok kurnaz bir hareket yapmıştı.

Kimdi bu hâin adam? Asıl adı Amr bin Hişâm bin Muğîre el-Kureyşî el-Mahzûmî olup, Ebu’l-Hakem künyeli Mekke’nin önde gelen liderlerindendi. Aslında çok bilge biri olan bu hâin adama; Allah ve Rasûlü’ne, İslâm ve müslümanlara olan amansız düşmanlığından ve şiddetli işkencelerinden dolayı, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tarafından; «Cahillerin babası / Cahillik babası» anlamına gelen «Ebû Cehîl» adı takılmıştı. O hâin de, müslümanlar arasında bu adıyla meşhur oldu. Küfrüyle meşhur bu Ebû Cehil, yiğitliğiyle meşhur Hamza bin Abdulmuttalib’in de müslüman olmasına ve kıyâmete kadar Hazret-i Hamza -radıyallâhu anh- diye büyük bir saygı, sevgi ve muhabbetle anılmasına vesile olmuştu!

Hamza Amca -radıyallâhu anh-; yayıyla şiddetli bir şekilde vurup başını yararak kanatmış, ayrıca oradaki bütün herkese de açıkça meydan okumuştu. Bir anda orada oturanların tümü, liderleri Ebu’l-Hakem Amr bin Hişâm’ın uğradığı bu ağır hakarete ve başından akan kanlara rağmen, donup kalmışlardı sanki. Onları asıl perişan eden yiğit Hamza’nın şu sözleri olmuştu:

“İşte ben de Muhammed’in dînine giriyorum! Cesareti olan varsa bana da bir şeyler söylesin! Aranızda kendine güvenen varsa gelsin dövüşelim, haydi!”4

Sadece Mekke-Medine’de değil, bütün Hicaz bölgesinde hatırı sayılır, kıymetli ve kuvvetli yiğit Hamza müslüman mı oluyordu? Kureyş gençlerinin en güçlüsü ve en cesuru müslüman oluyordu ha!

Bu; Kureyş’in önüne geçemeyeceği, müşrikler için bir belâ idi. Hamza Amca’nın müslüman olması birçok kimseyi müslüman olmaya teşvik edecek; Rasûlullah -aleyhisselâm- da, etrafında dâvâsını destekleyip takviye edecek güç ve cesareti bulacak ve Kureyş, bir gün put ve tanrılarını kıran balyozların sesiyle uyanacaktı! Tilki gibi kurnaz olan hâin Ebû Cehil, bütün bunları görür gibi oluyordu ve bundan çok da korkuyor, ciddî endişe duyuyordu. Yeter ki müslümanlar güç kazanmasınlar, başının yarılmasına katlanırdı o!

Her şeyi ile yiğitler yiğidi olan cesur Hamza; hâin Ebû Cehil alçağına gereken dersi verdikten sonra, dönüp evine gitmek için yola koyuldu.

Hamza Amca, kardeşinin oğlunun yüceliğini ve olgunluğunu biliyordu. O; kardeşinin oğlunu sadece amcası olarak tanımaz, onu kardeşi ve dostu olarak da tanırdı. O’nunla amca-yeğen idiler ve yaşları birbirine yakındı. İkisi birlikte büyümüşler, birlikte oynamışlar, birlikte kardeşlik yapmışlar, başından beri yolu adım adım birlikte yürümüşlerdi.

Hamza Amca; çocukluğundan itibaren, temiz gençliğine, emin ve samimî adamlığına varıncaya kadar, sevgili yeğenini en iyi tanıyanlardandı.

O; kendini tanıdığı gibi, hattâ kendini tanıdığından daha fazla O’nu tanırdı. Birlikte büyüdüğü, birlikte olgunluk çağına ulaştığı sevgili yeğeninin bütün hayatı güneşin ışıkları gibi temizdi. O’nun bir gün olsun yersiz öfkelendiğini, ümitsizlik gösterdiğini, tamahkârlık yaptığını, eğlendiğini ve aşırı sevinç gösterdiğini hiç hatırlamıyordu.

Hamza Amca; sadece beden gücünü değil, akıl ve irade gücünü de kullanıyordu. Bu sebepten, tamamen doğruluk ve güvenilirliğiyle tanınan bir insana uymakta geç kalmak tabiî bir şey değildi. Böylece onun gönlü yakın bir günde ortaya çıkacak bir vâkıaya kadar O’nunlaydı. Ve beklenen gün gelmişti sanki…

Evet… Hamza Amca da müslüman olmuştu. Sevgili yeğenini koruma ve kollama adına bir anda hâin Ebû Cehil’in karşısına çıkmış ve neticede müslüman olduğunu haykırmıştı.5

Bu konuya devam edeceğiz inşâallah. Ama hepimiz biliyoruz ki; «Peygamber Efendimiz’in yolunda olmalıyız.» demek başkaydı, O’nun yolunda olmak başka!

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

___________________________

1İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye (Sîret-i İbn-i Hişâm), c. 1, s. 311.
2 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, c. 2, s. 83.
3 İbn-i İshâk, Sîretü İbn-i İshâk el-Müsemmâ bi Kitâbi’l Mübtede’ ve’l-Meb‘as ve’l-Megāzî, s. 229; İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye (Sîret-i İbn-i Hişâm), c. 1, s. 192.
4 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk (Târîhu’t-Taberî), c. 2, s. 224.
5 Algül, Hazret-i Hamza (Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi «Hamza» Maddesi), c. 15, s. 500-502.