TAKSİMAT O’NUN…
Cenâb-ı Hak, bu dünyayı bir imtihan yeri olarak var etmiş ve insanları pek çok hikmete bağlı olarak değişik seviyelerde yaratmıştır. Bu hakikati yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’in de şöyle açıklamaktadır.
“Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Onların o dünya hayatındaki geçimlerini aralarında biz taksim ettik ve bir kısmını derecelerle diğerinin üstüne çıkardık ki biri diğerine iş gördürsün, çalıştırsın. Rabbinin rahmeti ise, onların toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” (ez-Zuhruf, 32)
Bu ilâhî takdiri; insan olarak iyice anlamalı, varlıklı olanlarımız fakir ve ihtiyaç sahibi olan kardeşlerimizi merhamet duygusu içinde koruyup kollamalı ve amel-i sâlih işleme vecdiyle yardımlarına koşmalıyız. Hayatında çeşitli cenderelerden geçtikten sonra; yaşadığı sıkıntının da tesiriyle, zor günler geçiren birçok akrabamızın, komşularımızın, eş ve dostlarımızın olduğunu biliyoruz. Bu insanlar da elbette varlıklı yakınlarından kendilerini arayıp sormalarını ve dertlerine medâr olmalarını arzu ederler. Böyle gönlü kırık insanların hâl ve hatırlarını sorup soruşturarak dertlerine derman olmaya gayret etmek mühim bir hizmet, aynı zamanda da güzel bir ibâdettir.
Bu konuda çok dikkatli olmalıyız. Yaptığımız yardımlar sadece Allah rızâsı için olmalıdır. Riyâkârlık duygularından hiçbir eser gönlümüzde olmamalıdır. Böyle yapanlar için, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîfinde şu müjdeyi vermektedir.
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58)
Bu yapılanlar; dünya imtihanını, merhametin hakikî tahakkukuyla başarabilmemize vesile olan güzel amel-i sâlihler ve ibâdetlerdir.
Dünyada yaşanan imtihan noktasını daha iyi anlamamıza vesile olması için, Ahmet COŞKUN Hocamızdan dinlediğim şu kıssayı sizlerle paylaşmak isterim:
Varlıklı bir aile vardı. Bu aile hayatını; mutlu, sağlıklı, görgülü, birbirlerine itaatli günlerle huzurlu bir şekilde geçiriyordu. Bu hâl onların oturup kalkmalarına, yemelerine içmelerine, ziyaretlerine ve kabullerine yansıyordu.
Bir gün akşam namazını kıldıktan sonra, yemek vakti olduğu için sofra kuruldu yemekler hazırlandı. Her zamanki gibi sofra, bir ziyafet sofrası gibiydi. Mutlu ve huzurlu bir şekilde şakalaşarak neşe ile yiyip içiyorlardı. Bu anda kapının zili çaldı ve evin hanımı kapıyı açmak için kalktı, kapıyı açınca karşısında bir ihtiyaç sahibi olduğu her hâlinden belli olan birisiyle karşılaştı. Kapıdaki;
“–Açım, karnımı doyuracak bir şeyler verir misiniz?” diyordu.
Evin hanımı; merhametli, bilgili, görgülü aynı zamanda da kültürlü idi. Hemen bir şeyler hazırlayıp ihtiyaç sahibinin sıkıntısını gidermek için hazırlığa başladı. Evin beyi;
“Gelen kimdir hatun?” diye içeriden seslendi.
Evin hanımı;
“–Karnının aç olduğunu söyleyen birisi…” deyince, bey tekrar seslendi:
“–Hanım; bu vakitsiz zamanda gelip, rahatsız edip, neşemizi kaçıran dilenciye bir şey verme. Defolsun gitsin de bir daha böyle münasebetsizlikler yapmasın!”
Gelen insan aslında sanıldığı gibi münasebetsiz birisi değildi. Asil bir kimse idi. Açlık sıkıntısını gündüz vakti kimseyle paylaşamadığı için akşam saatini beklemişti. Evin firâsetli ve merhametli hanımı onun bu durumunu anlamış ve ona karşı içinde bir yardım etme duygusu oluşmuştu. Fakat kocasının merhametsiz ve kaba bir şekilde davranması, o insan için aynı zamanda dilenci nitelemesinde bulunması, hanımefendiyi kalbinden vurmuştu. Bu hâdiseden sonra kocasına karşı evin hanımında bir soğukluk, güvensizlik ve sevgisizlik oluştu. Evin o muhabbetli ortamı bir anda buz gibi oldu. Akşamın o saatinde;
“Karnım aç!” diyerek kapısına gelen ve kapıdan kaba ve merhametsizce geri gönderilen bu insanın hâli, evin hanımını âdeta yıkmıştı. Morali bozuk bir vaziyette sofranın başına geldi ve oraya yığılıverdi. Belli etmemeye çalışsa da, kocasına karşı içindeki soğuk duygular her geçen saniye artıyordu.
«Bu adamı şu ana kadar nasıl da tanımamışım? Ben nasıl birisiyle evliymişim?» diye içinden söyleniyordu.
Aradan geçen zaman içinde bu durum artarak devam etti. Kocası da bu durumdan memnun olmuyordu. Kaba ve merhametsiz koca, bu soğukluğu gururuna yediremedi. Günler bu şekilde ilerlerken kocasının ağzından;
“Bu böyle gitmez seninle ayrılalım, boşanalım!” kelimeleri çıkmaya başladı. Bu sözler merhametli hanımın canına minnet oldu. Bu mutlu aile yuvasının ocağı, merhametsiz ve kaba kocanın yüzünden sönmüştü.
Zaman itibariyla birkaç yıl geçmişti ki, hanım karşısına çıkan iyi bir insanla evlendi. Bu kocası da önceki kadar varlıklı idi. Hanım yine sıcak ve mutlu bir aile yuvasına kavuşmuştu. İyi niyeti ve merhameti sayesinde Cenâb-ı Hak yardım etmiş ve yalnız bırakmamıştı.
Bir akşam zamanı idi ki; yine sofralarına oturmuşlardı. Tatlı ve huzur dolu bir ortam oluşmuştu ki, birden kapı çalındı. Hanım kapıyı açmak üzere kalkıp o tarafa yöneldi. Kapıyı açınca birisi;
“–Karnım aç, bir şeyler verin de karnımı doyurayım.” dedi.
Sesi duyan kocası içeriden seslenerek;
“–Hanım; galiba gündüz açlığını kimseye açamadı, kimseden bir şeyler isteyemedi bu saati bekledi de öyle gelebildi. Madem karnı açmış, şu yediklerimizden bir kaba bolca koy, başka ihtiyaçları varsa onu da karşılayalım, sadece bu gün değil, birkaç gün hiç olmazsa onlarla idare etmiş olsun.” dedi.
Hanım, bu kocasının merhameti karşısında Cenâb-ı Hakk’a çok çok hamd etti ve beyinin dediği gibi hazırladığı paketi ihtiyaç sahibine verdi. Adam bol bol duâ ederek oradan ayrıldı.
Ancak hanımın bir anda elleri-kolları titremeye başladı, rengi kaçtı ve perişan bir vaziyette sofraya geldi ama oturamadı.
Evin beyi, hanımının bu durumunu görünce;
“–Hayrola hanım bu ne vaziyet böyle? Akşam akşam kapımıza gelen bir fakiri sevindirdik, duâsını aldık, daha ne istiyoruz?” dedi.
“–Efendi! Sormayın, kapımıza gelen benim eski kocamdı. O varlık sahibi, nasıl olmuş da bu hâle düşmüş?” dedi. Kocası;
“–Hanım! Bir kararda kalan yalnız Allah’tır. Ben de sizin o zamanda kapınıza gelen ve kocan tarafından kovulan dilenciyim.” dedi.
Dünya imtihan dünyasıdır, Allah zenginlikle imtihan ettiğini fakirlikle; fakirlikle imtihan ettiğini de zenginlikle imtihan edebilir. Bunu bir merhamet duygusu içinde düşünüp ona göre hareket etmeli; malla, mülkle mağrur olmamalıyız. Sahip olduğumuz her şeyin emânetçisi olduğumuzu idrak etmemiz ve bunların şükrünü bilmemiz gerekir.
Cenâb-ı Hak cümle mü’minleri her türlü kabalıktan, insafsızlıktan, merhametsizlikten, hodgâmlıktan, kibirlenmekten muhafaza buyursun.
Âmîn…