UNUTULMAYACAK BİR SÎMÂ!

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

İbrahim KOCASLI_taziye_yuzakidergisi-agustos2015

Bir ikindi vakti tanıştık.

Hüdâyî Camii’nin avlusundaydık. Tanıtırken dediler ki:

–Hocam bu kardeşimiz de şiir yazar.

Gözleri ışıldadı ve adımı sordu. Sonra başladı bağrındaki mısraları dizmeye:

Güzel kardeşim Eşmeli,
Adı da Muhammed Ali,
Hak yolun yücedir hâli.

Ekledim:

İbrahim hocam hâl ehli,
Bu denizin yok sâhili.
Hep olalım biz dâhili.

Sonra karşılıklı devam etti gitti.

O güzel insan;

Aklı da bağrı da dolu bir müftü efendiydi. Bir kimse, hem ilim ehli, hem de gönül ehli olunca onun hâli daha bir başka güzellik sergiliyordu. Hep bu minval mübârek ve muhterem bir kişiliği vardı. İslâm’ın güler yüzü vasfındaydı. Erenler bağında Sâmi Efendi Hazretleri’nin irşâdıyla yetişmiş, Musa Efendi Hazretleri’nin ve muhterem halefinin rehberliğinde âdeta bir bülbül-i cennet olmuştu.

Her yerde şakıyordu.

Hakk’ı şakıyordu.

Aşkı şakıyordu.

Dostu şakıyordu.

Tasavvufu, üstadını, muhabbet ve teslîmiyeti şakıyordu.

Yüce mânâları şakıyordu.

Nice hakikatleri şakıyordu.

Her yerde.

Edirne’de, Kırım’da, Tacikistan’da, Medine’de, Mekke’de…

Gittiği her yerde…

Hiç durmadan şiir misali şakıyordu.

Bilhassa;

Hazret-i Peygamber’i anlatıyordu. Kur’ân-ı Mübîn’i anlatıyordu. Erenler ahvâlini anlatıyordu. İçten, samimî ve duygulu bir lisan ve hâl içinde bıkmadan, yorulmadan, severek anlatıyordu.

Bir gün, ihlâsa ve teslîmiyete sarılmanın nice kapalı kapıları bile açtığını şöyle nakletti:

Hacı Sâmi Efendi Hazretleri’nin son demleriydi. Rahatsızlığı çok ziyade olduğu için ziyaret edebilmek neredeyse mümkün değildi. Bazen kısa görüşmeler yapılabiliyordu o kadar. Bir akşam damadı Ömer abiye sordum:

–Ağabey, Efendi Hazretleri’ni ziyaret mümkün mü?

Kesin bir dille cevap verdi:

–Hiç imkânı yok maalesef hocam. Malûm hayli rahatsızlar. Ziyaretçi alamıyoruz.

O gün gece yarısı telâşla beni buldular. Ömer ağabey:

–Hocam, nerede kaldınız? Çabuk olun, Üstaz Hazretleri sizi çağırdılar.

Koşup huzûra can attım. Kısa bir halvet sonunda buyurdular ki:

–Benden sonra Musa Efendi’ye sımsıkı sarılın, Anadolu’daki dostlara da söyleyin, onlar da böyle yapsınlar!

“–Baş üstüne efendim!” deyip hürmet ve edeple müsaade aldım.

 

Çok şükür hem kalbî muhabbetin bereketi, hem samimiyetin keremiydi bu. Ne kadar sevinmiştim, tarif edemem. Zarureten açılamayan kapılar, ihlâs ve teslîmiyetin bereket anahtarıyla üstelik gecenin bir vaktinde ardına kadar açılmıştı ve hem de kıymetli bir mesaja muhatap olmuştum.

İbrahim KOÇAŞLI hocaefendi, bunu anlatırken ağlamaklı ve titrek bir hâl içindeydi.

O zaten;

Hep o samimî ve kalbi titrek vaziyetinde güzel bir kuldu. Onun bu hâli, âdeta şu âyeti hatırlatıyordu:

“Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların îmanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.” (el-Enfâl, 2)

Gerçekten de bu hasletler içinde;

İlmiyle âmil oluşun mütebessim çehresi onda bir başkaydı. Sıcacıktı, samimiydi, nûrâniydi. Ümmet-i Muhammed’in hizmetinde bir dertli idi.

Lisanında;

Büyük insanlara ayrı inciler, küçücük gönüllere de ayrı inciler vardı. Tanıştığı kimsenin ismini sorar, onun yaşına göre şiir kabîlinden tekerlemeler hâlinde çok tatlı ifadelerle güzel mânâlar ikram ederdi. Bulunduğu yere, makama ve muhatap olduğu gönüllere göre mısralarının içinde mutlaka tatlı bir mesaj, sıcak bir muhabbet ve yönlendirici latîfeler olurdu.

Bir defasında;

Yüzakı hâfızlarıyla beraber Sevr Dağı’nın eteklerinde tevâfuk ettik. Karşılıklı bir sevinç dalgası esti. Sevr’i ondan dinledik. İçli içli anlattıktan sonra bir mısra söyledi:

“–Kaç asırdır nice hikmet dolu Sevr.”

Ekledim:

“–O hikmete muhtaç, her gönül, her devr.”

Sonra isimler üzerinde yine zarif cümleler birlikte devam etti.

Sonra;

Medîne’de Uhud’da, Ayneyn tepesinde de rastlaştık. Ravza-i Mutahhara’da da beraber olduk. O özel mahallerde; yine sesi titrek, gözü yaşlıydı. Yüreğinde; oranın inceliklerini, hikmetlerini ve ibretlerini etrafındakilere anlatabilmenin muazzam çırpınışı vardı. Hele şehid ve gazi ashâb-ı kirâmın mübârek isimlerini ağzına aldığında; karşısındakini, hayran bırakan bir hürmetin ayrı bir vakarı yansıyordu.

O; vakarlı, fakat son derecede mütevâzı idi.

Çehresinden çevresine abartılı ve kabartılı hiçbir menfî rüzgâr esmiyordu. Sadece tevâzu esintileriyle ruhları okşayan meltemlerle kucaklıyordu yanındakileri.

Hâsılı;

Fark edilen veya fark edilmeyen bir çınardı.

Sevenlere huzurlu bir gölgeydi.

Ramazan öncesi bu iklimden, çok sevdiği vuslat iklimine kanat açtı. Bayramı orada yaptı.

Her zamanki gibi;

Bir elif meşki çekip sevgili Leylâ dediler,
Sonra bir yandı ki can, aşk ile Mevlâ dediler.

Ey fasıl âlemi dünyâ, ne büyükler geldi,
Baktılar her şeye lâ, döndüler illâ dediler! (Seyrî)

İbrahim KOÇAŞLI_taziye_yuzakidergisi-agustos2015-2

Hâsılı;

İbrahim KOÇAŞLI Hocamız da nihayet;

Bu dünyadan ötelere doğru kuvvetli bir illâ çekti.

Ardında sayısız hüsn-i şehâdetle Hakk’a yürüdü.

İşte;

Unutulmayacak bir mübârek sîmâ.

Rûhu için;

Üç ihlâs bir Fâtiha!..