İLK GURBETİN GURBETÇİLERİ

YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

adem_sarac-yuzakidergisi-haziran2015

Rasûlullah -aleyhisselâm- başta olmak üzere, müslümanlar; ne yapıyorlarsa çok ciddî bir plânlama ile yapıyorlardı. Habeş hicreti de bunlardan biriydi.

Habeşistan hicretini her müslüman bilmiyordu. Müslümanların tamamına iletecek bir ortam yoktu. Bu yüzden haber alanlar hemen yola çıkıyorlardı. Gizlice yapılan bu hicret yolculukları ile müslümanların büyük bir kısmı Mekke’yi terk etmişti.

Müslümanlar arasında bu gizli hicret yaşanırken, müşrikler arasında da çalkalanmalar başlamıştı.

Hazret-i Osman ve hanımı Hazret-i Rukiye, Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr, Hazret-i Abdurrahman bin Avf, Hazret-i Ebû Seleme ve hanımı Hazret-i Ümmü Seleme, Hazret-i Osman bin Maz‘ûn -radıyallâhu anhüm- gibi önde gelenlerin ortalarda görülmemesi hemen dikkat çekmeye başlamıştı.1

Müslümanlar tarafında ne olup bittiğini yakın takipte tutan müşrikler, Habeş hicretini öğrendiklerinde öfkelerinden kudurmuşlardı. Daha fazla zaman geçirmeden, en katı adamlarını silâhlandırıp peşlerine saldılar. Şuaybe limanına vardıklarında, çok geç kaldıklarını gördüler. Çünkü sahile geldiklerinde gemiler çoktan hareket etmiş ve mü’minler, sahil-i selâmete yelken açmışlardı.2

Sevgili ashâbının müşriklerden kurtulup; gemiyle Habeş ülkesine doğru açıldıkları haberi, Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı çok sevindirdi.3

Rasûlullah -aleyhisselâm- bir yandan da sevgili kızı ve damadının durumunu merak ediyordu. Onlardan sağlıklı bir haber alamamıştı henüz.

Aradan bir hayli zaman geçtikten sonra; Habeş ülkesinden gelen kafile içindeki bir kadın, beklenen haberi de beraberinde getirmişti:

–Yâ Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-! Senin kızını ve damadını gördüm!

–Nerede gördün?

–Habeş ülkesinde; damadını, yanında zevcesi olduğu hâlde gördüm!

–Kendilerini ne hâlde gördün?

–Damadın, zevcesini şu hayvanlardan bir merkebin üzerine bindirmişti. Kendisi de onu sürüp gidiyordu.

–Onların sahipleri Allah olsun! Şüphesiz ki, Osman; Lût -aleyhisselâm-’dan sonra, zevcesiyle birlikte hicret eden ilk kişidir!4

Habeşistan… Yaban diyarı… İlk gurbet… Müslümanların ilk gurbet diyarı idi Habeşistan…

Hem her şey vardı burada, hem hiçbir şey yoktu! Her ne olursa olsun; Rasûlullah -aleyhisselâm- yoksa, hiçbir şey yoktu çünkü!

Habeş ülkesinde müşrik baskısı yoktu. Alay ve hakaret yoktu. İşkence yoktu. Bu açıdan büyük bir rahata kavuşmuşlardı… Fakat rahata kavuşunca gevşemediler. Çünkü buraya rahatlamak ve yatıp uyumak için gelmemişlerdi. İnandıkları dâvâyı rahatça yaşamak ve anlatmak için gelmişlerdi…

Habeş ülkesinde Can Peygamber’in canları… Gönülleri Mekke’de kalmış, muhâcir ve mülteciler. Günlerini «ah»larla «vah»larla hebâ etmeyip, her dakikasını çok iyi değerlendiren canlar…

Allah ve Rasûlü gönüllerinde, Kur’ân-ı Kerim ise sürekli dillerindeydi…

Müslüman her yerde müslümandı… İslâm her yerde İslâm’dı…

Müslümanın biri nereye giderse gitsin, müslüman olarak giderdi. Yani nerede olursa olsun, İslâm esasları çerçevesinde bir hayat kurardı kendine.

Habeş diyarında da öyle oldu. Öncelikle kendi aralarında Kur’ân müzakeresi yapıyorlardı. Bunu hiç ihmal etmiyorlardı. Bu derse bütün muhâcirler katılıyordu.

Sonra Habeş diyarında nasıl bir yol takip etmeleri gerekiyorsa, onu görüşüyorlardı. Hiçbir ayrıntıyı ihmal etmiyorlardı.

Kendi içlerinde çok güzel bir uyum vardı. Birlik ve beraberliklerinin yanında, karşılıklı çok güzel bir de muhabbet vardı.

Habeş diyarında, her bir sahâbe; kendi konumlarına göre, hem en güzel örnek ve hem de en güzel birer davetçi olmuşlardı.

Rasûlullah -aleyhisselâm-’dan aldıklarını götürmüşlerdi oraya. O’ndan gördüklerini yaşamaya çalışmışlardı. Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ı örnek almış, O’nun gibi örnek olup anlatma gayretine düşmüşlerdi.

Muhâcirlerin öyle güzel ve istikrarlı davranışları vardı ki, her biri birer İslâm elçisi olmuşlardı âdeta. İslâm’ı hem çok güzel yaşıyorlar ve hem de çok güzel tebliğ ediyorlardı. Bu şekilde nice gönülleri fethetmişlerdi Habeş diyarında.

Konuşmaktan, anlatmaktan çok, yaşayarak; örnek olarak tebliğ ediyorlardı. Konuşmak başkaydı, yaşamak başka.

Habeşliler bunları takip ediyorlardı… Hazret-i Peygamber’in neyi getirdiğini, neyi tavsiye ettiğini, neyi emrettiğini, neden yasakladığını, Habeşli halk bu güllerden görüyor ve anlıyordu. Sadece sözlerinden değil, hâllerinden görüyorlardı…

Aynı dili konuşmuyorlardı… Ama hâl dili ile anlaşıyorlardı… Beden ve gönül dili ile konuşup anlaşıyorlardı…

Fakat ne olursa olsun, Peygamber hasreti tak etmişti yüreklerine… İçten içe kavurmuştu hepsini. Yetmişti artık canlarına…

Nübüvvetin beşinci yılında Recep ayında Habeş ülkesine sığınmış olan ilk muhâcirler, Şaban ve Ramazan aylarını da orada geçirmişlerdi. Peygamberimiz -aleyhisselâm-’dan uzaklarda tam üç ay kalmışlardı. Şevval ayına girmişlerdi.5

Fakat olmuyordu… O’nsuz olmuyordu işte…

O’nun hasreti ile yanıp kavrulan muhâcirler; içten içe öyle bir yanıyorlardı ki, her hâl ve hareketlerinde gözleniyordu bu. Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr nihayet seslendirdi bunu:

–Dayanamıyorum artık! Gitmek istiyorum O’na! Ey benim muhâcir arkadaşlarım! Bana müsaade var mı? Mekke’ye, Rasûlullâh’a dönmeme müsaade var mı?

–Allah Rasûlü bize; «Dönün!» diye haber göndermedikçe dönemeyiz ey Mus‘ab!

–Allah Rasûlü; «Benden haber gelmeden dönmeyin!» de dememişti! İşte bundan dolayı benim bu hareketim yanlış bir hareket olmayacak. Fakat sizler müsaade etmezseniz dönemem. O’nun özlemi ile yanıp kavruldum. Ekmeğim oldu O benim, suyum oldu. Ekmeksiz, susuz yaşanmayacağı gibi; ben de O’nsuz yaşayamıyorum artık! İzin verin döneyim!

–Sana; «Hayır!» diyemeyiz ey Mus‘ab; sana yasak koyamayız! Ama herkesi peşinden götürmeyesin!

–Hepimiz aynı hasret ile yanıyoruz burada. Benimle beraber kimlerin geleceğini bilemem!

–Bıraksak hepsi dönecek gibi baksana!

–Mekke’de önde gelenlerin müslüman olduğu da söyleniyor!

–Haberin doğruluğundan emin değiliz!

–Eğer önde gelenlerden bazıları müslüman olurlarsa, Mekke’de müslüman olmayan kim kalır?

–Orası öyle, ama bu habere ne kadar itimat edebiliriz ki?

–Ne olursa olsun, bize kendi kavim ve kabîlemiz daha sevgilidir! Onlar da îmân ettiklerine göre, biz de dönelim yanlarına artık!

–Anlaşıldı, dönüş yolu görünüyor!

–Öyleyse tahammülü kalmayanlara izin verin!

Birinci Habeş Hicreti esnasında kafile başkanlığını yapan Hazret-i Osman bin Maz‘ûn -radıyallâhu anh-, istişâre ekibini toplayıp meşveret etti. Aralarında ciddî bir şekilde müzakere ettikten sonra, kendisinin de içinde olduğu döneceklerin listesi yapıldı…

Mekke’ye dönecek muhâcirlerin listesi 33 erkek 6 hanım olmak üzere, 39 sahâbîden oluşuyordu. Dönüş yolunda Hazret-i Amr bin Ebû Serh de katılınca sayıları kırkı buldu.

Dikkat edilirse ilk muhâcir kafilesi, 10 erkek ile 5 hanım olmak üzere 15 kişiden oluşmuştu. Habeş muhâcirlerinin hepsi dönememiş, bir kısmı orada kalmışlardı. Bu durumda, ilk kafilenin ardından aralıklarla hicret olmuş ve Habeş ülkesinde sayıları bir hayli artmıştı.6

Peygamber hasretine daha fazla dayanamayan bir grup muhâcir, Mekke’ye dönmek için beraberce yola çıktılar.

Mekke’ye dönmenin heyecanı ile Habeş ülkesinden yine gemiye binmiş ve karşı sahile yani Şuaybe limanına ulaşmışlardı. Bundan sonrası kara yolculuğuydu…

İlk gurbetin gurbetçileriydi onlar! Peygamberimiz -aleyhisselâm-’a, Kâbe’ye, Mekke’ye, diğer mü’min kardeşlerine, çoluk-çocuklarına ve mal-mülklerine kavuşacak olmanın heyecanıyla yürüyorlardı.

Peygamber Efendimiz, onların bütün hayatlarına yansımıştı. O’nsuz olamıyorlardı artık. Peygamber Efendimiz bizim de hayatımıza da yansımalı ki, her şeyimizin başına O’nu almalıyız hep…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

________________________

1 İbn-i Sa‘d, Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 204.
2 Taberî, Târîh, c. 2, s. 221.
3 İbn-i Seyyid, Uyûnu’l-Eser, c. 1, s. 116.
4 Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, c. 2, s. 297.
5 Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 228.
6 İbn-i Hişâm, es-Sîre, c. 2, s. 3-8.