ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI İSRAF
Çoğumuzun çok iyi bildiği bir âyet-i kerîme meâli:
“…Yiyin için ama israf etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (el-A‘râf, 31)
Bu âyete ne kadar duyarlıyız?
Maalesef bakıyoruz yiyecekte, binekte, meskende, içecekte, her şeyde israf var… Zamanın kullanımında israf ve savurganlık nâmütenâhî. Almış başını gidiyor. Sanki israf yarışı yapılıyor. Maalesef bu israfı yapan kişiler yaptıkları hataların farkında bile değil. İstisnâlar yok değil, fakat çoğunluk böyle.
Hâlbuki israftan kaçınmak güzel bir müslüman olmanın başta gelen şartlarındandır. Cenâb-ı Rabbü’l-Âlemîn buyuruyor:
“(Rahmân’ın o has kulları ki,) harcadıkları zaman ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” (el-Furkān, 67)
İsrafın boyutlarını, sebeplerini ve alınabilecek tedbirleri hâtıralarımız eşliğinde madde madde işleyelim:
YİYECEKTE İSRAF
İslâm’ı az veya çok yaşayan evlerde ekmeğin çöpe atıldığını zannetmiyorum. Ekmek bayatlasa bile tekrar ısıtıp yiyorlar, ekmeğe karşı saygıları var. «Müslümanım» deyip de İslâm’ı yaşamayan evlerde ise maalesef hassas davranılmadığını görüyoruz. Hiç dokunulmamış bütün veya parça ekmeklerin, bayatlamış diye, çöpe atıldığını görüyoruz.
Belki israf edenler, atarken üzülüyorlar; ama ekmeği alırken yeteri kadar almayı veya bayatladıysa da çorbaya doğrayıp tüketmeyi düşünmüyorlar.
İsraf eden kişi demek ki ekmeği çöpe atmanın ne kadar günah olduğunu bilmiyor. Ekmeğin nasıl meydana geldiğini, ekmeğin nimet olduğunu düşünmüyor. “Param var alıyorum, ne yaparsam yaparım kime ne?” dercesine.
Fakat Allah;
“İsraf edenleri sevmem!” buyuruyor. Allâh’ın sevgisinden uzak kalan kişi, beklesin bakalım neler görecek!.. Dünyada karşılaşacağı cezalar ayrı, âhiretteki azabı ise çok şiddetlidir.
Bu israf; lokantalarda, otellerde, hastahânelerde daha fazla yapılıyor. Hâlbuki basit tedbirlerle israfın önü alınabilir:
Meselâ ekmekler küçük dilimler hâlinde sunulmalı, yenmeyenler israf olmamalı. Çaresiz yenemeyecek ekmekler de torbalarda toplanıp hayvan besleyenlere verilerek değerlendirilmelidir.
Birkaç sene önce;
Arkadaşlardan biri, yemek ikram etmek için bizi bir kebapçıya götürmüştü. Kebaplar geldi, kebabın altına bir pide üstüne bir pide konmuş. Direk tabağa konmamış, kebaplar çabucak soğumasın diye. Müşteri memnuniyeti için ama ekmeğin biri yeniyor diğeri yenmiyor. Başka müşteriye verilemiyor, israf oluyor.
Ustayı çağırdım;
“–Bu ekmeği böyle yapıyorsunuz, biri israf olmuyor mu?” dedim.
Usta;
“–Hacı ağabey, israf etmiyoruz, bu ekmekleri biriktiriyoruz. Her akşam Mehmet TEKERLEK diye biri var, ona veriyoruz.” dedi.
Bahsettiği kişi, benim de yakînen tanıdığım biri. 30-40 senedir lokantaların artan yemeklerini, yenmeyen parça ekmeklerini gece yarısına kadar toplar, arabasına koyar. Sonra saat 03.00’e kadar da kenar mahallelerde bildiği fakir evlere, hem yemekleri hem parça ekmekleri dağıtır. Her günü böyle geçer, evlenmeye bile zaman ayırmamış. Şimdi yaşı 85 vardır;
Topla, dağıt,
Dinsin ağıt…
der. Zaman zaman karşılaşırız konuşuruz, takdir ederim. Herkesin sevdiği bu fedâkâr kişiyi ben de severim.
Bir gün yine bir araya geldiğimizde, teyit etmek için, kebapçı ustasının söylediklerini sordum:
“–Oradan da alıyor musun?”
“–Evet, oradan aldıklarımı ayrı bir torbaya koyarım. Gecenin saat 03.00’ünde kapıda beni bekleyenler;
«Dede, kebaplı ekmek var mı?» diye sorarlar bana. Kapış kapış alırlar; hele o ânı, o saatte görmek lâzım. Yürekler dayanmaz! Birkaç gün gel de beraber dağıtalım.” dediyse de o fedâkârlığı yapmak kolay değil.
Yemekleri, artık ekmekleri dökmeyip mahrumlara ulaştırana ne mutlu!.. Allah râzı olsun.
Peygamber Efendimiz, ashâbına sorardı:
“–Bugün kim bir yoksul doyurdu?”
Bu güzel ibâdeti gerçekleştirenleri cennetle müjdelerdi. (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 12)
Bu Mehmet Ağabey gibi başkalarını da tanıyorum. Allah rızâsı için fakirlerin, miskinlerin yardımına koşarlar.
Ferdî olarak da hem israf etmemeliyiz hem de israfı önlemek için elimizden geleni yapmalıyız.
Çocukken babam bir komşumuz için;
“Bunlar ne müsrif, hesaplarını bilmiyorlar. Her gün ekmeği çarşıdan alıyorlar. Âkıbetleri inşâallah kötü olmaz.” diye onlar adına endişe ederdi.
“Ekmeği herkes evinde yaparsa yarı fiyatına mal olur, hem de bereketli olur.” derdi, ara sıra alınmasını da hoş görürdü.
Bugün çoğumuz büyükşehirlerde ekmek yapabilecek imkânlardan mahrumuz. Fakat yiyebileceğimiz kadarını almalı, israf etmemeli; hasbelkader yenmeden artanları da asla çöpe atmamalı, bir şekilde istifadeye sunmanın gayretinde olmalıyız.
Bir de yemeğin âdâbı var. Sofrada, masada veya bir ziyafette yemeğe oturulduğu zaman, yemek ve ekmek seçmemeli. Önüne konmuş yemeği hemen hapır hupur yemeye başlamamalı, sofra sahibinin ve sofrada olan büyüğün; «Buyurun!» demesini beklemeli.
Yemeğe başlarken mutlaka besmele ile başlamalı, yemeği paldır küldür acele acele yememeli, kaşık sesini çıkarmamalı, dudak şapırtıları olmamalı. Ağıza yemeği fazla doldurmamalı, kaşıktan veya ağızdan yemek dökülmemeli, tam bir nezâketle yemelidir.
Büyüklerimiz söylerler; yemek «zikir»le başlamalı, «fikir»le devam etmeli, sonunda «hamd» ve «şükür»le bitmelidir. Yani besmele ile başlanmalı, yemeğin nasıl meydana geldiğini Allâh’ın lutfunu düşünmeli. Yemek helâlden mi yapılmış, pişirirken besmele çekilmiş mi, muhabbetle mi pişirilmiş? Bunları tefekkür süzgecinden geçirmeli… Sünnete uygun olarak sağ elle yemeli, normalden fazla yememeli. İmkânımız varsa yemekten önce ve sonra elleri yıkamalı, yemekten herkesten önce kalkmamalı, yemekten sonra;
«Yâ Rabbî! Şükür elhamdülillâh!» demeyi unutmamalıdır. Tabakta yemek bırakılmamalı, dervişlerin yaptığı gibi tabak sıyırılmalıdır. Tabağımıza yiyeceğimizden fazla yemek koymamalı; israftan, yemeğin dökülmesinden sakınılmalıdır.
Bu esasların hepsini Peygamber Efendimiz’den öğrendik. Biliyoruz ki O, hiçbir zaman israf etmedi. Yemek seçmedi. Aşırı yemedi. Oturuşuyla, besmelesiyle, âdâbıyla ve duâsıyla bize en güzel örnek oldu.
GİYECEKTE-EŞYADA İSRAF
Halkın refah seviyesi arttı, çoğunluğun mâlî durumu iyi, halkın çarşıda-sokakta giyimleri gayet düzgün, bozuk kıyafetli birine rastlamak neredeyse mümkün değil.
Kötü mü?
Hayır.
İnsan; düzgün, temiz giyinmeli, giydiğini İslâmî çizginin dışına çıkmadan yakıştırmalı. Saçı-sakalı da tıraşlı, düzgün, temiz olmalı. Kötü kokan çorapla camiye girmemeli, başkalarını rahatsız etmemeli.
“Kıyafet, tavsiye mektubudur.” demişlerdir. İnsan kıyafetine dikkat etmelidir.
Makul bir kıyafet, insanın normal hakkıdır. Bir-iki yedek olmasında da mahzur yoktur.
Gel gelelim; «Param var» diye veya parası olmadığı hâlde fâiz ile borçlanıp, dolaplara sığmayacak kadar elbiseler, ayakkabılar almak, her gün bir başka elbise giymek; israfın ta kendisidir. Moda diye her gördüğünü, nefsin her istediğini almak, giymek; kendini üstün görmek zihniyetinden başka bir şey değildir.
Ne kadar üstün olsan da senden üstünü vardır. Üstünlük takvâdadır; kanaat ehli, şükür ehli olmak Allâh’ın sevgisinden mahrum olmamak gerekir. Ölümün olduğunu, âhirette her yaptığının, her giydiğinin hesabını vereceğini unutmamak gerekir.
“Marka olmayan eşyayı ben giymem!” diyenlerin; giydikleri, kullandıkları eşyanın markası veya yüksek fiyatı ile övünenlerin vay hâline!
Seneler önce bindiğim bir yolcu minibüsünde birbirini tanımayan iki süslü hanım vardı. Aralarında kulak misafiri olduğum şöyle bir konuşma geçti:
“–Çantan çok güzelmiş, güle güle kullan!”
“–Güzeldir, yılan derisinden yapılmış.”
“–Markası ne, kaça aldın?”
“–Markası falanca, fakat satıcı tanıdıktı, bize ikramlı verdi. Şu fiyata aldım.”
“–Aaa taklitmiş o zaman!”
“–Hayır asıldır.”
“–Yok yok canım, asıl olsa o fiyata olmaz!”
Hulâsa inandıramadı, minibüste geçen bu olumsuz konuşma ne kadar mânidar ve muhtevâsı ne kadar lüzumsuz. Orijinal olsa ne olur, olmasa ne olur!
Maalesef bir eşya; iyi, kullanışlı, güzel olması ile değil, markasıyla, fiyatının pahalı olması ile değerlendiriliyor.
Maalesef giyimde ve ev eşyasında da israf çok. Bir tarafta bir tek cekete ihtiyacı olduğu hâlde onu bile alamayanlar, bir tarafta dolaplara sığmayan giyeceklere sahip olanlar…
Tâbiîn’den Kays bin Ebî Hâzim şöyle anlatır:
Büyük ve çilekeş sahâbîlerden Habbâb bin Eret hastalanmıştı; ziyaretine gittik. Bize dedi ki:
“Eski dostlarımız (vefat eden sahâbî arkadaşlarımız), dünyaya kapılmadan göçüp gittiler. Biz ise o kadar çok mala sahip olduk ki, koyacak yer bulamayıp toprağa gömdük!.. Şayet Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ölmek için duâ etmeyi yasaklamasaydı, Allah’tan canımı almasını isterdim.”
İslâmî fetihler olunca; bol bol ganîmetler gelmiş, zamanında çok fakirlik çeken müslümanlar zenginlikle tanışmıştı. İşte onlar bu durumdan böyle rahatsız oldular. Dünyaya kapılmaktan böylesine korktular.
İnsan eşyayı bir vasıta olarak görmeli, onu gaye hâline getirmemeli. Eşya vasıta olarak kalırsa, ona gönül bağlanmazsa, «onu elde edeceğim» diye İslâmî çizgilerin dışına çıkılmazsa, eşyada da israftan kurtulmuş oluruz.
Maddî durumu iyi olanlara da seslenelim:
Elbiselerinizi dolaplarda yıllarca bekletmeyin. Onları bildiğiniz muhtaç kişilerle paylaşın veya muhtaçları bilenlere verin dağıtsınlar, sevaba girsinler.
Ev eşyası için de böyle…
Duyduğuma göre;
Almanya’da bir âdet varmış:
Ayda bir akşam, herkes fazla eşyalarını dışarıya kaldırıma koyarlarmış. İhtiyacı olanlar yollarda gezer, ihtiyaç gördüğü eşyayı alır, evine götürür, kendindeki fazla eşyayı o da dışarı koyarmış. Bazısı da kendi evindeki eşyalardan daha iyisini görünce alır, kendisindekileri de dışarı koyarmış. Böylece ihtiyaçlar mümkün olduğu kadar giderilirmiş. Bu durum sabaha kadar devam edermiş. Sabah erken saatlerde sokakta kalanları belediyenin çöp arabaları toplar çöpe götürürmüş.
Güzel bir uygulama… İnşâallah bakarsınız bizde de olur. Bizde de bazı vakıflar bu işi yapıyor, herkes eski eşyalarını getirip vakfa veriyor. İhtiyacı olanlar da o vakıftan gelip alıyorlar. İsrafın önüne geçilmiş oluyor. Temennimiz bu hizmeti yapan vakıf veya derneklerin çoğalması ve bu hizmetin Allah rızâsı için yapılmasıdır. Bu hizmeti yapanlardan, yapmayı düşünenlerden Allah râzı olsun, diyorum.
Şunu da tefekkür etmeyi unutmayalım:
Biz alıp da kullanamadıklarımızdan, dolaplarımıza doldurup da hevesimizi aldıklarımızdan değil; sevdiklerimizden infak edebilirsek, gerçek iyiliğe, hayrın kemâline ulaşabiliriz. Öyle elinin artığını, bıktıkça sağa-sola dağıtmakla, insan gerçek mânâda hayırsever olamaz, infak ve ihsan sahibi olamaz.
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infak etmedikçe; iyiliğe, hayrın kemâline eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, Allah onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân, 92)
Biz eşyalarımızı zaman zaman vakıflara vermeyi, israftan kurtulmak için tavsiye ediyoruz. Aksi hâlde, kullanamayacağımız kadar eşyayı istifleyip, dağıtmazsak; hem infak etmemiş, hem de israf etmiş oluruz.
Rabbimiz, kalplerimizi dünya sevgisinden muhafaza buyursun. Her nimetten hesaba çekileceğimiz mahşer günü, sorgu-sualden yüz akıyla çıkabilenlerden eylesin.
Âmîn…