Hayat Yolculuğunda UNUTAMADIĞIM KARELER -5-

YAZAR : Mehmet MENCET

mehmet_mencet-yuzakidergisi-haziran2015

1988 yılı Temmuz ayında Adana Kozan’a tapulama hâkimi olarak tayinim çıktı.

Kozan, dağ etrafına kurulmuş tarihî bir ilçe. Eskiden her yerde lojman olmuyor, adliyeler yetersiz kalıyordu. Nüfusun hızla artması, şehirlerin kalabalıklaşması dolayısıyla, dâvâ sayısının artması; bina ve personel ihtiyacını karşılamıyordu. Bir yere tayin olduğumuz zaman, ilk sorduğumuz; «Lojmanı var mı?» sorusuydu. Çünkü bu günkü kadar kiralık evler yoktu. Hele küçük kasabalarda, herkes kendi ihtiyacına göre ev yaptırıyor, fazlasına gerek duymuyordu. Yüksek kira vermeye râzı olsanız bile yine de ev bulamıyordunuz. Mesleğimiz açısından da bir ev sahibimiz olsun istemiyorduk. Günün birinde mutlaka işi düşer, siz de tarafsız olamazsınız. Tarafsız olursanız da bu sefer; «Evimden çıkın!» vs. tatsızlıklar olabilirdi. Hamdolsun şimdi adliye sarayları yapıldı, lojmanlar bir hayli çoğaldı.

Kozan’daki adliye binası da oldukça küçüktü. İhtiyacı karşılamadığından kadastro mahkemesi çarşı içinde, adliyeden uzakta hizmet vermekteydi. Kulüp ve lokanta iç içeydi, alt katta da noter vardı. Yemek kokuları ortalığa yayılır, bazı arkadaşlar yemeğe oraya gelir, boş zamanlarında da oyun oynarlardı. Benden önce bir kadastro mahkemesi varmış, benimle birlikte ikincisi kurulmuş oldu. Ama geldim ki odada doğru dürüst eşya yok. Lise müdürü kendi odasını yenilemiş savcı bey de, onun çıkardığı 30 yıllık masa ile 5-6 sandalye temin edebilmiş. Onun dışında hiçbir eşyası olmayan 20-25 metrekare boş bir odayla başladık. Üstelik duruşmalarımız da orada yapılıyordu. Evden, ne gerekliyse temin etmeye çalıştım.

Sıra iş bölümüne geldi. Hâkimler Yüksek Kurulundan gelen yetkiye göre; sonu tek rakamla biten dosyaların benim, çift ile biten dosyaların da diğer hâkim ağabey tarafından yürütülmesi esas alınmış. Bu şekilde paylaşma yaptık. Ancak hâkim ağabey; son rakamı sıfır olan -toplam adedi 200-300 olan- dosyalara da benim bakmam gerektiğini iddia ediyordu. Ben, sıfırın tek rakam olmadığını anlatmaya çalıştım, bir türlü kabul etmiyordu.

“İstersen bir matematik hocasına soralım. Onu bilirkişi yapalım.” dedim. O sırada başsavcı bizi ziyarete geldi. Sıfırın çift rakam olduğunu, dosyalara onun bakması gerektiğini açıkladı. Böylece işe başlamış olduk.

İnsanlar dertlerine çare bulabilmek için mahkemeye başvurup çözümünü arıyorlar; ama bir yandan personel yetersizliği, kırtasiye, araba, bilirkişi, avukatlar, eski tapular vb. gibi birçok sebepten dolayı işler gecikebiliyor.

20 metrekare yerde duruşma yapıp, karar yazdıracağım. Öbür arkadaş, mübâşiri alıp keşfe gitmiş. Bir hanım kâtiple kaldım, avukatlar bekliyor. Dışarıdaki vatandaşı kim çağıracak? Kalkıp dışarı baktım, bir delikanlı sırasını bekliyor;

“–Gel evlâdım bize yardımcı ol.” dedim.

“–Nasıl?” dedi.

“–İsimleri ben sana okuyayım, sen de şahitleri çağır!” dedim. Böylece duruşmaları aksatmadan tamamlayabildik.

MEZARDA OKUNAN KARAR

Bir gün yaşı hayli ilerlemiş bir vatandaş; 30-40 yıl süren dâvâsından dolayı gelip gitmekten bıkmış, araziler de kıymetli. Dâvâ bir an önce bitsin istiyor, ama olmamış. Bana;

“Hâkim Bey sen yeni geldin. Benim şu dâvâmı bitir de ölmeden göreyim. Artık yaşlandım, gözüm açık gidecek…” diye rica etti. Osmanlı tapuları hâlâ geçerli, ama onu uygulayacak kişiler konuya vâkıf değiller. Osmanlıcayı okuyup anlayacak hâkimler yok. Bunları bilirkişi bulup tercüme ettirmek yıllar sürüyor. Ben de devlet adına suçluluk duydum; «Bir ay sonraki duruşmaya yetiştireyim de şu adamcağızın murâdı olsun.» diye gayret ettim. Nihayet duruşma günü geldi dâvâyı sonuçlandırdık. O kadar rica eden, o kadar arzulu olan amcayı göremedim. Niye gelmediğini merak ettim. Nihayet oğlu geldi. Babasının maalesef vefat ettiğini, ama bir vasiyeti olduğunu söyledi;

“«Eğer ben öldükten sonra bu karar çıkarsa, getir mezarımın başında oku!» dedi. «Kararı bana verirseniz mezarı başında okurum.»” dedi. Kararı verdik, vasiyeti yerine getirdi.

ABDÜLHAMİD HAN’IN TAPUSU

Tarih ve hâdiselerde gerçekler zamanla ortaya çıkıyor. Adana ve diğer ilçeleri, Kozan, İmamoğlu etrafındaki köyler, Suriye’ye kadar olan geniş ve verimli araziden Osmanlı zamanında yahudiler gelip toprak satın almaya başlıyorlar. Cennetmekân Abdülhamid Han; ileriyi gören, firâsetli, vatanperver bir padişahtı. Hâdiseyi fark etmiş ve sâbit sınırlarla, tevile imkân bırakmayacak şekilde; Ceyhan Nehri, Anavarza Kalesi, Adana telgraf hattı, Kozan-Adana yolu, İmamoğlu ve etrafını içine alacak şekilde tespit ettirmiş, tapu kaydını yaptırmış. Ancak bu tapunun 1950’lerde farkına varılmış ve bu tapunun uygulamasına da 1980’lerde kadastronun gelmesiyle, yeniden ölçülmesiyle başlandı. Tapu kaydı bütün Çukurova’yı içine alacak şekilde tesis edilmiş, kıymetli tarım arazilerinin yabancıların eline geçmesine hukuken mâni olunmuş. Yabancıların; sistemli, hissettirmeden Türkiye’yi etki alanına alma çabasına karşı; herkesin gücü oranında, bir hizmete, gayrete katılması gerekmez mi?

Ne yapacaksak elimizle yapalım. Arkaya kalınca ne olur ne olmaz… Âhiret azığını hazırlarken biraz da acele etmeli; ölüm ne zaman gelir, hangi işimiz yarım kalır bilemeyiz, hep; «Yarın yaparım.» deriz ama yarın bize gelmeyebilir.

Lojmana yakın bir yerde cami vardı, çifte minare. Ama üst kata çıkılacak merdiveni yok. Bilhassa Ramazan’da hanımlar ve çocuklar üst kata çıkmak için minarenin merdivenini kullanmak mecburiyetinde kalıyorlar, çok zorlanıyorlardı. Camiyi yaptıran kişi, henüz bitiremeden vefat etmiş. Evlâtları da ilgisiz kalmışlar. Hep beraber, dışarıdan üst kata merdiven yapılmasına karar verdik, nazımızın geçtiği herkese haber verildi. Bir gün baktım ki masamın üzerinde bir hayli para var;

“–Bunlar nedir?” diye sordum. Dediler ki;

“–Efendim kulüpteki yemeğe gelen arkadaşlar verdiler, minare için…”

Elhamdülillâh merdiveni, o yıl Ramazan’a kadar bitirdik.