İslâm’ın Var Oluş Savaşı BÜYÜK BEDİR GAZVESİ

ŞAİR : SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

Büyük, birinci gazâ, hicretin ikinci yılı,
Bedir cihâdı ki, Allah katında en şanlı!

Zaman o dem, Ramazan günlerinde ukde idi,
Medîne nurlu, henüz Mekke şirk içinde idi.
Elinde bin deve, emrinde yüklü bir kervan,
Gidip ticârete Şam’dan dönen Ebû Süfyan;
«Yasakladık!» dedi; «Biz haccı, ehl-i îmâna,
Yapar misilleme onlar da şimdi kervâna.”
Haber uçurdu bu kaygıyla saldı Mekke’ye dert:1
“–Yol üzre tehlike altında mal ve can, nice fert.”
Bağırdı Mekke’de Damdam, telâşla haykırdı:
“–Muhammed ordusu kervânı bastı, saldırdı.
Dağıldı kāfile imdat, koşun, fenâ bu durum,
Yetişmeniz ona mümkün mü, pek de sanmıyorum.” 2
Yok etti aklını müşriklerin bu mal ve masal,
Adam toparladılar, ordu kurdular derhâl.
Donattılar iki yüz atlı, hepsi öfke seli,
Donattılar yedi yüz kanlı rûhu, hep develi.
Dokuz yüz elli veyâ bin civârı hâinle,
Ebû Cehil yola yüklendi Mekke’den kinle,
Bütün ekâbiri şirkin, o denli hırçındı,
Kuduzdu her biri bir zorbalıkta çın çındı.
Beterdi câriyeler, çatlıyordu şarkı ve tef,
Güyâ yenip edeceklerdi müslümânı telef!3

Medîne’den yola râm oldu şanlı Peygamber,
Yanında üç yüz on üç kahraman sahâbe nefer.
Üç atlı sâdece yetmiş kadar yiğit develi,
Yayaydı tam iki yüz kırkı, anla ahvâli!4
Küçük de vardı büyükler de yaşlılar da o gün,
Çetin de vardı cılızlar da, buydu ordu bütün.
Fakat yıkılmayacak dağdı her birinde yürek,
Nebî’ye her biri kurbandı, gıpta etti felek.
Yol üzre bindi üçer zat, sırayla bir deveye,
«–Sen ey Nebî!» dedi ashâbı; «Ey büyük gāye,
Sen inme, bin; yürürüz biz Sen’in sıranda dahî!»
Buyurdu Gül: «–Yürümek bahsi ömrümün şerhi;
Şu çölde yok buna benden ziyâde tâkatiniz,
Sevap kazanma husûsunda aynıyız hepimiz,
Değil ki bende sevâb ihtiyâcı, sizden az!»5
Buyurdu: «–Bir de bugün güç gerek, oruç olmaz!»

Geçerken ordu Akik vâdisinden oldu gelen,
Görüştü, sordu Nebî: «–İştirak bu harbe neden?»
Hubeyb açıkladı: «–Hem komşu, akrabâyız biz,
Ganîmet üzre geliştir bu!» Sordu Serverimiz:
«–Hudâ ve elçiye ettin mi ey Hubeyb îman?
İnanmadıysan eğer hiç yorulma, dön buradan,
Unutma, istemeyiz şirk içinde yardımını.»
O saf yiğit dedi: «–Ben bir bahâdırım ki, tanı,
Açar adım bile düşmanda pek derin yaralar!
Savaştır uğruna!» «–Hâyır!» buyurdu Hazret-i Yâr:
«–Bu safta hamle için, önce dîne girmelisin!»
Diretti durdu Hubeyb, aynı reddi aldı kesin.
Uyandı sonra küçük ordunun büyük yönüne,
Bu kez, çağıldadı hayrân, O Server’in önüne:
«–Şu an, inandım evet ben de yâ Rasûlâllah!»
Sevindi Hazret-i Ahmed, buyurdu nûr-i sabah:
«–Sen işte şimdi ne istersen öyle yap, haydi!»6
Yol aldı Bedr’e azîz ordu, hepsi mü’mindi.

Bu hamle, hacca izin vermeyen Kureyş’e niyet,
Misillemeydi ve kervan da bir nümûne diyet.
Fakat bu hak işe müşrikler ordu yolladılar,
Karâr-ı harp diye kervan, bahâne kolladılar!

Geçip bu sâyede sâhil taraf Ebû Süfyan,
O an dediyse de: «–Kurtuldu topyekûn kervan,
Gelin, dönün geri artık bu maksad oldu tamam.»
Ebû Cehil dedi: «–Ben Bedr’e gitmeden duramam,
Biz üç gün ordayız artık, bizim bu şan, ancak,
Ne şarkılar okuyup şuh kadınlar oynayacak.
Civarda cümle Araplar da karşımızda bugün,
O denli titreyecek; haydi, durmayın, yürüyün!»
Duyup da bunları, vah çekti çok, Ebû Süfyan:
«–Baş olma hırsı yüzünden azıtmadır bu ziyan!»7
Derin bakıp gelişen hâle, sordu Peygamber:
«–Karârınız ne, ya kervan hedef, ya ordu-yu şer?»
Ebûbekir ve Ömer, tüm muhâcirîn adına,
Konuştular: «–Hazırız biz bu harbe dîn adına!»
Soruldu Ensar’a, Mikdad da kalkıp etti beyan:
«–Ey Allah elçisi, uğrunda cümlemiz kurban,
Yahûdiler gibi; ‘Rabbin ve Sen savaş!’ demeyiz,
Biatta verdiğimiz söz bu, Sen’leyiz hepimiz.
Sağın, solun, önün, ardında, kalkanız gelene,
Savaş için hazırız biz, yolunda tâ ölene…»8
Konuştu ayrıca Sa‘d bin Muaz da pür heyecan,
Ayakta en diri aşkın diliyle etti beyan:
«–Biz eyledik Sana îman ki, yâ Rasûlâllah,
Getirdiğin yüce Kur’ân’a hak dedik billâh!
Kabul buyur, Sana tam ittibâya öz verdik,
Bu ten ve cânı ebed, biz fedâya söz verdik!
Berâberiz ebediyyen Sen’inle ey Ankā,
Yemînimiz, Sen’i Peygamber eyleyen Hakk’a!
Nasıl dilersen o sûrette ferman eyle bize,
Çekinmeyiz, gireriz biz, girin desen denize!
Sen’inle ok gibi her hamlemiz bizim ileri,
Kasem bu, hiçbirimiz kalmayız bu yolda geri!»9

Sevindi Hazret-i Ahmed, hayır duâ ederek,
Buyurdu: «–Müjdeler olsun, o hâlde sizde yürek,
Bu başka bir berekettir, Hudâ verir, yürüyün,
Bu cepheden biri va‘doldu, hamle belli bugün.
Şu müşrik ordu nasıl devrilir görür gibiyim,
Yeminle, kim düşecek nerde, bilgi sâhibiyim.»10

O müşrik ordusu gelmişti içlerinde mezar,
Temiz Bedir sularından uzak konakladılar,
Ebû Cehiller azap cephesinde kaldı susuz,
Bütün su kaynağı mü’min tarafta oldu havuz.
Yanıp da karşı taraftan gelenler oldu suya,
Sahâbe onlara set çekti, şüphelendi huya.
Bu hâli gördü de ferman buyurdu Peygamber:
«–Kerem budur, bırakın, âfiyetle içsinler!»11
Görülmemiş yüce bir muhteşem kerem idi bu,
Bu şan, savaşta da tam bir hidâyet üslûbu!
Sonunda, en katı vicdânı, kalbi, aklı bile,
O denli tam eriten bir fetih bu, fark eyle!
Nebî, hayat diye her bağra bir tohum ekti,
Bütün murâdı o kalbin, gönül diriltmekti.
Ve karşı cepheye gönderdi son defâ Ömer’i,
Kureyş’i eyledi îkaz; «–Gidin dönüp de geri!
Bilin ki, sizle savaş arzu etmeyiz, el-hak,
Sevimlidir bize bir başkasıyla çarpışmak!»
Hizâm’ın oğlu; «–Pek insaflı davranış bu!» dedi:
«–Kaçırmayın bunu, derhal kabûl edin, şimdi!
Ne şüphe, sonra bu insafta davranılmaz olur!»
Ebû Cehil ise derhal bu fikre attı çamur:
«–Öç almadan geri vallâhi dönmeyiz buradan,
Savaş bu, hadleri bildirmemiz gerekli şu an!
Ne gözcüler çıkabilsin, ne ordu karşımıza,
Bu fırsat ün bize, kervânımız ve marşımıza!»12
Ebû Üsâme ve Vehboğlu, ehl-i İslâm’ı,
Dolaştılar, dediler: «–İşte onların nâmı!
Tamâmı ölmeye gelmiş, dönüş kederleri yok,
Siper, kılıçlarıdır, hem zırhı, miğferi yok!
Süvâri az, deve az, asker az, hazırlık az,
Fakat yürekleri müthiş, bu ordu alt olmaz!»13

Savaştan öncesi İslâm safında buydu duruş,
O dem, yiğitlere ilk imtihan, nefiste vuruş.
Elemdi zor yürünen kum, azaldı bir de sular,
Elinde vesvese şeytan da üflüyordu zarar.
Harıl harıl idi, mü’min tarafta korku için,
Diyordu: «–Karşı taraf öyle güçlü, siz ne hazin!»
Şükür ki, gökleri yağdırdı Rabbimiz o gece,
Edip zemin kumu sağlam, sular çoğaldı nice!
Hudâ, sahâbeye bahşetti hem özel uyku,
Şuur ve kalbi pekiştirdi, sızmadan korku.14
Buyurdu Hak: «Sizi Allah bir emniyet olarak,
Hafif bir uykuya daldırdı lutfedip ancak;
Pekiştirip sizi kalben, arıttı her irini,
Temizleyip içinizden de şeytanın kirini;
Sizin ayaklarınız kaymasın deyip yolda,
Semâdan özge su yağdırdı rahmetiyle Hudâ!» (el-Enfâl, 11)
Bu lutfa şükrederek secde etti Din Senedi:
Geçirdi vaktini her an niyazda, şöyle dedi:
«–Bu gönle va‘dini Rabbim, getir bugün yerine,
Zafer bağışla, inâyet buyur bu kemterine!
Bu ehl-i dîni helâk etme, yoksa ey yüce Hak,
Cihanda tek Sana kullukta kimse kalmayacak!»
Açıldı elleri tâ Arş’a, öyle, filvâkî,
Ridâsı düştü omuzdan, Ebûbekir dedi ki:
«–Bu yalvarış yeter ey Hak Rasûlü, sil gözünü,
Hudâ, kesin tutacaktır yegâne hak sözünü!»

Fakat O, tüm gece yalvardı Hakk’a, kıldı namaz,
Şafak sökünceye, yaş döktü, zerre yatmadı az.
Sabâhı kıldırıp; «–Ey nas, cihâda haydi!» dedi.15
Ok elde orduyu bizzat düzenleyip kendi;
«–Hizâya gel!» dedi saftan çıkan Sevâd’a O Gül,
Okuyla göğsüne azcık dokundu, yandı gönül,
Konuştu: «–Cânımı yaktın bu çok elem verdi,
Kısas gerek; Sen’i Allah ki hakla gönderdi!..»
Hemence göğsünü Peygamber açtı, Ensar da;
«–Dur ey Sevad!» dedi: «Vazgeç, O can, Rasûl-i Hudâ!»
Sevad çağıldadı: «–Herkes eşit bu hâlette,
Ve kimse kimseye üstün değil adâlette!»
Rasul de; «–Haydi kısas yap!» buyurdu, koştu Sevâd,
Uzattı boynunu göğsünden öptü, coştu Sevâd!
O gönle sordu Nebî: «–Ey Sevad, bu hal ne için?»
O bahtiyar dedi: «–Az sonra hak yolunda Sen’in,
Çetin savaş olacak, istedim ki son ânım,
Sen’inle olsun Efendim, bu yolda kurbânım!..”16
O gün cumâ, Ramazân on yediydi târihte,
Bedir’de yüz yüze saf tuttu ordular, işte;
Babayla ayrı taraftaydı oğlu, hem amca,
En akrabâ kişiler, geldiler kılıç kılıca.
Rakipti oğlu Ebûbekr’e, kim nasıl çilekeş,
Ubeyde’nin baba hasmıydı, Hamza’nın kardeş!
Bu tablo, sergilenen çok büyük bir ibretti,
Bütün hakîkati, hikmet içinde hikmetti.

«Sizin için, dedi Mevlâ; Bedir’de hikmet var,
Şu karşılıklı taraflarda bin bir ibret var!
Tarafların biri Allah yolunda çarpışan -ok-,
Küfür taraf onu görmekte kendisinden çok.» (Âl-i İmrân, 13)

“Çıkıp da memleketinden Hudâ’ya engel için
Çalım satan şu riyâkâr gürûha benzemeyin!
Kuşattı hepsinin Allah, tüm işlediklerini,
Şu var ki; süsledi şeytan, ne yapsalar, şerini;
«–Evet, bugün.» dedi: «İnsanların içinden hiç,
Tabî ki, yok size gālip olan da zâten hiç!
Sizin taraftayım elbette ben de hep!..» Derken,
Gelen tarafları meydanda gördüğünde hemen,
Çevirdi yüz, dedi: «–Sizden bu işte ben uzağım,
(Yakar sonunda benim göz kamaştıran tuzağım)!»
Neler ki görmedeyim, görmüyorsunuz belli,
Benim bu korkum o Allah, azâbı şiddetli.»” (el-Enfâl, 47-48)

Kibirlenip buna rağmen kabardı müşrikler,
Nasıl böbürleniyorlardı elde kirli hüner.
Gurur bu, sandı, yenilmez bir ordu kendileri,
Buyurdu Hazret-i Allah, duyurdu hak emri:
«Ne şüphe, Hak yolu engellemek için ancak,
Ne mallar ehl-i küfür harcıyor ve harcayacak!
Fakat sonunda bu onlar için yürek acısı,
Kesin yenik düşecek en sonunda her şahsı.
O hep inatçı olanlar küfürlerinde yine,
Netîce sevk olacaklar cehennemin içine!..» (el-Enfâl, 36)
Bu cilvelerle, ne hâllerle doldu taştı Bedir,
Hayır ve şer, hiç uyuşmaz, bahâne başka nedir?
Bu çölde, geldi taraflar kanıyla terlemeye,
Sonunda başladılar kaynayıp ilerlemeye!

O şirk gürûhu, gürültüyle yaklaşırlarken,
Sükûn içinde Nebî’nin duyuldu emri hemen:
«–Bu yerden Arş’a genişlikte ihtişamlı bağa,
O kutlu cennete girmek bu, kalkınız ayağa!»
«–Onun genişliği yerden semâ mı?» sordu Umeyr,
«–Evet.» buyurdu O Server. «Ne hoş!» diyordu Umeyr.
Nebî; «–Niçin?» dedi: «Dersin sen öyle?» coştu yürek:
«–Benim o cennete vallâhi maksadım, girmek.
İçimde başka niyet yoktur ey Rasûl-i mübîn!»
Tebessüm etti Nebî: «–Sen de ehl-i cennetsin!»17

Öbür tarafta hücum hâli, her çeşit kirle,
Bizim tarafta hücum, besmeleyle, tekbirle;
O gün mübâreze, temsildi güçlü bir duruşa,
Çıkardılar iki yandan üçer yiğit vuruşa.
Vuruşmalar teke tek, karşılıklı az sürdü,
Ubeyde, Hamza, Alî, üç rakîbi öldürdü.
Fakat kesikti dönerken Ubeyde’nin ayağı,
Göründü Hazret-i Mahmûd’a cennetin bâğı;

Buyurdu: «–En yüce, sonsuz makāma erdin Sen!»
Ubeyde uçtu şehîden, ne mutlu en önden!18

Bedir’de gitgide yaklaştı ordular, toptan,
Müsâde etmedi Ahmed hemen hücûma o an;
Rakipte böylece; «Kervan ki geldi geçti.» diye,
Savaşmak istemeyenler, çoğaldı bir düziye.
Ağır yenilgisi, zâten açık mübârezenin,
Ölümcül endişe olmuştu her birinde derin.
Ebû Cehil de tedirgin hemen telâşla dedi:
«–Ölüp giden iki-üç şahsa bakmayın, haydi!»19
Bu sözle ehl-i küfür, geçtiler taarruza tüm;
Savaş ki, başladı, artık kesintisizdi ölüm.
Değişti çehresi arşın, değişti hâli yerin,
Ve zulme karşı ziyâ, dalgalandı Allah için.

«Hücum!» deyince Nebî, Hak nidâsı yükseldi,
Gürül gürül nice Allah sadâsı yükseldi.
En önde koşturarak harbe girdi Peygamber,
Buyurdu: «–Hamle edin, ey sahâbe, vakt-i zafer!»
«-Bugün- hezîmete onlar, o kitle uğrayacak,
Sonunda hep kaçacak hepsi sırt dönüp ancak!» (el-Kamer, 45)
Sahâbe ordusu coştukça coştu, bastırdı,
Yiğitler öyle ki, ellerde çok kılıç kırdı.
Çoğaldı şiddeti harbin, vuruş çetinleşti,
Çetinleşince taraflar, savaş derinleşti.
Ne kahramandı o gün, en yiğit Rasûl-i Hudâ,
O denli esti ki rüzgâr misâli her kanada;
Cesâret üstüne bambaşka bir hüner dokudu,
O gün şu âyeti tekrâr edip de çok okudu:

سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ
«-Bugün- hezîmete onlar, o kitle uğrayacak,
Sonunda hep kaçacak hepsi sırt dönüp ancak!» (el-Kamer, 45)
Bu muhteşem vaadin sonrasında Din Senedi,
Bedir şehidleri hakkında müjdeler verdi:
«–Sebât edip de bugün kim şehid düşerse, onu,
Cenâb-ı Hak, edecek cennet içre, -müjde sonu-.
Hazır o cennet-i Firdevs, o bağ, şehidler için,
-Bugün şu anda bu fırsat-, hücum ve hamle edin!»20
Sahâbiler ile şahlandı şanlı Peygamber,
O oldu her yana derhal koşan, en önde nefer!
O her hücûma siper oldu, kendisiydi fedâ,
O gün diyor ki Alî: «–En belâlı anlarda,
«Hemen koşup sığınırdık Rasûl’e biz mecbur;
O en metindi o düşmâna en yakın ve cesur!»21
Berâ diyor: «Hele vallâhi, bir kızıştı mı cenk,
Rasûl’e biz, sığınırdık… Eğer hizâsına denk,
Duran olursa, diyorduk cesâret ehli şu er!»22
O’nun civârı, cinandır; cihâna, câna değer!
O gün, o çölde, harâretlenince çarpışma,
Savaş bu, gitgide zorlaştı her nefes, ammâ;
Hudâ melekleri gönderdi Bedr’e yardım için,
Melekler ordusu bin, üç bin oldu, hem beş bin!
Nebî buyurdu: «–Budur müjde, işte Cebrâîl;
Başında nûr atının pür silâh, medet bu delil.»23

Rasûl O, aldı da yerden avuçla taş, bir ara,
Savurdu; «Yüzleri olsun», buyurdu; «hor ve kara!»24
Kasırga çıktı o an, esti zulme, şiddetli,
Bu etti göz gözü görmez, bu hamle dehşetli.
Ebû Cehil, şaşırıp döndü âdetâ deliye,
Bağırdı: «–Biz yeneriz, bizde intikam gāye!
Bugün için beni annem doğurdu, gür bu avaz,
Nedir ki şuncası, hiç kimse benden öç alamaz!»25
Onun cezâsını, Avfoğlu anlatır şöyle:
“Sağım-solum, iyi baktım Bedir’de kim benle,
Durur idim, iki genç ortasında ensardan,
Savaşta oysa dilerdim yanımda güçlü civan.
Duyurmadan biri seslendi, kendi şânınca:
«–Tanır mısın sen Ebû Cehl’i, göster ey amca!»
«–Evet!» dedim: «Tanırım, sen niçin sorarsın onu?»
O genç coşup dedi: «–Duydum ki küfrün ön ve sonu,
Tutup Rasûl’e sövermiş, bugün görürsem eğer,
Yemin bu, ben ya o, can vermeden demem bu yeter!»
Onunla aynı kelâm etti fark edip diğeri,
Yanımdalar diye şâd oldu rûhumun ciğeri.
İlerde gördüm Ebû Cehl’i karmaşık deste,
Dedim: «–O sorduğunuz mendebur adam, işte!»
Kılıç çekip ona koşturdular, o genç ikili,
Geçirdiler ne kılıçtan hemen Ebû Cehil’i.
Muaz bin Amr ile onlar Muaz bin Afrâ’ydı…”26
Bu yanda can sözü hay, karşı yanda hep vaydı!

Nebî, buyurdu o esnâda eyleyip de merak:
«–Ebû Cehil acabâ hangi hâlde, kim bakacak?»
Hemen bu isteğe koşturdu İbn-i Mes‘ud bu,
Harıl harıl arayıp durdu nerdedir o tabu!
Diyor ki kendisi: “Buldum son anlarında iken,
Hışımla taş gibi bastım ayakla boynuna ben.
Dedim: «–Be Allah’a düşman, yerin Ebû Cehil’i,
Sonunda bak seni Hak, etti varlığın zelili!»
Esefle inledi: «–Sen şimdi ey koyun çobanı,
Çetin ve güç yere çıkmışsın atmadan tabanı,
Bırak da bunları, sen söyle kimdedir devran?»
Dedim: «–Hudâ ve Rasûlü’ndedir bugün yüce şan!»
Nasıl kudurdu fakat, geldi işte vakt-i ölüm,
O hasmı, kendi kılıncıyla kestim öldürdüm.
Hemen sürûr ile Peygamber’in koşup yanına,
Dedim: «–Kesip başı son verdim erzelin canına!»
Şükürler eyledi Ahmed, buyurdu gönlü derun:
«–O baş, bu ümmete olmuştu en beter firavun!»27

Küfürde öldürülenler sonunda yetmişti,
O şirkin ordusu toptan kaçıştı, bitmişti.
Güyâ yenip biçeceklerdi ehl-i İslâm’ı,
Kızıl şarap içeceklerdi, içtiler dâmı.
Sonunda câriyeler şarkı söylemek yerine,
Hüzünle ağladılar yas tutup da hâllerine.
Bakın; bırakmadılar doymayan gururlarını,
Cehennemin yine doldurdular çukurlarını!
O yanda bir sürü dil, bir yığın rezil soldu,
Bu yanda sâdece on dört isim şehîd oldu!

Bedir’de öğle olurken gönül sabâhı gibi,
Zafer, bu ümmeti şâd etti, tekrar etti Nebî:
«–Dedim: ‘Hezîmete onlar, o kitle uğrayacak,
Sonunda hep kaçacak hepsi sırt dönüp ancak!’» (el-Kamer, 45)
Ömer diyor ki: «–O gün anladım bu âyeti ben,
Açıkça önceden Ahmed, tilâvet eylerken,
Diyor idim: ‘Acabâ kim yener de kim yenilir?’
Fakat Bedir günü gördüm, Nebî bu şerhi bilir!
Bu ince şerhi O’nun sâyesinde öğrendim,
Bu muhteşem zaferin gāyesinde öğrendim…»28

Bedir, ne şanlı zafer, son hidâyetin sesi o,
O gün kılıç bile «Allah!» diyordu, müjdesi o!
O müjde, şanlı Bedir, tüm zaferlerin nefesi,
Yok olmayan, var oluş rûhunun mücâdelesi!
Ne muhteşem o Bedir, Hak Nebî, bizim iledir,
O tüm zaferlere devranda şanlı besmeledir!
Müyesser olduğu an yeryüzünde böyle zafer,
Edeple hamd ü senâ, secde etti Peygamber!
Ve ehl-i dîni kibirden uzakta tutmak için,
Hudâ buyurdu peşinden bu muhteşem zaferin:

«O attığın vakit aslında atmadın hiç Sen,
Fakat ki attı Hudâ, ey Nebî o an zâten.
Kesin bu, hiç sizin öldürmeniz değil onlar,
Bilin ki, hepsini Allah’tır öldüren Kahhâr!
Bilin, sebep şu; güzel bir keder, belâ vererek,
Onunla her inanan halkı, bir güzel denemek!
Ne şüphe, hep işitendir, bilendir Allâh O!» (el-Enfâl, 17)
Yegâne sâhibi her kudretin O, billâh O!..

Diyor ki Bedr’e katılmış olan Ebû Dâvûd:
«İçimde müşriği kırmaktı kaynayan maksud,
Bir ismi tâkibe aldım, bırakmadan savaşı,
Fakat henüz kılıcım değmemişti, düştü başı!
Kim öldüren onu, sezdim, benim dışımda biri…»29
O bir melekti, bu yardım da Rabbimin emri.”
Huvaytıb anlatıyor: «Ben Bedir’de müşriktim.
Gelen melekleri gördüm semâ ve yerde cesim.
Kureyş’i katlediyorlardı, düştü kalbime kor,
Dedim ki Ahmed’i Allâh özel ve tam koruyor!
O gün bu mûcizeden ehl-i şirke yağdı ölüm,
O anda kimseye bahsetmedim, neler gördüm.»30

Açıkça işte bu maksattı, Rabbimin dileği,
Biner biner, O ki, gönderdi lutfedip meleği;
Yegâne kudreti görsün de göz, yalanlamasın,
Akıl da Hazret-i Allâh’ı yanlış anlamasın!
Gönül de gün gibi fark eylesin, hakîkat bir,
Beşer Muhammed’e koşsun, çağıldasın tekbir!
Ve bir de; ümmet-i İslâm’a, en zayıf anda,
O denli şanlı büyük bir zafer ki, verdi Hudâ,
Gören desin bu hüner, şüphe yok ki Allâh’ın,
Hasım da, yolcusu olsun yegâne dergâhın.
Sebep bu, en zayıfın muhteşem kazanmasına,
Hasımların bile şeksiz görüp inanmasına!
Cihâdı, sır dolu hikmetlerin beyânı, Bedir,
Yegâne kim ise, gösterdi kahramânı, Bedir.
Bedir, o gazve-i din, vâr oluş mücâdelesi,
Ne rütbe kıymeti, Cebrâil’in de sordu sesi:
«–Bedir sahâbesi hakkında fikriniz nicedir?»
Nebî buyurdu: «–Bu ümmet içinde en yücedir!»
Buyurdu Rûh-i vahiy: «–Bizde öyledir aynen,
Bedir melekleri üstün diğer meleklerden!»31

Zafer sonunda Nebî, orda kaldı tam üç gün;
Bu âdetiydi O’nun, devreden üçüncü günün,
Nihâyetinde hazırlık yapıldı dönmek için,
O an Nebî yaya bir halde doğrulup lâkin,
Savaş mahalline dek hiç konuşmadan yürüdü,
Hemen peşinde de ashâbı bir merak bürüdü.
Düşündüler: «–Gidiyordur bir iş için kendi!»
Nebî, gidip ölü müşriklerin başında dedi:
«–Ümeyye, Utbe ve sen ey Ebû Cehil, Şeybe,
Rasul ve Hakk’a itâatle etseniz tevbe,
Sizin için daha âlâ ve hoş değil mi idi?
Şu anda Rabbimiz’in bizde çıktı hak va’di.
Ya sizde, Rabbinizin va’di doğru çıkmadı mı?»
Şaşırdı sordu Ömer, seyredip bu encâmı:
«–Konuştunuz mu o ruhsuz donuk cesetlere siz?
Şu leş duyar mı, cevaplar mı yâ Nebî, ne bu giz?»
Nebî açıkladı: «–Vallâhi hepsi sizden tez,
Ne söylesem işitir tam, fakat cevap veremez!»32

Şu sözle geldi savaş bittiğinde Cebrâil:
«–Sen’in için bana fermân-ı Hak bu, ey Kandil:
Yanında olmamı emretti, şâd oluncaya dek,
Şu anda râzı mısın, söyle ey keremli yürek?»
Nebî sevindi; «–Evet râzıyım!» buyurdu hemen,
Semâya döndü o an, en büyük melek yeniden! 33

Çekildi besmele artık Medîne yollarına,
O Bedr’i anla da Seyrî, zafer götür yarına!..
1 İbn-i Hişâm, II, 244; Vâkıdî, I, 27-28.
2 İbn-i Hişâm, II, 244-247; Vâkıdî, I, 29-31
3 Vâkıdî, I, 31-39; Buhârî, Menâkıb, 25;
İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 294-295.
4 Vâkıdî, I, 23-24; İbn-i Hişâm, II, 250-251;
İbn-i Sa’d, II, 12.
5 İbn-i Sa’d, II, 21; Ahmed, I, 422.
6 Müslim, Cihâd, 150; Tirmizî, Siyer 10/1558;
Vâkıdî, I, 47; İbn-i Sa’d, III, 535
7 Vâkıdî, I, 43-45; İbn-i Hişâm, II, 258
8 Buhârî, Meğâzî, 4; Tefsîr, 5/4
9 İbn-i Hişâm, II, 253-254
10 Müslim, Cihâd, 83; Vâkıdî, I, 48-49;
İbn-i Hişâm, II, 253-254
11 İbn-i Hişâm, II, 261
12 Vâkıdî, I, 61-65
13 Vâkıdî, I, 62
14 Taberî, Tefsîr, IX, 256-261.
15 İbn-i Huzeyme, II, 52; Ahmed, I, 117.
16 İbn-i Hişâm, II, 266-267; İbn-i Sa’d, II, 15-16.
17 Müslim, İmâre, 145; Ahmed, III, 137
18 Vâkıdî, I, 69-70)
19 Vâkıdî, I, 71
20 İbn-i Hişâm, II, 267-268
21 Ahmed, I, 86
22 Müslim, Cihâd, 79
23 Buhârî, Meğâzî, 11
24 İbn-i Hişâm, II, 267.
25 İbn-i Hişâm, II, 275
26 Buhârî, Meğâzî, 10; Müslim, Cihâd, 42)
27 Buhârî, Meğâzî, 12; Ahmed, I, 444;
İbn-i Hişâm, II, 277; Vâkıdî, I, 89-90)
28 İbn-i Sa’d, II, 25; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 312)
29 Ahmed, V, 450)
30 Hâkim, III, 562/6084)
31 Buhârî, Meğâzî, 11
32 Buhârî, Meğâzî, 8; Müslim, Cennet, 77)
33 Vâkıdî, I, 113; İbn-i Sa’d, II, 26-27)
vezni:
mefâilün / feilâtün / mefâilün / feilün
(fa’lün)

21 Nisan 2015, Salı, 18:08
Yüzakı / Sancaktepe / İSTANBUL