HÜRMET Mİ EZİKLİK Mİ?

YAZAR : Medet BALA balamedet@hotmail.com

medet_bala-yuzakidergisi-mayis2015

Son yıllardaki umre ziyaretlerinin aşırı kalabalık olduğu, Mekke’de, Medine’de izdihamların yaşandığı; her umrecinin ilk bahsettiği konulardan.

“Âdeta hac gibiydi, bir tavaf saatler sürüyordu, namaz aralarında Kâbe’den çıkılamıyordu, giriş-çıkışlarda ezilme tehlikeleri oluyordu…” denilerek bu sıkıntılar anlatılıyor. Bütün bu sıkıntılara rağmen Beytullah âşıkları, Rasûlullah muhabbetlileri, aşklarını, heyecanlarını ziyadeleştirmek için fırsat bulduklarında o mukaddes mekâna akın akın gidiyorlar. Türkiye’den de çok büyük talep olduğu biliniyor. Özellikle okulların ara tatiline denk gelen dönemlerin daha yoğun olduğu gözlemleniyor. Türkiyeli umrecilerin çokluğunda sömestri dönemlerinde uygulanan öğretmen-öğrenci-veli programlarının da etkili olduğu belirtiliyor.

Bu güzel ve mutlu olunacak bir durum. Gençlik çağında öğretmenleriyle veya ebeveynleriyle mukaddes topraklarda olabilmek, oraların mânevî iklimini solumak, Sevgili Peygamberimiz’in ve güzîde ashâbının yaşadığı yerlerde onlarla gönül bağı kurabilmek, kalp birlikteliği yaşayabilmek eğitim açısından da mânevî gelişim açısından da son derece önemli bir fırsat. Bu fırsatları iyi değerlendirmek, mânevî istikbâli kazanma açısından çok mühim bir hâdise.

Buna öyle çok ihtiyaç var ki anlatılamaz. Çünkü cemiyette gençleri dejenere edecek, zihinlerini, kalplerini ifsat edecek her şey ortada. Gençlerimizin vakitlerini geçirdiği alanlar, maddî ve mânevî gelişimlerini sağlayacak, onlara yardımcı olacak mekânlar, müesseseler ise oldukça az. Okullarımızda da her şey istenildiği gibi değil. Düzelmesi için hem zamana, hem de daha çok gayrete ihtiyaç var.

Bu umre seyahatlerine katılan bir dostum, gözünün önünde gerçekleşen iki olayı şaşkınlık ve üzüntü içinde bizlere anlatırken gözleri yaşardı.

Ben sadece bir tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum diyerek şunları anlattı:

Geri dönüş yolundaydık. Umrelerimizi yapmanın verdiği huzur ve oraların mânevî hazzının henüz taptaze olduğu bir hâl içindeydik.

Ancak havaalanındaki durumlar gittikçe sinirleri geriyordu. Uzun bir rötar olacağını söylediler. Kalabalık, sıra, kuyruklar, işlemler derken son salona giriyoruz. Herkes yorgun ve gergin.

Kafiledeki öğrenci gruplarından bazılarının zaman zaman sabır sınırlarını zorlayan davranışları, ukalâca konuşmaları dikkat çekiyor.

Salona girebilenler, kendilerini oturakların üzerine atıveriyor. Gençler de kendilerine birer koltuk bulmuşlar arkadaş gruplarıyla oturuyorlar.

İki delikanlı üçlü bir koltuğa yayılmışlardı. Bir diğer arkadaşları çantasını bırakıp başka bir yere gitmişti. Tam o sırada yaşlı bir çift geldi. Gencin çantasını biraz kenara koyarak oturmak üzereydi ki delikanlı orada bitiverdi:

“–Amca orası benim yerim.” diyerek oturmasına müsaade etmedi. Adamcağız hiç itiraz etmeden mânidar bir bakış attı ve;

“–Öyle mi evlâdım, sen oturmana devam et.” diyerek ellerindeki çantalarla başka koltuk aramaya gitti.

Her şey çok kısa bir zamanda oluvermişti. Ben kendisine yer teklif etmeye kalkmıştım ama, amca oradan kafasını sallayarak çoktan uzaklaşmıştı. Delikanlıya bir ders vermek istedim. Hattâ iki tane patlatmak istemedim desem yanlış olmaz. Ama yeni bir gerginliğe sebep olacak diye sabır sınırlarımı zorladım. Yine de kendisine bakarak «yazık» diyebildim.

Yanındaki arkadaşı ona;

“–Yanlış yaptın, öyle söylenir mi? O senin deden olsaydı öyle mi yapardın?” gibi cümlelerle itiraz etti.

Delikanlının verdiği cevap daha enteresandı:

“–Burası benim hakkım. Hakkımı kimseye yedirmem. Niye ezik olayım!” gibi cümleler kuruyordu. Sonra bacak bacak üstüne atıp elindeki telefona dalarak kendi dünyasına geri döndü.

Bu ve benzeri olaylar; toplumun her kademesinde hem de dindar dediğimiz muhitlerde bile, her an yaşanabilmekte. Bundan da ebeveynler, eğitimciler, duyarlı ve sorumluluk sahibi olan herkes ciddî derecede rahatsız.

Hürmet etmek, saygı göstermek, yardım etmek nasıl olur da eziklik olarak algılanır? Hakkımı yedirmem ne demek? Bunlar bir özgürlük mü? Özgüven mi? Yoksa bencillik mi? Sadece kendini düşünme mi? Kendi rahatı ve çıkarına odaklanmak mı? Hazcılık (hedonizm) mi?

Yaşadığımız çağda bu tehlikelerin hepsi daha çocukluktan itibaren gençlerimizi sarmış durumdadır. Bu sebeple yeniden ve topluca bir terbiye çabasına girmeliyiz. Evlerimizde ve okullarımızda edep, hayâ, hürmet ve merhamet eğitimleri yaptırmalıyız.

Büyük mütefekkir Nurettin TOPÇU’nun şu satırlarına kulak kabartalım:

“Ahlâk eğitiminin başında hürmet duygusu gelmektedir. Çocuğa ilk sunulacak olan hürmet duygusudur. Hürmet, alelâde alçalma ve kendini inkâr duygusu değildir. O, insanlık cevheri karşısında yaşanan sevgi ile karışık bir hayranlıktır. Bir nevi ibâdet hâlidir. Hürmet hâlindeki insan; hürmet konusu olan varlığın huzûrunda küçülmek istedikçe kendini yükselmiş, yükselmiş ve bizzat kendisinin üstüne yükselmiş hisseder. Küçülmek istedikçe yükselir. Terbiyede ilk işimiz çocuğa, hürmet denemesi yaptırmak olmalıdır.” (Türkiye’nin Maarif Dâvâsı, 111)

Herkesin birbirine hürmet ettiği, saygı gösterdiği bir dünya özlemiyle…