TAKVÂ, HAŞYET, HAVF-I YEZDÂN…

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

m_kucukasci-SAYI120

Korku, korumak kökünden gelmiş. Çünkü korku, içte duyulan bir zarar beklentisi demek. Korkmak; bu zarardan kendini korumak, sevdiklerini korumak.

Bu istenmeyen beklenti; vehme de dayanabilir, ilme de…

Karanlık korkusu, kapalı yer korkusu, yükseklik korkusu gibi vehme dayanan korkularımız vardır. Hurâfeler, bâtıl inançlar da buna benzer.

Diğer taraftan soğukta hastalanmaktan korkmak, yüksek hızda kaza yapmaktan korkmak gibi, tecrübeye dayanan gerçekçi korkularımız da vardır. Vehme dayalı korkular bizi engellerken, gerçek korkular bize tedbirler aldırır.

Bize haber verilmiş, îmân ettiğimiz, yakînen yani kesin bir şekilde, görürcesine inandığımız bir gelecek var. Ölüm, kabir, haşir, hesap, mîzan, sırat… Bunların korkusu da; bizi (nefsimizi) bu merhalelerde zarara, helâke düşmekten korumaya, sakınmaya sevk etmeli.

Yani takvâya…

Takvâ, vikāye kökünden. O da korumak demek.

Meselâ, sıcaktan ve soğuktan bizi koruyan elbiseler giyeriz. Savaşlarda da şiddetten muhafaza edecek, zırhlar, miğferler. Âyette koruma fiili, takvânın kökü olan vikāye:

“Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı. Dağlarda da sizin için barınaklar yarattı. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar yarattı. İşte böylece Allah, müslüman olmanız için üzerinize nimetini tamamlıyor.” (en-Nahl, 81)

Bâtıl akîdeler; insanı mücerred hakikatlerden müşahhas putlara, hurâfelere, vehimlere götürürken; İslâm, müşahhastan mücerrede çeker götürür. Derûnîleştirir, mânevîleştirir.

Güneşin sıcağından seni koruyan elbiseyi sana lutfeden Allah, seni cehennem ateşinden koruyacak bir elbise de yarattı: Takvâ elbisesi.

Allâh’ın verdiği akılla; kurşun geçirmez, yanmaz, suda delinmez elbiseler yapan insan; mahşerde, sıratta, ateşte seni koruyacak bir elbise istiyorsan, işte takvâ elbisesi…

“Bizi ateş azabından koru!” (Âl-i İmrân, 16) diye duâ ederken, bu fiili, «vikāye»yi, kullanıyoruz. Allah bizi koruyacak, ama biz kendimizi korursak, yani takvâ ile yaşarsak.

Kendimizi, nefsimizi başka nelerden korumalı?

Sakınılacak şeyleri insanlara bildirmeyi, Allah Teâlâ, uhdesine almıştır:

“Allah bir kavmi hidâyete (İslâm’a) ulaştırdıktan sonra, nelerden sakınacaklarını kendilerine açıklamadıkça, onları dalâletle / sapıklıkla sorumlu tutacak değildir…” (et-Tevbe, 115)

Dikkat edilirse; hidâyete eriştikten, müslüman olduktan sonra, sakınılacak şeyleri önce tahsil sonra tatbik etmeyen bir fert yahut toplumun, hidâyeti kaybetme, dalâlete düşme tehdidiyle karşı karşıya kaldığı da ifade edilmektedir. Îman yetmiyor, takvâ şart.

Başta nefsimizi kendisinden korumalı:

“Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (el-Haşr, 9, et-Teğâbün, 16)

Nefsin cimriliği, açgözlülüğü onu günahlara, kötülüklere itiyor. Nefsi bunlardan da korumalı:

Meleklerin insanlara duâsından:

“Bir de onları, her türlü kötülüklerden koru. O gün Sen kimi kötülüklerden korursan muhakkak ki onu rahmetine mazhar etmiş olursun…” (el-Mü’min, 9)

Nefsin kötü duygularından ve bunun neticesi olan kötü fiillerden korunmaması durumunda, âkıbeti; kötü bir hesap olacak, çok zorlu bir mahşer günü olacak:

“Peki, inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o günden kendinizi nasıl koruyabileceksiniz?” (el-Müzzemmil, 17)

O günün kötü geçmesi, günün sonunda cehennem azabı demek:

“İlk tattıkları ölüm dışında, orada artık ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur (sürekli hayata kavuşmuşlardır).” (ed-Duhân, 56)

Takvâ sayesinde, o gün azaptan korunanların ifadeleri:

“Allah bize lutfetti de bizi vücudun içine işleyen azaptan korudu.” (et-Tûr, 27)

İnsanın korkuları sadece kendisi hakkında değildir. Ailesi, çocukları için de endişe çeker yahut çekmelidir:

“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (et-Tahrîm, 6)

Hazret-i Zekeriyya da, neslinin dînen ziyan içine düşmesinden korku duyar. (Meryem, 5)

Bütün peygamberler, kavimleri için azap korkusu duyarlar. Türkçede şefkat de; korku, üzerine titreme kökünden gelir.

Sakınmak, korunmak, aynı zamanda bir ahlâk, insanlık ve haysiyet meselesidir. Meselâ yaptığı antlaşmaya, verdiği söze uymak yolundaki titizlik de takvâdır. Enfâl Sûresi, 56’ncı âyette Allah; müşriklerin takvâsızlarından, yani hak-hukuk gözetmeyenlerinden bahis buyuruyor. Buna mukabil takvâsız mü’minler de olabilmekte. Bu mesele, îmandan başka bir ahlâk kriteri…

Burada Rabbimiz’in korku duygusu ile terbiye edişine şahit oluruz.

“Adâlet gösterememekten korkarsanız…” ve benzeri şartlarla mevzuya girilen âyetlerde (el-Bakara, 229; en-Nisâ, 3, 25, 35) Cenâb-ı Hak çoğu kez ailevî, sosyal, insânî meselelerde bu insânî sakınma duygusuna davet eder. Evet, müslümanlara hitap etmektedir. Ancak Müslümanlığı kabul etmek otomatik olarak bu duyguları meydana getirmemektedir.

Korku ile ilgili üç ayrı fiilin kullanıldığı şu âyet-i kerîmede, korku duygusu ile empatiye davet ediliriz:

“Geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar bıraktıkları takdirde (hâlleri ne olur) diye korkacak olanlar, (yetimlere haksızlık etmekten) korkup titresinler; Allah’tan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.” (en-Nisâ, 9)

Birinci korku, şahsî ve fıtrî bir korkudur:

Ya beklenmedik bir şekilde genç yaşta ölür de zayıf, perişan çocuklarım geriye kalırsa, onlara kim sahip çıkar?

Bu korkuyu izâle edecek duygu nedir? “Ümmet-i Muhammed’den elbette evlâtlarıma sahip çıkacak hamiyetperver, hakşinas insanlar çıkar.”

Burada ikinci korku titizliğe dönüşür:

Bu emniyeti kendin için hissetmek istiyorsan, başkasının yetimlerine haksızlık yapmaktan çok korkmalısın.

İslâm’da ana prensip, kendin için istediğini kardeşin için de istemendir. Burada zımnî bir tehdit de vardır. Kader adâlet eder. “Sen başkalarının yetimlerine zulmedersen, bir gün senin zürriyetinden de birileri yetim kalır ve başkalarının zulmüne uğrayabilir, bundan kork!” denilmiş gibidir.

Üçüncü ve son olarak, bütün mesele Allah korkusuna bağlanır. Varılmak istenen nihâî hedef Allah korkusudur. Çünkü, senin çocuklarını da asıl gözetip koruyacak O’dur. Başkalarının çocuklarını korumazsan, senden bunun hesabını soracak O’dur.

Korku empatisinin, bir başka şeklini Allah, müşriklere uygular. (er-Rûm, 28; el-En’âm, 81)

Korkunun haşyet ile ifadesinde ise saygı, hürmet ve hayranlık vardır.

İttikā yani sakınma, Allâh’ın zâtından olmaz. Ateşten sakınırsın, şerden sakınırsın. Allâh’ın zâtından değil, azabından, gazabından, cezasından, kahrından sakınırsın.

Haşyet ise, tâzim dolu bir ürpertidir. O’nun muazzam kudreti ve sanatı karşısında hayranlıkla eğilmek, heyecanla titremektir. Bu sebeple ilim ve mârifetullah arttıkça, haşyet artar. Birçok âyette, «bi’l-gayb: Görmediği hâlde» ifadesi de haşyete refâkat eder. Bu vurgu, îmânın kuvvetini gösterdiği gibi; ilim, tefekkür, ibret gibi vasıtalarla bu tâzimkâr korkunun beslendiğini de ifade eder.

Bu titreyişi, sakınma duygusu takip etmelidir elbette:

“Her kim Allâh’a ve Rasûlüne itaat eder, Allâh’a saygı duyar (haşyet) ve O’ndan sakınırsa (takvâ), işte asıl bunlar saâdete erenlerdir.” (en-Nûr, 52)

Korkunun adresi Allah olmayınca vehimler devreye girer. Bu sebeple, Allah insandaki bütün korku duygularının ıslahı ve Zâtına tevcihini emreder:

“O peygamberler ki (…) Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar…” (el-Ahzâb, 39)

“İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu hâlde, eğer îmân etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, Ben’den korkun.” (Âl-i İmrân, 175)

Cenâb-ı Hak; bizi şeytanın hilelerinden, desîselerinden, vesveselerinden haberdar ederek, bizi ona karşı ikaz etmekte. Onun düşman olduğunu ifade etmekte. Biz şeytanın tuzağına düşmekten korkmalıyız.

Fakat bu âyetteki mânâ; şeytandan korkarak emri altına girmek, dediklerini uygulamaya başlamak mânâsındadır. Allah’tan korkarak, O’nun emirlerine itaat edin, şeytandan korkup onun, emir eri olmayın!

Allâh’ın reddettiği başka korkular da vardır:

Rızık korkusuyla çocuk katli, kürtaj, cimrilik… (el-İsrâ, 31, 100)

Cihad edilecek düşmandan korkmak… (en-Nisâ, 77, Muhammed, 20)

Ayıplayanın ayıplamasından korkmak… (el-Mâide, 54)

Bu korkular kilitleyicidir. Ayıplanma korkusu, Ebû Tâlib gibi, şahsî ve içtimâî hayatlarında insâniyet bulunan nicelerini İslâmiyet’ten mahrum etti.

Cenâb-ı Hakk’ın Bedir gibi harplerde düşmanın yüreklerine attığı «ru’b» işte böyle kilitleyici bir korkudur. Kişi, yapabileceğini de yapamaz hâle gelir. Gözler döner, kalpler çarpıntıdan âdeta boğazı tıkar. Âhirette kâfir ve fâsıkların yaşadıkları hâller gibi, iş işten geçtiğinde, ümit sıfır olduğu için korkunun tezâhürleri yine böyle olur. «Feza‘» fiiliyle kullanılan korku da böyledir.

Dünyada istifade edeceğimiz Allah korkusu ise böyle bir korku değildir. O; kalpleri titreten, rikkate getiren, gözyaşı döktüren, secdelere kapandıran, şefkati artıran, merhamete götüren, ibâdete sevk eden, günahtan soğutan, hulâsa müsbet yönde harekete geçiren bir korkudur. Çünkü hâlâ rahmeti celbetmekten ümit vardır. Tevbe kapısı açıktır. Islah olmak mümkündür.

Ruhban, râhib kelimelerinin kökü de korku kelimesidir. İbâdete kapanmak mânâsını kazanmıştır.

Burada korkunun önemi, gevşekliğe düşürmemesindedir. «Tevbe etmek için nasıl olsa vakit var.» düşüncesi ahmakçadır. «Nasıl olsa affeder.» düşüncesi küstahçadır. Allâh’ın izzetini, kahrını, kibriyâsını tefekkür eden kişi; O’ndan her anlamda korkar.

Allah korkusunun ibâdet hayatımıza katkısını ifade eden mısralarla bitirelim:

Biliyorsun o zorlu âkıbeti,
Nîçin ürpermiyorsun ey kalbim?!.
Okuyorsun haşir ve âhireti,
Nîçin ürpermiyorsun ey kalbim?!.

Uyuyorsun deliksiz uykuları,
Kovuyorsun sürekli korkuları,
Kimde vicdânının çelik yuları?
Nîçin ürpermiyorsun ey kalbim?!.

Doğru davranmadır inanca vasıf,
Haşre îman neden bu denli zayıf?
Fayda etmez inan, yarınki hayıf!
Nîçin ürpermiyorsun ey kalbim?!.

Şah damardan yakınsa Rab’le aram;
Niye hâlâ tutuşmuyor şu çıram?
Yediğim lokmalar mı yoksa haram?
Nîçin ürpermiyorsun ey kalbim?!.

Geceler gündüz olmadan olmaz!
Dünyevî arzu solmadan olmaz!
Derd-i mahşerle dolmadan olmaz!
Nîçin ürpermiyorsun ey kalbim?!.

Hakk’a tâzim ve haşyetin nerede?..
Kulluk azmin ve niyyetin nerede?..
Nefse hâkim dirâyetin nerede?..
Nîçin ürpermiyorsun ey kalbim?!.