İSLÂM’DA KADIN -1-
YAZAR : H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com
İslâm’da kadın konusu; daha çok batıda, kadın hakları akımlarına karşı İslâmcı düşüncenin geliştirdiği savunmacı ve gelenekle İslâm arasındaki farkları vurgulayıcı bir üslûpla ele alınmıştır. Geçtiğimiz günlerde bir kadın toplantısında;
“Aslında Kur’ân’da; «Kadın erkeğin eğe kemiğinden yaratılmış, Hazret-i Âdem’i Havva kandırmış, cennetten çıkarmış.» diye bir şey geçmiyor. Bu İsrailiyyattan geçmiş…” gibi sözler zikrediliyordu. Buna mukabil;
“Bu konuya atıf yapan hadisler de var. Hattâ kadınların erkeklere secde etmesi gerektiğine (!) dair hadisler var” diyen bir «erkekler üstündür» iddiası da dillendirilmeye başlandı. Tartışma; kadın-erkek kavgasından, sanki Kur’ân ve hadis birbirine zıtmış gibi bir noktaya doğru sürükleniyor.
Bu tartışmayı kenara koyup, ilmî ve tasavvufî bir gözle Kur’ân’a bakarsak, Hazret-i Âdem’in önce yaratıldığını, kendisine isimlerin öğretildiğini, meleklerin ona secde ile emrolunduğunu görüyoruz:
“Ve dedik ki: «Ey Âdem; sen ve eşin cennete yerleşin, ikiniz de orada dilediğiniz yerde bol bol yiyin, ancak şu ağaca yaklaşmayın ki, haddini aşan zalimlerden olmayasınız.»” (el-Bakara, 35) âyetine baktığımızda Hazret-i Havva’nın hemen sonra yaratıldığı, aynı kurallardan sorumlu tutulduğu âşikâr. Bundan açıkça anlaşılan odur ki, Allah Teâlâ; erkekleri öncü, önder, muallim, yönetici ve onların timsâli olarak yaratmış. Kadını ise takipçi, ümmet, iktidâ eden, uyanların timsâli kılmış.
Bütün bir toplum düzeninde yöneticilikte erkeklik özellikleri, yönetilenlerde kadınlık özelliklerini görmek mümkündür. Meselâ liderler cesurdurlar, kararları verme sorumluluğunu yüklenirler. Yönettikleri kitleye; düşüncelerini telkin ederler, heyecan aşılarlar, inanç ve kararlılıklarıyla örnek olurlar. Takipçiler ise; iletişime açıktırlar, dinlerler, inanırlar, hislenirler, coşarlar, severler, sevilmek isterler, örnek alırlar, uyarlar…
Erkek ve kadın beyni üzerine gözlemler yapan araştırmacılar; erkeklerde beynin arka tarafındaki dürtü merkezleriyle ön lobundaki düşünüp uygun bir karar vermeyi sağlayan merkez arasında daha çok sinyal akışı olduğunu görmüşler. Kadınlarda ise sinyaller beynin sağ ve sol lobları arasında daha fazla etkili oluyor. Kadın beyninde empati kurmayı sağlayan ayna nöronları daha fazla, iletişimle ilgili merkez daha büyük ve his, hâfıza, hayal gücü birbiriyle daha etkili bir şekilde iletişime geçiyor.
Bütün bunlardan anladığımız kadarıyla erkekler; istemek, istediğini elde etmek, aktif olmak için yaratılmış. Kadın; hissetmek, paylaşmak, konuşmak, geçmiş üzerinde düşünmek, geleceğe dair tasavvurda bulunmaya eğilimli olacak şekilde yaratılmış. Örnek vermek gerekirse, bir problemle karşılaştığı zaman erkek beyni; «Bunu nasıl çözerim?» diye düşünüyor. Çözdükten sonra da geçip gidiyor ve başka bir konuya yöneliyor. Kadın beyni ise; «Bu problem niye çıktı? Daha önce de çıkmış mıydı? Hep mi çıkacak, çıkmasa daha iyi olmaz mı? Ya daha kötüsü de olursa?» diye bir sürü analiz, tahmin, endişe ve hattâ vehim üretiyor. Dikkat edilirse iki çalışma şekli de ailede ve cemiyette üstlendikleri görevlere çok uygun ve birbirini çok güzel tamamlıyor.
Erkek beynine; endişe, korku hattâ empati ve merhamet hissi daha az konulmuş ki, cesareti ve özgüveni kırılmasın. Çünkü kadında bu duygular; «Ya başarısız olur da bir zarara ve acıya sebep olursam…» endişesine sebep olarak sorumluluk almayı zorlaştırıyor. Erkeğe ise görevlerin altına girsin diye peşin bir özgüven, cesaret ve aktiflik verilmiş.
Erkeklerin yaratılışı; dünyevî vazifeleri yüklenme konusunda olduğu gibi, mânevî hayatta da erkekleri üstün kılıyor. İyi düşünülecek olursa, îmân etmek büyük bir cesaret ister. Elinizdeki tek şey olan dünya hayatını, bir inanca yatırım yapıyorsunuz. Hem sadece kendinizinkini değil, başkalarını da davet ediyorsunuz. Genellikle kadınlar arasında îmân öncüleri olma cesaretini gösteren az çıkmıştır. Hazret-i Hatice, Hazret-i Asiye gibi mübârek hanımları üstün kılan da bu nâdir olma hâlidir. Kadınlar ve kadınlar gibi güvenlik ihtiyacı yüksek olan zayıf kesimler, çoğu zaman cemiyete uymayı tercih eder. Bu sebeple önce cesur öncülerin çıkıp bir toplum kurmaları gerekir ki, o şemsiye altında zayıflar da îmanlarını muhafaza etsinler.
Erkekler; toplumu ayakta tutan ana direklerdir. İnsanoğlunun medenî bir cemiyet kurabilmesi için ilk şart, bir kanun düzeni meydana getirmektir ki; bunun için canını fedâ etmeyi göze alan kahramanlar gerekir. Sonra bu düzenin ağır yükünü yine güçlü ve cesur erkekler omuzlar; onların himayesi altında zayıflar ve kadınlar üretir, nesli devam ettirir, güzellikler yeşertir.
Erkeklerin hem bedenî, hem de rûhî yaratılışı hiyerarşik düzenler kurmaya elverişlidir. Ordu, memuriyet ve buna benzer müesseseler daima rütbe ve makamlarla düzenlenir ve bu düzen emir ve kurallara itaat mantığıyla işler. Erkekler tam da bu düzene uygun yaratılmışlardır. Bir er, komutanından sonu ölümle bitecek bir emir alsa da sorgulamadan itaat eder. Emirler açık ve nettir, farklı yorum ve te’villere kapalıdır. Emre şeklen itaat yeterlidir, severek ve memnuniyetle yapmak şart değildir. Emir ve kurallara uymamanın cezaî müeyyidesi vardır, müsamaha, af ve merhamet beklentisine girilmez.
Erkeklerin dünyası serttir, müsamahasızdır. Erkekler kavvamdır; çadırı ayakta tutan direk gibi, bedeni ayakta tutan iskelet gibi, cemiyeti ayakta tutan, güveni sağlayan, temel yapıları kuranlardır. Kadının erkeğin kemiğinden yaratılmış olması da bu yönden yorumlanmıştır; «kadın, erkekteki sertlik ve güçten yararlansın» diye.
Yaratılış maddesinin bir üstünlük veya aşağılama mânâsı olmadığını da iblisin büyüklenme iddiasının reddedilmesinden anlayabiliyoruz. İlk modellerin yaratıldığı âlem; rüya âlemi gibi, her şeyin bir sembol değeri taşıdığı bir mânâ âlemidir. Kadının erkeğin cüzünden yaratılmış olması, erkeklerin kadınları kendinden bir parça olduğu için daha çok sevip sahipleneceği ve koruyacağı mânâsında yorumlanmıştır. Erkekler gerektiğinde canlarını fedâ ederek kadın ve çocukları korurlar.
Kadınların yapısı da buna ihtiyaç duyar vaziyettedir. Kadın için güvenlik ihtiyacı bârizdir. Hem kendisi hem de himaye ettiği yavrularının güvenliği için kadın hep biraz endişelidir, sıkıntılıdır. Kadınların bitmek bilmeyen isteklerinin de sebebi çoğu zaman aşırı güvenlik ihtiyacıdır. Aslında erkek de muhtaçtır ve korkular içindedir ama güçlü görünmek adına bunu inkâr eder, müstağnîlik taslar.
Kadın, çocuğa yakın yaratılmıştır. Erkeklerin bulûğ çağı uzun sürer ve çok fazla değişirler. Sesleri kalınlaşır, irileşir ve sertleşirler, yüzlerinde sakal-bıyık çıkar. Fizikî olarak çok değiştikleri gibi rûhî olarak da değişirler. Çocukta beden-duygu-düşünce birbirinden ayrılmamıştır; çocuk üzülünce ağlar, sevinince hoplar zıplar, istek ve ihtiyacına sabredemez, zorluklardan şikâyet eder… Erkek bir durum karşısında üzülse de ağlamaması, bir çözüm bulması gerektiğini bilir. Kadın; erkekle çocuk arasındadır; zihnen sabretmesi gerektiğini bilir, istese sabreder de, ama çocuklar için sözcülük etmesi gerektiğini hisseder; erkekten ihtiyaçları ister, endişelerini dile getirip bir teselli bekler. Erkekleri bazen dünya hayatının esiri hâline getiren, kadının korku ve ihtiyaçlara karşı olan bu zaafıdır.
Öte yandan kadınların bu özelliği bile erkeklere şifâ olabilmektedir. Batıda çok sayıda yalnız yaşayan erkek ve kadın olduğu için bâriz sonuçlar ortaya koyan araştırmalar yapılmış. Erkeklerde evli olmak birçok ölümcül hastalığı, kötü alışkanlığı, depresyonu ve bilhassa intiharı azaltıyor. Sadece mutlu evlilikler değil, iyi-kötü yürüyen her evlilik erkekleri aktif hâlde tutuyor, sağlıklı ve sorumlu davranmaya yönlendiriyor.
Kadınlar aslında iki kat daha fazla depresyona yakalanıyorlar. Çünkü kadınlar bir hâdiseyle karşılaşınca onu çözüp geçmiyor, hayal gücünde büyüttükçe büyütüyorlar. Kadın beyninin evhamlı ve hassas yapısı aslında görevine uygun… Çünkü derdini açıkça anlatamayan bebekler ve çocukların hâlinden anlamak için yazılı-sözlü olmayan işaretleri okuması ve çok hassas olması lâzım. Çoğu zaman erkeklere mânâsız gelen, bir öksürüğü verem olmuş gibi görmesine sebep olan bu hassasiyet, yavruların selâmeti için lüzumlu. Çünkü nâdir de olsa görebiliyoruz, anne biraz gamsız olursa çocukları muhafaza edemiyor Bu sebeple kadınlar da kendilerini emniyette hissettirecek sorumlu erkeklere muhtaç yaratılmışlar.
Kadın, ailede ve cemiyette pasif gibi görünen ama aslında çok önemli bir vazife olan muhafaza etme görevini yüklenmiş. Görevi gereği vücudu her taraftan sarıp koruyan deri gibi esnek, ince ve hassas olan kadın; o zayıf görüntüsünden beklenmeyecek kadar dayanıklıdır, çünkü kendini yenileyebilir, uyum sağlayabilir.
Kadının iç dünyasında sevgi, bağlılık, içtenlik, merhamet gibi duygular belirleyicidir. Kadınlar kurallara şeklen itaatten ziyade iyi niyet ve samimiyetle, güzel gördükleri gibi davranmaya eğilimlidirler. Bu sebeple de kanun ve kuralları katı şekilde algılamazlar.
Annemiz Havva’nın, Âdem babamıza;
“Rabbimiz; «Hiç yaklaşma!» mı dedi, yoksa; «Fazla yaklaşma!» mı dedi? Neden; «Yaklaşma!» dedi; «Yaklaşırsak ne olur?»” gibi sorular sorup kafa karıştırmış olması pekâlâ mümkündür. Böylece şeytana da fısıldama fırsatı doğmuştur. Öte yandan yine mümkündür ki, Hazret-i Âdem; pişman olma, utanma, hatasını itiraf etme, gözyaşı dökme, özür dileme gibi davranışları da Hazret-i Havva’nın hâlinden öğrenmiştir.
Kadının bu «eğri» görünen esnek yapısı, aslında yükleneceği göreve göre tam uygundur; bu sebeple erkekleşmesi gerekmez, kırılmadan olduğu gibi istifade etmelidir. Düşünün anne; çocuğuna bir emir veya kural bildirdiğinde, çocuk dinlemezse ne yapacak? Mahkemeye mi verecek, evlâtlıktan mı reddedecek, ağır ceza mı uygulayacak? Hiçbiri. Affedecek, affedecek, affedecek… Sayısız kereler müsamaha gösterecek, tekrar öğretecek, tembihleyecek… Anlaması için eğitici masallar anlatacak, ikna edecek… Çocuk yine yapacak, çünkü iradesi henüz kemâle ermedi, istediğini, kurala rağmen yapma eğilimi var. Anne biraz küsecek, surat asacak. Çocuk pişman olunca;
“Bir daha yapmayacaksın tamam mı? Yoksa annen olmam!” diyerek söz almaya çalışacak…
Eski Türkler;
“Erkek gökyüzü gibidir, kadın toprak gibidir.” demişler. Erkek; bazen esecek, bazen yağacak, bazen yakıp kavuracak. Kadın; toprak gibi müsamahayla, merhametle, affederek, herkesi olduğu gibi kabul ederek aileyi bir arada tutacak. Eğer kadın beyni erkek gibi çalışsaydı;
“Affedersem bir daha yaparsın!” deseydi, ilk yıl içinde aile kendini mahkeme koridorunda bulurdu. Nitekim kadınlar erkekleştikçe öyle olmaya başladı. Bazen eğitim için büyük şehirlere gelmiş bekâr gençleri evlendirmek niyetiyle görüştürüyoruz; daha ilk görüşmede kavga ediyorlar.
Bu konuya önümüzdeki ay devam edeceğim ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle madalyonun öteki yüzüne de bakmaya çalışacağım.