18. Yüzyıl Aydınlanma Sürecinde DİN-BİLİM İLİŞKİSİ

YAZAR: Ahmet MERAL ahmetmeral61@gmail.com

A_MERAL-SAYI119
“Tarihin gelecekteki seyrinin; bugünkü neslin ilim ve din arasındaki ilişkiler hakkında vereceği karara bağlı olduğunu iddia etmek, bir mübalâğa sayılmaz.” (A. N. Whitehead)

18. yüzyıl aydınlanma düşüncesi; kökleri antik Yunan düşüncesine kadar uzanan bir sürecin devamı olarak ortaya çıktı ve daha çok Fransa’da etkili oldu. Aydınlanmayla birlikte; düşünce ve bilim alanlarında boy gösteren gelişmelerin teorik temelleri tamamlandı. Antik Yunan’da Hazret-i İsa’dan dört-beş asır önce; akılcı düşünce ve bilimlerin temelleri atılmış, ancak unutulmaya yüz tutmuşken, İslâm medeniyeti eliyle kaybolmaktan kurtulmuştur. Antik düşüncenin kazanımları, İslâm âlimlerinin yeni yorum ve katkılarıyla Endülüs ve Sicilya bölgelerinde batı dünyasıyla temas etti ve Rönesans’ı tetikledi. Böylece; dünyayı sistematik olarak tanıma, kâinâtın işleyiş kanunlarını anlama yönünde, önemli adımlar atıldı. Öte yandan Reform Hareketleri, Kilise’nin yeni konumunu belirledi ve yüzü dünyaya dönük bir medeniyetin habercisi oldu. «Erken aydınlanma» kabul edilecek bu dönemde, bilim adamları kısmen Kilise’den de destek alarak büyük aydınlanmanın önünü açtılar.

Aydınlanma Çağı’nın oluşmasında etkili olan bilim adamlarından biri olan Kopernik (1473-1543); «evrende Güneş merkezli bir sistem olduğunu ve Güneş’in Dünya etrafında değil, Dünya’nın Güneş etrafında döndüğü»nü ispatlayarak, antik Yunan’dan itibaren kabul gören eski astronomi anlayışını değiştirdi.

Kopernik’in açtığı yolda ilerleyen Galileo Galilei (1564-1642); «Dünya’nın yuvarlak olduğu»nu ispatlayarak, Kilise’nin kabul ettiği eski teorinin yanlışlığını ortaya koydu, engizisyon mahkemesinde yargılanma pahasına, Dünya’nın düz olduğu görüşüne karşı çıktı. Ayrıca fizik alanında da çeşitli çalışmalar gerçekleştirdi ve bilime hizmet etti.

18. yüzyılın başından itibaren birçok tabiat filozofu fevkalâde çabalar sarf ederek tabiatı insanların yararına kullanacak bir biçimde keşfe çıktı. Allâh’ın yarattığı tabiat, mükemmel bir sistemdi. Kâinâtın işleyiş kanunlarından haberdar olmak adına, bilim adamlarının incelemeleri giderek daha fazla yoğunlaştı. Dindar bir insan olan ve kimilerince dünya tarihinin en büyük bilim adamı olarak kabul edilen İngiliz asıllı Isaac Newton (1643-1727); hayatının büyük bölümünde, mistik ve sayılarla uğraşan biri olarak teolojiye kafa yormuştu. Özellikle matematik ve fizik alanındaki çalışmaları çağ açan türdendi. Kâinâtın düzeniyle ilgili açıklamaları -meselâ, yer çekimi teorisini açıklayan ünlü formülü- muazzam bir bütünleştirici güce sahipti. Bu teori, iki asır boyunca çok üretken bir döneme giren fizik araştırmalarının yolunu açtı. Newton; -başka bir kimseye nasip olmayacak ölçüde- genel kanunları ortaya çıkaran bir kişi olarak, bugün hâlâ geçerliliğini koruyan bir ilmî faaliyet modeli geliştirdi. 1687’de yayımlanan «Philosophiae Naturalis Principia Mathematica» adlı kitabıyla klâsik mekaniğin temelini attı. Bu kitap, tarihî süreç içerisinde en önemli bilim kitaplarından biri olarak kabul edilmektedir. Ayrıca Newton, diferansiyel ve integral hesaplarını bilime kazandırdı. Dindarlığıyla tanınan bu bilim adamı, gelmiş geçmiş en büyük üç matematikçiden biri olarak anılmaktadır.

Aydınlanma Çağı’nda akılcılık diye tanımlanan; «Aklın kullanılması ile doğru bilgiye ulaşabileceği fikri» temel olarak kabul edilmiştir.

Akılcılık (rasyonalizm) akımının en önemli ismi Alman felsefecisi Immanuel Kant (1724-1804); dönemin bilim adamlarının Aydınlanma’ya bakışını şöyle belirtir:

“Aydınlanma, insanın kendisinin suçu olduğu vesâyetten kurtulmasıdır. Vesâyet; insanın kendi aklını, başkalarının yönetimi olmadan kullanamaması demektir. Eğer bu vesâyetin sebebi; akılca eksiklikte değil de, insanın, başkalarının yönetimini kullanma yönünde karar ve cesaret eksikliğinde bulunuyorsa, o zaman bu vesâyetin suçu insanın kendisindedir.”*

Bu dönemde deney ve gözlem önem kazanmış, tabiat ilimlerinde büyük gelişmeler sağlanmıştır.

Fransız René Descartes (1596-1650); bilim temelli bilgiye ancak matematikle ulaşılabileceğini öne sürmüş ve bu sebeple analitik ve geometriyi geliştirmiştir.

Aydınlanmanın tesiri sosyal bilimlere de yansıyarak, akılcı bir görüş benimsenmiş ve edebiyat eserlerinde daha çok toplumla ilgili konular işlenmiştir. Bu alanda özellikle Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) gibi mütefekkirler; yazılarında baskıcı düşüncelere karşı çıkarak, demokrasinin doğmasında ve gelişmesinde katkıda bulunmuşlardır. Bu durum otoriteye başkaldırıyı tetikledi ve baskıcı idarelere karşı halk hareketlerinin zeminini hazırladı. Aydınların sıkça gündeme getirdiği, insan hakları kavramı; siyasî hareketlerin belli başlı dinamiğini oluşturdu.

Aydınlanma Çağı’nda bilim etrafındaki gelişmeler ve edebiyat alanında olduğu gibi güzel sanatlar alanında da gelişmeler olmuş; özellikle müzik alanında klâsik batı müziğinin en etkili bestekârları Mozart (1756-1791), Johann Sebastian Bach (1685-1750) gibi ünlü besteciler yetişmiştir.

Reform Hareketleri’nin devamı niteliğinde gelişmelerden biri de; Kilise’nin topluma daha insanî bir çerçevede müdahale edeceği görüş ve düşüncelerinin yaygınlaşmış olmasıydı.

DİN-BİLİM İLİŞKİLERİ

“Din ve bilim, insan hayâtiyetini sağlayan iki nehirdir. Karşı karşıya getirilmesi; sadece anlamsız değil, insanlığı hüsrana sürükleyecek tehlikeli bir yaklaşımdır. Bilim; yaşadığımız kâinat ile ilgili gerçekleri, deney neticelerini sistematik bir biçimde inceleyerek bulmayı amaçlayan disiplindir.

Bilimin vazifesi, hayatımızı kolaylaştıran gelişmelerin önünü açmaktır. Bu sebeple bilim, Allâh’ın yeryüzüne koyduğu kâinâtın işleyiş kanunlarını dikkate alır. Sünnetullah denilen bu kurallarda, değişiklik ve esneklik yoktur. İnsanlar en basitinden en karmaşığına kadar âlemde var olan bu kuralları dikkate almazlarsa; yeryüzü nimetlerinden yeterince yararlanamaz, sıkıntı, yoksulluk, karışıklık ve mağduriyet içinde kalırlar. Meselâ; insanlar binalarını güçsüz malzemeden oluşturursa, tabiî felâketlere davetiye çıkarmış olur. Tahıllar, meyve ve sebzeler mevsiminde ekilmez ve toplanmazsa; gıda sıkıntısı ve kıtlık problemi yaşanır. Evler dere yataklarına inşa edilirse, sel felâketi riski kaçınılmaz hâle gelir. Bilim, kâinâtın işleyiş kanunlarını dikkatle inceleyerek; güneş ışınlarından ve suyun hareket debisinden, enerji üretmeyi başardı. Bilim sayesinde, kâinâtın tâbî olduğu kurallar incelenerek; hayat konforumuzu artıran bir dizi yenilik ve icat oluştu ve oluşmaya devam ediyor.

Din ise, yeryüzünde insanların birbirleriyle ilişkilerini sağlam bir temele oturtmalarını sağlayan esasları belirler. Bilhassa semâvî dinler ve İslâmiyet; Yaratan’a ortak koşmadan, insanlar arası ilişkileri ve insan eşya ilişkilerini belirler. İnsanın zaaflarına karşı, iç dünya zenginliğini ve ibâdeti öne çıkarır. Zulme, haksızlığa ve adâletsizliğe karşı Allâh’ın ölçülerine insanlığı uymaya çağırır. Ne geçmişte ne de günümüzde, din ve bilim hiçbir zaman karşı karşıya gelmemiştir.

Hiçbir dînî metinde;

«Âlemin kanunlarını incelemeyin, sakın hayatımızı kolaylaştıran güzel buluşlar yapmayın.» diye bir tavsiye yoktur.

Din adamlarından da;

«Kâinâtın işleyiş kanunlarını niye inceliyorsunuz, niye hayatımızı kolaylaştıran çabalar içine giriyorsunuz?» diye ciddî bir serzeniş ortaya konmamıştır. Bilim adamları da; büyük ölçüde din alanına müdahale etmemiş, buldukları yeniliklerin küstahlığına kapılarak dînî alanda ahkâm kesmemişlerdir.

Peki, tarihî süreçte bilhassa 18. yüzyıl aydınlanması ve devamında akıl çağı dönemindeki sözde din-bilim zıtlığını nereye oturtabiliriz? Bu yaygın ve temelsiz yanlış nasıl oldu da ilim mahallesinde yer tutabildi?

İyi incelendiğinde din ve bilimin birbirinin alternatifiymiş gibi gösterilmek istenmesinin, bu döneme ait siyasî, dînî ve kültürel kurum reflekslerinden kaynaklandığı görülür. Çelişki, siyasetin alanına aittir. Taraflar kendilerini bazen dinle, bazen bilimle birlikte hareket ediyor göstererek, muârızlarına üstünlük kurma gayreti göstermiştir. Şüphesiz her dönemde siyasî hırsın tesir alanından sıyrılamayan ve ahlâkî zaaflar taşıyan din adamları olduğu gibi; benzer hırsları taşıyıp bilimi putlaştıran bilim adamları da çıkmış ve çıkarları uğrunda her şeyi mubah sayan siyasîlerin piyonları olma rolünü üstlenmiştir.

Yine bu dönem; Pozitivist bazı yazarların göstermek istediğinin aksine, din adamlarının bilim adamlarını acımasızca mahkûm ettiği dramatik bir dönem değildi. Bilim din savaşının ilk kurbanı olarak sunulmaya çalışılan Giordano Bruno bir bilim adamı değil, din adamıydı. Aşağıdaki sözleri onun ne denli idealist bir kişiliğe sahip olduğunu göstermektedir.

“Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı’yı kullanırlar.”

______________________

* İsmail TUNALI, Yeni Bir Aydınlanmaya Doğru Kültür ve Sanat Sorunlarına Düşünsel Bakışlar, Remzi Kitabevi, s. 11.