YAHYA EFENDİ HAZRETLERİ ve HIZIR

YAZAR : Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

c_alpguvenc-sayı119

Yahyâ-yı Beşiktâş’ı ziyâret edelim gel!
Oldur sebeb-i zînet-i kühsâr-ı Beşiktaş.1

Çağının nüfuzlu şahsiyetlerinden biriydi… Bu nüfuzu sebebiyle; padişahlar, vezirler, âlimler ve zenginlerin gönderdikleri adak, ihsan ve hibeler hesaplanmayacak kadar çoktu. O; bunların hepsini ya talebelere, ya muhtaçlara dağıtıyor ya da medrese, hamam, çeşme gibi hayır müesseselerine harcıyordu. Bu işler için yaptığı harcamalar, o kadar çoktu ki; bunları görenler, kendisinin mutlaka büyük bir hazine bulduğuna inanıyorlardı.

Muhtaçların kışlık giyecek ve yiyeceğini gönderir, her yıl sadece kimsesiz kadınlara yirmi gemi odun dağıtırdı. Kimsesizlerin mağdur olmamasına bilhassa ihtimam gösterir; müridlerine onları takip etmelerini, ihtiyaç içinde olanları tespit edip kendisine bildirmelerini isterdi.2

***

Bu ay sizlere; dergâhı dertlilerin ilticâgâhı, kalbinde kerâmet nurları parlayan, zamanın incisi, sâlih şahsiyetinin en büyük delilinin parlayan yüzü olduğu söylenen, ehl-i dil, şair, tabip, hakîm, müşfik, cömert gibi unvanlarla bilinen Beşiktaşlı Yahya Efendi’den söz etmeye çalışacağım.

KANUNÎ İLE SÜT KARDEŞ İDİLER!

Beşiktaşlı Yahya Efendi, 1495’te Trabzon’da dünyaya gelmişti. Babası Sâmi Ömer Efendi’nin Trabzon’da kadılık yaptığı dönemde; Sultan II. Bâyezîd’in oğlu Şehzade Selim (Yavuz), orada sancak beyi idi. Yahya Efendi’nin doğumundan birkaç gün sonra Şehzade Selim’in oğlu Süleyman’ın dünyaya gelmesi, bu iki dost aileyi birbirlerine daha da yakınlaştırmıştı. Nitekim kaynaklarda; Süleyman’ın annesinin sütü yetmeyince, küçük Yahya’nın annesi Afife Hatun’un şehzadeyi emzirdiği ve Yahya Efendi ile Şehzade Süleyman’ın süt kardeşi olduğu belirtilir. Yahya Efendi’nin çocukluk ve ilk gençlik yıllarını Trabzon’da geçirdiği, bu dönemde sık sık şehir dışında bir mağarada inzivâya çekildiği, bu hayatını yedi yıl sürdürdüğü rivâyet edilir. Tahsilini, aynı dönemde Trabzon’daki medreselerin birinde tamamlamıştı.

Yahya Efendi; Yavuz Sultan Selim’in tahta çıktığı 1512 yılı içinde, 17 yaşında iken, Şehzade Süleyman’ın maiyetiyle İstanbul’a gitmişti. Dersaâdet’teki tahsilini; zamanın büyük âlimi Zembilli Ali Efendi’nin yanında tamamlamış, onun vefatından sonra on beş akçe yevmiye ile Cambaz Mustafa Paşa Medresesinde müderrislik görevine başlamıştı. Yahya Efendi’nin vazife yaptığı medreseler arasında Üsküdar Mihrimah Sultan ile Fatih Sahn-ı Seman Medreseleri de bulunmaktadır.

AFİFE HATUN MESCİDİ

Kanunî, ilk dönemlerde, Yahya Efendi ve ailesine karşı büyük hürmet ve alâka göstermiş, İstanbul’da inşa ettirdiği ilk mescide Yahya Efendi’nin annesi Afife Hatun’un adını vermişti. Şeyh Efendi; İstanbul’a geldiğinde Sultan Süleyman’ın hemşiresi (kız kardeşi), Şerife Hatun’la evlenmiş, İbrahim ve Ali isimlerini taşıyan iki oğlunun, «Şeyh» unvanı taşıması, herkeste meşîhatı kendisinden sonra onların üstlenmiş olabileceği kanaati oluşturmuştu.

Yahya Efendi, yıllar sonra Kanunî’ye yazdığı bir mektup üzerine sarayla arası açılmış, müderrislik görevinden azledilmiş; ancak padişah, Şeyh’in irşad faaliyetlerine müdahalede bulunmamıştı. Yahya Efendi; azledilmesi üzerine, kendi imkânlarıyla Beşiktaş’ta geniş bir arazi satın almış, hayatının geri kalan kısmını burada kurduğu dergâhta geçirmişti. Sonraki yıllarda; padişahın, Şeyh’e altın ve gümüşten yapılmış hediyeler göndererek gönlünü aldığı, Şeyh’in de dergâhın bahçesinde yetiştirdiği bazı ürünleri padişaha yolladığı rivâyet edilir.

HIZIR -ALEYHİSSELÂM-’LA BİZ DE GÖRÜŞSEK!

Beşiktaşlı Yahya Efendi Hazretleri’nin zaman zaman Hızır -aleyhisselâm- ile buluştuğu rivâyet edilir. Dergâhın bulunduğu yere «Mecmau‘l-Bahreyn: İki denizin buluştuğu yer» denilmesinin sebebi, Hızır -aleyhisselâm- ile Yahya Efendi’nin sık sık burada buluştuklarından kinâyedir. Bazı kaynaklarda Yûşâ Peygamber’in Beykoz’daki makamının da Yahya Efendi tarafından keşfedildiği anlatılır.

***

Ne zaman geldiği ve ne zaman gittiği belli olmayan Hızır -aleyhisselâm-’ın, Efendi Hazretleri ile görüştüğü haberi; sonunda zamanın padişahı Kanunî Sultan Süleyman’ın da kulağına gitmişti. Hünkâr, Efendi Hazretleri’ni ziyaret ettikleri bir gün kendisine;

“–Yâ Şeyh, lutfetseniz de Hızır -aleyhisselâm- ile biz de görüşsek!” diyerek, bu arzusunu açıkça ifade edince, Şeyh Efendi;

“–İnşâallah… Nasibiniz varsa görüşürsünüz!” diye cevap vermişti.

***

Bir gün Yahya Efendi Hazretleri; kendisini ziyarete gelen bir misafiriyle sohbet hâlinde iken, dergâhın kapısına Padişah’ın bir adamı geldi ve;

“Sultanım, Padişahımız sizi sahilde bekliyor. Efendi Hazretleri gelsin de kendileriyle bir Boğaz gezisi yapalım.” dediğini söyledi.

Bu teklif üzerine Yahya Efendi Hazretleri, padişahı bekletmemek için yanına misafirini de alarak, derhâl sahile indi. Maiyetiyle birlikte saltanat kayığında bulunan Sultan Süleyman da; Şeyh Efendi’yi ve yanındaki derviş kılığındaki misafirini görür görmez, onları ayağa kalkarak karşıladı. Kayık, kısa bir hatırlaşmanın ardından Boğaz’a doğru süzülmeye başladı.

SUYA ATILAN YÜZÜK!

Gezi esnasında dervişin gözü; padişahın parmağındaki çok kıymetli elmas yüzüğe takılmış, sürekli olarak onu izlemeye başlamıştı. Dervişin, gözünü ayırmaksızın yüzüğüne baktığını fark eden Sultan, bu değerli yüzüğü yavaşça parmağından çıkardı ve dervişin kucağına attı. Adam; kucağına düşen yüzüğü, gülümseyerek eline aldı, bir süre evirip çevirip gözden geçirdikten sonra, Sultan Süleyman’ın şaşkın bakışları arasında Boğaz’ın mavi sularına fırlatıverdi… Yüzük, dalgaların arasında bir anda gözden kayboldu…

Bu hâdiseye son derece canı sıkılan, ama hâlini çevresindekilere belli etmeyen Hünkâr, Yahya Efendi ile sohbete devam ediyordu. Bir süre sonra derviş; önemli bir işi olduğunu ve âcilen sahile çıkmak mecburiyetinde bulunduğunu ifade ederek Efendi Hazretleri’nden destur istedi. Bunun üzerine, güzelliğiyle göz kamaştıran saltanat kayığı Şeyh Efendi’nin bir göz işaretiyle istikametini sahile doğru yöneltti. Kayık, karaya yanaşmaya çalıştığı sırada, derviş kılıklı adam; elini Boğaz’ın serin sularına soktu, saniyeler içinde ve Sultan’ın hayret dolu bakışları arasında, dakikalar önce kucağına atılan elmas taşlı yüzüğü sudan çıkardı ve Hünkâr’ın kucağına bırakıverdi, ardından çevik bir hareketle kıyıya atlayan derviş, gözden kayboldu…

NEDEN ÎMÂ ETMEDİNİZ?

Gördükleri karşısında hayret içerisinde kalan Sultan, Yahya Efendi Hazretleri’ne dönerek;

“–Efendi Hazretleri, bu garip adam kimdi?” diye sordu;

“–Bu kişi, senin ne zamandır görüşmeyi arzu ettiğin Hızır -aleyhisselâm- idi!” cevabını alınca, Hızır’la tanışma fırsatını kaçırdığına çok üzüldü. Sultan Süleyman;

“–Neden bana bir işaretle bu kişinin Hızır -aleyhisselâm- olduğunu îmâ etmediniz?” diye sitem etti.

Yahya Efendi Hazretleri ona şöyle cevap verdi:

“–O size kendini anlattı, ama siz onu fark etmediniz. Zira Hızır -aleyhisselâm- hazıra görünür. Eğer siz, onunla görüşecek vasıfları hâiz değilseniz, o kendisini sizden gizler!” cevabını verdi.3

_______________­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­________________________

1 Neccarzâde Rızâ’nın bu beytinin günümüz ifadesi: “Gel, Beşiktaş tepelerini süsleyen Yahya Efendi’nin kabrini ziyaret edelim.”

2 İsmail YÜCE, Beşiktaşlı Yahya Efendi, İstanbul, 1992, s. 53.

3 Faik GÖZEN, Beşiktaşlı Yahya Efendi Hazretleri’nin Hayatı, Menkıbeleri ve Dîvançesi, Ankara, 1980, s. 37-39.