FİTNE MESAJLARI

YAZAR : H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

İletişim bilimlerinde bir kuraldır, bir bilgiyi muhataba iletmek için harekete geçen tarafın gayesi hemen hemen her zaman «ikna etmek»tir. İkna etmek, karşı tarafın kanaati üzerinde bir tesir yapmak demektir. İster bir şeye inandırmak, ister inancında şüpheye düşürmek, isterse de inancını kuvvetlendirmek maksadıyla olsun; her ileti, muhatabın bu yönlendirmeyi reddetme veya direnme temâyülünü aşmayı hedefler. Bunun için de ya aklını çelici ya duygularını harekete geçirici veya temel arzu ve korkularını tahrik edici nitelikte olmaya çalışır.

İlk akıl çelici ikna çabasını, ilk insanın cennetten çıkarılmasına sebep olan hatayı işlediği zamanda görebiliriz. Hazret-i Âdem ile Havva cennette huzur içinde yerleşmiş hâldeyken İblis, onların;

«Ebediyyen cennette kalma arzusunu» tahrik edecek şekilde vesvese vererek, onları Allâh’ın emri hakkında fitneye düşürmeyi başarmıştır. Buradan da anlaşılmaktadır ki insanlar ne kadar değerli olsalar da kandırılabilir.

Hattâ insan ne kadar akıllı olursa ikna edilebilirliği o kadar yükselmektedir. İlmî bir çalışmada; bir grup askere, savaşın çıkma sebebini anlatan bir film izletilmiştir. Askerler arasında yapılan araştırmada, zekâsı yüksek askerlerin filmin telkin ettiği görüşe daha fazla ikna olduğu görülmüştür. Bunun sebebi; zekî insanların dikkatini yoğunlaştırma, anlamaya çalışma, akla hitap eden deliller üzerinde düşünme ve hak verme kabiliyetinin yüksek olmasıdır. Bilhassa aklına, vicdanına, selîm duygularına tesir eden, kabul edilmiş hakikatlere uygun görünen, bariz bir tenâkuza rastlanmayan, tutarlı bir muhtevâ; akıl sahiplerini ikna etmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’in hitaplarında «akıl sahipleri» vurgusunun bir hikmeti de buradan anlaşılmaktadır.

Demek ki dinlemek ve kabul etmek, sonuçta da tesir altında kalıp ikna olmak aslen bir kusur değildir. Fakat kandırılabilirlik; yeryüzüne indirilen ana-babamızdan bu yana, hepimizin başını büyük dertlere sokabilmektedir. Bu da hangi mesajlara kendimizi açıp hangisine kapatacağımızı iyi seçmemiz gerektiğini göstermektedir.

Seleften;

“Allâh’ım güdeni de güdüleni de ıslah eyle!” (el-Âmirî, el-Ciddü’l-hasîs) şeklinde bir duâ aktarılır. Âlimler;

“Burada; güdenden maksat kalptir, güdülenden maksat da âzâlardır.” diyorlar. İnsanın kalbi, âzâlarının çobanına benzetilmiş.

Tasavvuf âlimleri; kalbi, başta göz ve kulak olmak üzere duyu organlarından gelen mesajlarla dolan bir havuza benzetmişler. Kalbin kapısında bekçilik etmeyi büyük bir fazîlet olarak tasvir etmişler. Çünkü insanın kalbine onu fitneye düşüren bir mesaj düştüğü zaman, bundan bütün âzâlarının kontrolü etkilenecektir.

Fitne, insanın sağduyusunu kaybetmesine sebep olan zorlu bir durumdur. Bazen ferdî duygu ve arzulardır, mal ve evlâdın fitne olması gibi; bazen de içtimâî huzursuzluğa sebep olan fikrî münakaşalardır.

Böyle kargaşalı zamanlar; asr-ı saâdette, henüz Peygamber Efendimiz insanların arasında yaşıyorken dahî olmuştur. Îmânı kalbinde henüz kökleşmemiş olan kişiler; münafıklarla, müşrikler ve yahudilerle oturup kalkmaya devam edince, onların tesirinde kalmışlardır. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de; hem mü’minlerle hem de korku veya menfaat hisleri sebebiyle gayr-i müslim ve münafıklarla içli dışlı olan kişilerin durumu hakkında şöyle uyarıyor:

“Birtakım kimseler bulacaksınız ki; hem sizden emin olmak, hem de kavimlerinden emin olmak ister (iki tarafa da dost görünürler). Fitne için her davet olunuşlarında onun içine baş aşağı dalarlar…” (en-Nisâ, 91)

İşte böyle arada kalmış kişiler; bir fitne çıktığı zaman, hemen ona tâbî oluverip mü’minleri zorda bırakmışlardır. Meselâ; Uhud Harbi’nde müslümanların ordusundan üç yüz kişi, böyle telkinler sebebiyle ayrılıp moral bozmuştur. Ve bunun gibi başka birçok fitneler olmuştur. Bu sebeple Rabbimiz; mü’minleri fitnelere karşı uyarırken, evvelâ, kulak verip dinleyecekleri sözler hususunda ikaz ediyor:

“O, size Kitap’ta;

«Allâh’ın âyetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz.» diye indirdi. Doğrusu Allah; münafıkların da, kâfirlerin de tümünü cehennemde toplayacak olandır.” (en-Nisâ, 140)

Allah Teâlâ, mü’minlere; dostlarını, sohbet arkadaşlarını seçmekte son derece dikkatli olmalarını emretmiş;

“Sizin dostunuz ancak; Allah’tır, Rasûlü’dür ve Allâh’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren mü’minlerdir.” (el-Mâide, 55) buyurmuştur.

“Allâh’a, elçisine ve âhiret gününe inanmış bir topluluk göremezsin ki; Allâh’a ve elçisine karşı gelenleri dost edinsin. Hattâ onlar; kendilerinin anaları, babaları, çocukları, oğulları, kardeşleri ve akrabaları bile olsa…” (el-Mücâdile, 22)

Hattâ mü’minler içinde de Allâh’a verdiği ahde sadâkat gösteren, sağlam duruşlu mü’minleri tercih etmeleri tavsiye edilmiştir:

“Allâh’a karşı gelmekten sakının ve sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119)

Gerçekten de Kur’ân-ı Kerîm’i dikkatle okuduğumuz zaman, bize insan tabiatına dair çok önemli ipuçları verdiğini ve kıyâmete kadar gelecek bütün hâdiselerde, bize çok güzel rehberlik yaptığını görürüz. Meselâ, bütün asırlardaki müslümanlara hidâyet kaynağı olan şu âyet-i kerîme; zamanımızdaki enformasyon kirliliği karşısında, mü’minin takınması gereken tavrı ne kadar güzel ortaya koyar:

“Ey îmân edenler! Herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa gerçeği bilmeyerek birtakım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (el-Hucurât, 6)

Gerçekten de zamanımızda medya ve sosyal medya el ele vermiş, fitneler pazarlamaktadır. Teknoloji, dedikodu ve iftira üretimine çeşitlilik kazandırmış; görüntülü, sesli, dış destekli, türlü türlü haberler piyasaya sürülebilmektedir. Şu zamanda en fazla dikkat edeceğimiz husus; içyüzünü iyice bilmediğimiz bir malûmata hemen kapılmamak, bilhassa paylaştığımız ve aktardığımız bilgilere çok dikkat etmek olmalıdır.

Allah Teâlâ bizleri duyduğumuz her şeye itibar etmememiz, rast geldiğimiz her akıntıya kapılmamamız için uyarmaktadır:

“Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalp gibi organların hepsi de sorguya çekilecektir.” (el-İsrâ, 36)

İnsanoğlu çoğu zaman dinlediklerini de konuştuklarını da önemsemez. Ağızdan kolayca çıkıveriyor, hattâ bir tıklamayla aynen kopyalanıp iletiliveriyor diye bunu bir amel saymaz. Hâlbuki söz de kişinin en önemli amellerinden sayılmaktadır:

“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen ve dediklerini kayda geçen bir melek hazır bulunmasın.” (Kāf, 18)

Topluma yayılan fitneler, bazen o kadar akıl karıştırıcıdır ki; hak ile bâtılı birbirinden ayırmak o kadar kolay olmaz. Hattâ fitneleri yayanlar, bunu güya ıslahat nâmına yapar, kendilerine kurtarıcı süsü verirler:

“Onlara; «Yeryüzünde fitne-fesat çıkarmayın!» dendiği zaman; «Biz ancak ıslah edicileriz.» derler.” (el-Bakara, 11)

Bu eskiden beri böyle olmuştur. Peygamber Efendimiz ve ashâbı; bizim gibi ufak tefek meselelerle değil, toptan yok olmaya götürebilecek çok tehlikeli savaşlarla, kuşatmalarla imtihan edildiler. Böyle zamanlarda, îman bakımından zayıf olan kişiler; yayılan dedikoduları kulaktan kulağa yayarak, toplumda endişeye ve güvensizliğe sebep oldular. Allah Teâlâ, onların şahsında ümmete şöyle öğüt veriyor ve böyle durumlarda nasıl davranılması gerektiğini öğretiyor:

“Kendilerine barış veya savaş ile ilgili bir haber geldiğinde onu yayarlar. Hâlbuki onu, Peygamber’e ve içlerinden yetki sahibi kimselere götürselerdi; elbette bunlardan, onu değerlendirip sonuç (hüküm) çıkarabilecek nitelikte olanları, onu anlayıp bilirlerdi. Allâh’ın size lutfu ve merhameti olmasaydı, pek azınız hâriç, muhakkak şeytana uyardınız.” (en-Nisâ, 83)

Demek ki mü’min; bir haber duyduğu zaman, alelacele hüküm vermemeli ve onu aktarmamalı; aksine onun aslını araştırıp gerekli tedbirleri alması için ümmetin içindeki âkil ve basîretli kişilerin hüküm vermesini beklemelidir. Çünkü böyle aceleyle yaymak, mü’minleri; anlık şâyialarla dalgalanıveren, birliği-dirliği kolayca bozuluveren bir toplum hâline getirir.

Ülkemizde, hâkim güçlerin bu coğrafyaya biçtiği rolü reddeden bir hükûmet iş başına geldiğinden beri; sokakları savaş alanına çeviren fitneler tezgâhlanıyor. Bunların birçoğu da sosyal medya üzerinden örgütleniyor. Hattâ şu anda hem ülkemizde hem bütün dünyada, neye hizmet ettiğini tam bilemediğimiz sözde İslâm adına cihad yapan örgütlere insan toplamaya çalışanlar da sosyal medya imkânlarından faydalanıyor.

Muhtemelen Peygamberimiz’in bizi uyardığı fitnelerle kuşatıldığımız bir zamandayız:

“Kıyâmete yakın, karanlık gecelerin parçaları gibi fitneler vardır ki; kişi o fitnelerde mü’min olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mü’min olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar…” (Ebû Dâvûd, Fiten, 2)

Allah Rasûlü; böyle karışık zamanlarda, aceleyle tavır almaktan sakındırıyor. Müslümanların cemaatine uymayı emrediyor, karmaşayı terk etmeyi, fitneyi yalnız bırakarak akîm kılmayı tavsiye ediyor. (Buhârî, Fiten, 11; Müslim, İmâret, 51)

Peygamberimiz buyuruyor:

“Fitne ve anarşi döneminde ibâdet, sevap bakımından bana hicret etmek gibidir.” (Müslim, Fiten, 130; Tirmizî, Fiten, 31; İbn-i Mâce, Fiten, 14; Müsned, 525)