1789 FRANSIZ İNKILÂBI -2-

YAZAR : Ahmet MERAL ahmetmeral61@gmail.com

1789 İnkılâbı’nın ardından, Fransız toplumu; on beş yıl tam bir karmaşa ve çalkantılı karışıklık yaşadı. Dövüşen asiller, duâ eden rahipler ve bu iki grubu beslemek için çalışan köylüler, orta sınıfı oluşturan ticaret erbabından oluşan toplum katmanları arasındaki mücadelelerden güçlenerek çıkan, orta sınıf burjuvalar oldu. İhtilâl sonrası beş yıl boyunca daha önce siyasî haklardan mahrum, üstelik ağır vergi yükü altında ezilen esnaf ve ticaret erbabı ile köylüler; meclis yoluyla birtakım yeni haklar elde etti.

14 Temmuz 1789 günü, mutlak monarşinin sonunu getirmişti. Kralın yönetimine karşı çıkan burjuvalar, Paris’te kontrolü ele geçirdi. İhtilâlin ilk yıllarında; orta sınıf halkın, siyasî ve sosyal haklarının anayasa ile teminat altına alındığı cumhuriyet dönemi yaşandı. Aynı zamanda bu dönem; gücü ele geçirenlerin kantarın topuzunu kaçırdığı, muhalifler kadar, devrim taraftarlarının da birbiriyle hesaplaştığı terör ve karmaşa dönemi oldu.

Fransız İhtilâli üzerinde uzun değerlendirmeleriyle tanınan II. Meşrutiyet dönemi Osmanlı aydınlarından Ahmed Şuayb, Paris’te yaşanan kaosu şu cümlelerle anlatır:

“Boşanmış boğa gibi kudurmuş halk. Tüfekler ve baltalar ellerinde, her tarafa; belediyelere, şatolara, manastırlara hücum ediyor. Açlığın kör ve sağır şiddetlerinden başka; kaçakçılar, serseriler, dilenciler, haydutlar… Bu nevî sefâlet çekenler, iştah artırıcı bir avın kokusunu hissetmekle her yöne seğirten kurtlara benzerler. Çünkü halk çocuk gibidir. Maksada doğrudan doğruya gider… Kuvve-i umumiyeyi ellerine geçiren avam tabakaları, tabiî hukuka uygun zannettikleri her şeyi istedikleri gibi son derece katılıkla koyuyor ve tesis eyliyorlar.”1

Kurucu meclis oluşturularak yeni bir anayasa hazırlandı. Konvansiyon Meclisi’nin devlet yönetimindeki ağırlığının artması, elde edilen hakların anayasanın teminatı altına alınması, millet hâkimiyeti yönünde önemli bir adımdı. Sokak ve meclis gücüyle, iktidarın millet taleplerine boyun eğdirilmesi; monarşinin zayıflamasına, eskinin avantajlı sınıflarının çok büyük ölçüde güç ve mevzî kaybetmesine yol açtı.

Fransız İnkılâbı’nın etkili isimlerinden ve Jakoben kanadının en önemli liderlerinden Maximilien Robespierre, iyi bir avukat ve inandıklarını sonuna kadar müdafaa etmekten çekinmeyen karizmatik bir siyasetçiydi. Devrimin yayılması, kökleşmesi ve demokrasinin yerleşmesi için; zor ve zorbalık yöntemine müracaat etmekten çekinmemekteydi. Bu yönüyle daha ılımlı sayılan Jirondenlerden ve kral taraftarlarından ayrılmaktaydı. Paris halkı onu; bozulmaz, satın alınamaz, yıkılamaz anlamına gelen «Incorruptible» lakabıyla anmaktaydı. Onun etkili olduğu yıllarda, çok sayıda muhalif bertaraf edildi. 16. Louis eski gücünü tekrar kazanma adına bazı girişimlerde bulunarak başa geçmek isteyince, Ocak 1794’te yargılandı ve mecliste yapılan oylama sonrasında eşi Maria Antoniette ile birlikte giyotine gönderildi. Voltaire’nin Brütüs’ünden ilham alınarak ortaya konan aşağıdaki şiirler; ihtilâli yapanların, monarşiye nefretlerinin boyutlarını ortaya koymaktaydı:

“Eğer Fransızlar arasında bir hâin varsa ki, / Louis’i arasın ve bir efendi istesin… / Bu hâin azaplar içinde gebersin, / Kabahatli kemikleri rüzgâra atılsın, / Aramızda kalacak olan adı, / Fransa’nın nefret ettiği kral adından fena olsun.”2

Ancak, Georges Jacques Danton ve Desmoulins’in liderlik ettiği ılımlı ve uzlaşmacı Jirondenler; Robespierre’nin liderliğindeki devrimcilerin, güç kullanmadaki pervasızlıklarına karşı çıkıyordu. Dengelerin bozulmasıyla birlikte; hem devrimi yapanlar hem de kral yanlıları arasında kanlı mücadeleler meydana geldi. İhtilâflar ve güç mücadeleleri sadece Jakobenler ve Jirondenler arasında yaşanmadı. «Devrim kendi çocuklarını yer.» ifadesi istikametinde aynı gruptakiler arasında, özellikle de Jakobenlerin kendi içinde, amansız kanlı hesaplaşmalar yaşandı. Kral Louis’in idamının ardından artan çekişmeler; Georges Jacques Danton ve Desmoulins’i ve ardından Robespierre’yi de giyotinle idam edilenler arasına kattı. Böylece; Montesquieu, Rousseau, John Locke gibi aydınların öğretilerinin halk tarafından algılanışının çok farklılıklar arz ettiği, son derece masum hak talepleriyle ve masum sloganlarla ortaya konulan tepkilerin, dramatik bazı gelişmelere de yol açabileceği görülmüş oldu.

Fikirleriyle ihtilâlin gerçekleşmesinde en etkili müelliflerden J. J. Rousseau’ya göre;

“Hâkimiyetin aslî sahibi olan millet; kendisini temsil eden bütün devlet memurlarından -hükûmet edenler dâhil- yetkilerini gereği gibi kullanmadıkları takdirde, verdiği vekâleti geri alabilir.”

Yine J. Locke da iktidara karşı «direnme ve devrim hakkı»nı meşrû addetmektedir. J. Locke’un;

“Mutlak iktidar; insanı, tabiî yaşama hâlinden daha kötü bir duruma sokar ki bu arzulanan bir hâl değildir. Hâkimiyetin kendisine niçin verildiğini unutan iktidara karşı ayaklanma meşrûdur.”3 görüşleri maksadını aşarak hayata geçirildi.

Konsüllük dönemi ve tekrar gelen imparatorluk idaresi, 1791-1815 yılları arasındaki devrin siyasî karışıklığına işaret etmektedir. 1799 yılında, inkılâp sırasında genç bir subay olan Napolyon Bonapart darbe ile başa geçti. Dünya tarihinin en önemli askerî ve siyasî kişiliklerinden biri olan Napolyon; ömrü boyunca devrimin yayılması adına çalıştı ve bu uğurda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, İngiltere ve Rusya ile başarılı askerî mücadelelerde bulundu. 1801 yılında Napolyon, İtalya’yı zaptetti. Napolyon Bonapart, 1804 yılında, Notre Dame Katedrali’nde; Fransa Cumhurbaşkanı, İtalya Kralı ve General unvanlarıyla İmparatorluk tâcını giydi. Bir aralık İngiltere’nin sömürgelerine giden yolları kontrol etmek amacıyla, Mısır’ı işgal ettiyse de Osmanlıların mukavemeti, İngiltere ve Rusya’nın da Osmanlıların yanında yer alması neticesinde Mısır’dan ve Akka’dan çekilmek zorunda kaldı. Napolyon’un yıldızının sönmesine yol açan en önemli gelişme, Rusya seferinde ordusunun soğuktan büyük kayıplara uğraması oldu. Elbe sürgününün ardından Paris’te yönetimi tekrar ele geçirdiyse de 1815 yılı Haziran ayında İngiltere ve Prusya kuvvetleri tarafından Waterloo Savaşı’nda büyük bir yenilgiye uğradı. Paris’e dönünce tahtına ikinci kez vedâ etmek zorunda kaldı.

Amerika’ya kaçmak istedi, ancak bunu başaramadı ve İngilizlere teslim oldu. İngilizler onu Atlantik’teki Saint Helena adasına götürdü. Son yıllarını bu küçük adada geçiren Napolyon, Mayıs 1821’de 51 yaşındayken öldü.

___________________

1 Atillâ DOĞAN, Osmanlı Modernleşmesi, Fransız İhtilâli ve Ahmed Şuayb Örneği, Liberal Düşünce, yıl 16, sa. 61-62.
2 A. Aulard Fransa İnkılâbı’nın Siyasî Tarihi, s. 296, TTK Basımevi, Ankara, 1987.
3 Ersin ÇAMOĞLU, Akliyeci Tabiî Hukuk Açısından Büyük Fransız İhtilâli, İst. Ün. Huk. Fak. Mecmuası, c. 29, sa. 1-2.