ALLÂH’IN RIZÂSI

YAZAR : Ahmet ZİYLAN

Halk arasında güzel bir söz, bir duâ var. Küçücük bir iş, bir iyilik, hürmet veya davranış yaptığınızda;

“–Teşekkür ederim, Allah sizden râzı olsun!” deniyor.

Karşıdaki de;

“–Allah senden de râzı olsun!” diyor.

Karşılıklı ne güzel davranış.

Biz günde kaç kişiye; «Allah râzı olsun!» dediriyoruz? Günde 20-30 kişiye; «Allah râzı olsun!» dedirsek, birinin duâsı inşâallah kabul olursa, bu bize yeter!

Günde 20-30 kişiye; «Allah râzı olsun!» dedirmek için ne yapmak lâzım? Hem iyilik yapmak, hem iyilik yaptırmak lâzım. Meselâ dersin ki:

“–Bir bardak su verir misin?” Sen suyu alır içersin. Yeter ki iste, iş olduktan sonra;

“Allah râzı olsun!” de. O da sana;

“–Allah sizden de râzı olsun!” der.

“–Şu şeyi uzatır mısın?” de. Verince;

“Allah râzı olsun!” dersin. O da;

“–Allah senden de râzı olsun!” der.

Böyle böyle, günde kimine sen iyilik yaparsın, kimine yaptırırsın, kimisine fedâkârlıkta bulunursun, kimisine güzel bir söz söylersin;

«Allah râzı olsun!» der. Duâ edersin, karşıdakine de ettirirsin.

Kahramanmaraşlı’nın hikâyesine döner:

Gaziantepli bir esnaf, iş görüşmesi için Kahramanmaraş’a gitmiş. Arabası var. Elinde de gideceği yerin adresi var. Ama, kimi yere; «Tek Yön!», «Girilmez!» yazmışlar. Kimi yere; «Girilir!» yazmışlar. Yolu tarifle bulmak, neredeyse imkânsız!

Bir taksi durdurmuş:

“–Şu adrese beni götür! Ben seni takip edeyim. Taksimetreni de aç. Ne kadar yazarsa ödeyeyim.”

Akıllıca düşünüyor, aramakla zorlanacak… Taksinin ardına takılmış. Taksici yolu bildiği için, mesafe de yakın, istediği yere hemen götürmüş, köşeye varınca tarif etmiş:

“–Artık kolay bulursun, işte şurası. Buradan 500 metre dosdoğru git. Senin aradığın yer orada.” demiş. Bizim Antepli, adresi kolayca bulduğu için sevinçli;

Taksiciye soruyor:

“–Borcumuz ne kadar?”

Taksici;

“–Borcun yok!” diyor.

“–Sana; «Taksimetreyi aç! Ne kadarsa ödeyelim.» demedim mi? Pazarlık ettik. Bir iş yaptırdık.” deyince;

Uyanık Maraşlı taksici;

“–Borcun yok. Şöyle cân u gönülden bir; «Allah râzı olsun!» dersen yeter!” demiş.

Alacağı üç lira, beş lira. Ama diyor ki;

“Cân u gönülden bir; «Allah râzı olsun!» de. O da cân u gönülden demiş. Durup oturduğu yerde bir sevap. Öyle bir güzel sevap ki, öyle bir güzel duâ ki; Allah, kişiden râzı olduğu gibi, onun yanlış yolları varsa bile, o yolları düzeltir. Ona yolunu düzelttirir. Allah râzı olduğu kulunun yolunu açar;

“Gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili olurum…” (Buhârî, Rikāk, 38) diyor.

Bu duâyı biraz da alışkanlık hâlinde tekrarladığımız için mânâsını tam idrak edemiyoruz. Daha önce yazmıştık. Rahmetli Fuat ÇAMDİBİ Hoca;

“Allah râzı olsun.” diye duâ ettiği hâlde, daha duâ isteyen kişiye bu idraksizlik sebebiyle kızmış…

Allâh’ın rızâsına ermek ne büyük bir lütuf…

Allah’ın rızâsına talip olarak çalışabilmek çok mühim.

İnsan çalışıyorsa kazanmak içindir. Üretiyorsa, alıyorsa, satıyorsa kazanmak istiyor. Fakat para kazanacağım derken, Allâh’ın rızâsını kaybetmek ne büyük bir kayıp, ne büyük bir iflâs…

Asıl maksat Allâh’ın rızâsını kazanmak olmalı. Maîşetini kazanırken de, mesleğini icra ederken de…

Bunun tersi de olabiliyor. Kişinin yaptığı davranış, zulüm, tecavüz gibi kötü hâlleri ile yüzüne veya gıyâbında; «Allah belânı veyahut belâsını versin!» diye bedduâ edildiğini de duyuyoruz.

Günde 20-30 kişi bir adama haklı olarak bedduâ ederse… Birisi kabul olsa, insan iki cihanda perişan olur. Bunca âhlardan biri de tutmaz mı! Tutar. Bu sebeple kul haklarından son derecede sakınmalıyız.

Diğer taraftan biz dilimizi bedduâya değil, hayır duâ etmeye alıştırmalıyız. Haksızlık yapanlara bile;

«Mevlâ’m hidâyet etsin!», «Zulmü, hatayı terk etmeyi, Allâh’ın rızâsı doğrultusunda amel yapmayı, herkesin duâsını almayı nasip etsin!» diye güzel niyazlarda bulunmalıyız.

Başkalarına zulmeden, herkese kötü davrananlar için atalarımız;

“Zalimin zulmüne bakma, ömrünün kısalığına bak.” demişlerdir. Zalimin bu dünyada ömrü kısa olduğu gibi âhirette azabı çok şiddetlidir. Yalan söyleyenler, yaptığı işi kötü yapanlar, kul hakkına riâyet etmeyenler, kalp kıranlar ve benzeri kötülükleri yapanlar hep bu gruba dâhildirler. Allah muhafaza eylesin…

«Allah râzı olsun!» ne demek?

Allâh’ın râzı olduğu işleri yapmak, râzı olmadığı işleri de yapmamak, yani terk etmek. Allâh’ın sevgisini kazanmak, sevgisinden mahrum olmaktan korkmak.

Peki, Allah kimleri sever? Sıralasak;

Allah kendini sevenleri sever, israf etmeyenleri, cimri olmayanları sever. Âyet-i kerîmede;

“Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez.” (el-A‘râf, 31) buyurulmuştur.

Allah; yalan söylemeyeni, yaptığı işi güzel yapanı, emirlerini yerine getireni, ibâdetlerini eksiksiz yapanı, kendisini çokça zikredeni sever. Hastaları ziyaret edeni; dul, yetim ve miskinlere yardımda bulunanı, bütün mahlûkāta karşı merhametli olanı sever.

Çünkü;

“Allah muhsinleri, ihsan sahiplerini sever.” (el-Bakara, 195)

Rabbimiz’in sevgisine muhtacız. O’nu sevmeye, ve O’nun bizi sevmesine muhtacız. O’nun sevgisini, muhabbetini ve rızâsını yine O’ndan niyaz edeceğiz. Nitekim Davud -aleyhisselâm-;

“Allâh’ım! Sen’den Sen’in muhabbetini (beni sevmeni ve kalbime muhabbetullah nasîb etmeni), Sen’i seven(ler)in muhabbetini (onları sevmemi ve onların beni sevmesini nasîb etmeni) ve beni Sen’in muhabbetine ulaştıracak (sâlih) amel(ler)i niyâz ederim.” (Tirmizî, Deavât, 72) diye duâ etmiştir.

Rabbimiz’in bizi sevmesi; «râzı olması» anlamına gelir. Onun için dile kolay gelen bu duâ çok güzeldir ve güzel bir alışkanlıktır. Allâh’ın râzı olmayacağı amellerin hiçbir faydası yoktur. Bu sebeple namaza başlarken, oruca niyet ederken;

“Sen’in rızan için şu ameli yapmaya niyet ettim, kabul eyle…” diye başlanır. Niyet edilen namaz, huşû ile, Allâh’ın rızâsına uygun kılınıyorsa, işte o; namazdır. Yok; «Ne müslüman adam!» desinler diye, gösteriş için kılınıyorsa o namazın anlamı yoktur.

Geçmişte bir makalemizde de yazmıştık, herkesin bildiği bir hadîs-i şerîfi, önemine binâen tekrar yazmakta fayda görüyorum:

Cihad ederken vefat eden şehide bile;

“–Sen Allah rızâsı için savaşmadın, Allâh’ı unuttun. «Ne kahraman!», «Ne yiğit!» desinler diye savaştın, öldün. Cenneti değil, cehennemi hak ettin.” denileceği bildirilmiştir.

Yine bir âlime;

“–Sana ilmi lutfettik, sen ne yaptın?” diye sorulacaktır.

O da;

“–Öğretmenlik yaptım, vaizlik yaptım, halkı irşad etmeye çalıştım.” deyince;

“–Yalan söylüyorsun, sen; «Ne âlim!» desinler; «Ne bilgili!» desinler diye yaptın. Allâh’ı (Allah rızâsını) unuttun, bu da senin için denildi. Sen de cehennemi hak ettin.” diye karşılık verilecektir.

Varlıklı biri de sorguya çekilecek;

“–Sana servet verdik, şöhret verdik, akıl verdik, sen ne yaptın?” denilecek.

O da;

“–Zekât verdim; infak yaptım; okul, cami, Kur’ân kursları yaptırdım.” deyince;

“–Yalan söylüyorsun, sen Allâh’ı unutup; «Ne cömert insan, ne iyi insan!» desinler diye bunları yaptın. O da senin için denildi, gururlandın, havalara girdin. Sen de cehennemi hak ettin.” denilecektir. (Müslim, İmâre, 152)

Yapılan işte «Allah rızâsı» olmayınca, bu kadar önemli işlerin bile değeri yoktur. Âyet-i kerîmede buyurulur:

“…Mallarını, insanlara gösteriş için sarf edenleri (Allah sevmez). Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır o!” (en-Nisâ, 38)

Bu bakımdan Allah rızâsının önemini iyi anlamak, anlatmak gereklidir.

Demek ki; bir hayrı, iyiliği yaparken, bir sâlih ameli işlerken sadece Allâh’ın rızâsını hedeflemek şarttır. Bunun tersinden bir benzeri de, -Allah korusun- kulların isteklerini Allâh’ın rızâsının önüne geçirmektir.

Bir örnek verelim:

Yaşantısı takvâlı görünen birine;

“–Bu uygun olmayan elbiseyi çocuğuna niçin giydiriyorsun?” veya;

“–Evlâdının düğününü niçin gayr-i İslâmî şekilde yapıyorsun?” diye sorunca cevâben;

“–Eğer senin dediğin gibi yapsam el âlem bana ne der, ayıp olur!” dediğine şahit oluyoruz.

Aman yâ Rabbî!

Allâh’ın emrini unutuyor, el âlemin korkusunu, ayıplamasını öne çıkarıyoruz. Rabbim hidâyet eylesin, önce bize, sonra bütün İslâm âlemine…

Bir de, Allâh’ın râzı olduğu kullar;

«Allah’tan râzı olanlar»dır. Allâh’ın verdiğine/vereceğine ihlâs ile şükür/hamd edenlerdir. Onun için duâlarımızda;

“…Şükrümüzü dilimizden eksik etme! Sana sonsuz şükür/hamd ediyoruz, şükrünü edâ edenlerden eyle!..” diyoruz.

Allah Teâlâ’dan râzı olmak, şikâyet etmemek demektir.

Hastalık hâlinde, yoklukta, çeşitli müşküllerde şikâyet etmemek gerekir. Şikâyet; verdiğine râzı olmamak, itiraz etmektir. Mevlâ’mın imtihanını kaybetmek, Allâh’ın rızâsından mahrum olmak demektir. Ancak hasta olunca şifâ aramak, doktora gitmek; müşküle düşünce çare aramak, şikâyet anlamına gelmez. Tedbirli olup, sonuca şükretmelidir. Onun için çok dikkatli olup, küçük büyük sıkıntılara, izdihama, vesair aksi giden şeylere hemen itiraz etmemek gerekir.

Mevlâ Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ı bile; canından, malından ve evlâdından imtihan etmiştir. İbrahim -aleyhisselâm- ateşe atılacağı an bile;

“Allah bana yeter!” diyerek Allâh’a sığınmış, şikâyet etmemiştir. Dünyadaki sıkıntılar, günahlara kefâret olacaktır.

Âhirette bazı kişiler, cennete doğru koşarken melekler;

“–Siz cennete koşuyorsunuz, kimlersiniz?” diye soracaklar. Onlar da;

“–Biz dünyada ıstıraba dûçâr olduğumuzda Mevlâ’mıza şikâyet etmeyen, şükür/hamd edenlerdeniz.” diyeceklerdir.

Mevlâ’m sıkıntılara hamd edenlerden o kadar râzı oluyor ki onlar için cennette «hamd köşkleri» hazırlıyor. Ne mutlu o köşklere lâyık olanlara. Aman ha kardeşlerim, dilimize sahip çıkalım; farkında olmadan;

«Niçin yağmur yağmadı?»,

«Niye güneş açmadı?»,

«Bu kadar sıcak olur mu?»,

«Öff ne kadar soğuk!»,

«Bu hastalık da beni mi buldu?»,

«Hep olumsuzluklar da beni mi buluyor?» gibi şikâyetçi sözler sarf etmemeye dikkat edelim. Allah’tan gelene hamd edip, Allâh’ın rızâsını kazanmamız gerek. Ömür çok kısa, gelir geçer. Allâh’ın rızâsı istikametinde ömrümüzü geçirmek için çok gayret ve dikkat etmemiz lâzımdır.

Mevlâ’m bir de; «mütevâzı» olanı sever. Zâtına ortak koşanı, kibirli ve bencil olanı sevmez. Kendini beğenip başkalarından üstün göreni sevmez. İsterse çok akıllı, ilim sahibi, servet-şöhret sahibi, güçlü, hünerli olsun; bunların Allâh’ın lutfu olduğunu bilip, Allâh’a çok şükretmesi lâzımdır.

«Ben yaptım!», «Ben çalıştım!», «Ben kazandım!», «Ben…», «Ben…» derse; Allâh’ın rızâsını kazanamaz. Benlik kibre, kibir de insanı şirke götürür. Mevlâ’m affetmez. Dâvâlar, olumsuzluklar çoğu kez «ene»den kaynaklanıyor, Allâh’ın rızâsından mahrum kalınıyor.

Cenâb-ı Mevlâ’m rızâsına uygun şekilde hayatımızı devam ettirmeyi nasip eylesin. Âkıbetimizi hayr eylesin. Kendisini başkalarından üstün gören kullarından eylemesin. Mevlâ’m sizlerden râzı olsun.

Âyet ve hadislerdeki duâlarla Rabbimiz’e yakaralım:

“Allâh’ım! Sen’in gazabından Sen’in rızâna sığınırım.” (Müslim, Salât, 222)

“Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.” (en-Neml, 19)

Âmîn…