SORUMLU MUYUZ?

YAZAR : İlham SOVGATOV ilhamsovqatov@gmail.com

İşe gecikmemek için her gün yataktan erken kalkarız. İşe geciksek, hemen ardından patronumuzdan özür dilemeye başlarız. Patronumuz insaflı bir adam ise, bizi affeder, zalim biriyse, o zaman ağzına geleni söyleyecektir. O zaman da biz her gün işe gecikmemek için titiz davranıp zamanında yetişmek için uykuyu kendimize haram ederiz. İşte buna mes’ûliyet / sorumluluk diyoruz.

Ancak sabah namazına erken kalkmak için, sabah namazını vaktinde edâ etmek için biz böyle titiz davranıyor muyuz? Sabah namazını kaçırırsak; Allah’tan çoğu zaman özür dilemiyoruz. Uykum geliyor, çok yorgundum falan gibi bahaneler mi aklımıza geliyor. Ancak patronumuza bunu söylesek bile hiç faydası olmayacaktır. O zaman bizde sabah namazının mes’ûliyeti yok.

Bir düğüne, bir derneğe davet alırsak, zamanında yetişmek için birkaç gün önceden hazırlık yapmaya başlarız. Ne bileyim, elbisesinden tutun kokusuna kadar her şeyimize dikkat ederiz. Bir düğün davetlisi olarak bir sorumluluk duyarız. Ancak, cuma namazlarına, sanki sıradan bir yermiş gibi gidiyoruz. Cuma ezanı okunma zamanı geldiğinde bile biz hâlâ işimizde-gücümüzde oluyoruz. Sabah erkenden kalkıp hazırlıklarımızı görmüyoruz. Bugün cuma deyip, güzel elbiselerimizi giymiyor, güzel kokularımızı sürmüyoruz. Hattâ bazen; «işimiz çoktu» deyip cumayı terk eden müslümanlar bile var.

Birinden borç alırsak, zamanı gelince ödemek zorundayız. Va‘dettiğimiz zamana kadar parayı bulmak için gayret ediyoruz. Çünkü, borç mes’ûliyetimiz var. Borç sahibi kapımıza gelip bizden hakkını talep edecektir. O zaman biz borcun sorumluluğunu duyarız. Borcu hemen ödeme mes’ûliyetini hissederiz. Ancak biz zekât vermek için hiç çaba sarf ediyor muyuz? Allâh’ın emridir deyip paramızı biriktirip Allah yolunda infak etmeyi düşünmüyoruz. Allâh’ın bize verdiği nimetlerini Allâh’ın yolunda sarf etmeyi hiç düşünmüyoruz. Bunun mes’ûliyetini idrak etmiyoruz. Zekât da bir ibâdet… O zaman ibâdeti edâ etmek için gayret etmek gerekir…

Çocuklarımızı en iyi okullarda okutuyor, iyi tahsil almaları için kucak dolusu para harcıyoruz. Evlâtlarımız iyi yerde çalışsın diye en güzel, en modern mesleği onlara öğretiyoruz. Ancak evlâtlarımıza dîni öğretiyor muyuz? Kur’ânı, İslâm’ı, ahlâkı, îmânı öğretiyor muyuz? Bugün evlâdımızın başına gelebilecek şeylerden kendimizi sorumlu tuttuğumuz gibi, yarın da mahşer yerinde onu bekleyen şeylerden kendimizi mes’ul hissediyor muyuz?

Dünyada ağlayan çocukların sayısını bilmiyoruz. Ne kadar çocuk yetim kalıyor haberimiz yok. Ne kadar çocuk sokaklarda yatıyor, ne kadarı yanlış yollara sevk ediliyor bundan da haberdar değiliz. Mazlum çocuklar, aç-susuz kalan yavrular, hep film gibi gözümüzün önünden geçmeli. Karnımız tok, yerimiz sıcak, işimiz iyi gidiyor diye başkaları bizim aklımızdan çıkmamalı… Bizde bir ümmet mes’ûliyeti olmalı. Bu ümmetin derdi, sorumluluğu olmalı.

İşte mes’ûliyet budur, sorumluluk budur. Namazımız kazaya kalmasın diye titiz davranmaktır sorumluluk. Orucumuz bozulmasın diye yemeğe, içmeye dikkat ettiğimiz gibi; dedikodu, gıybet etmemeye, yalan söylememeye de dikkat etmektir sorumluluk.

Allah’tan gelen emirlere uyup hayatta tatbik etmektir mes’ûliyet…

“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hûd, 112) âyeti ile ihtiyarlayan Peygamber Efendimiz’in ümmetiyiz. Âyetin devamında da buyuruluyor ki:

“Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adâlet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.”

Evet, şimdi biz Peygamber Efendimiz’in yanında değiliz, ancak O’nun yanında olmak istiyoruz. O zaman bu âyet de bizi ihtiyarlatmalıdır. Bu âyette bildirilen; «Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!» emr-i ilâhîsinin muhtevâsına vâkıf olmalıyız.

Her sabah kalktığımızda, ne için uyandık diye farkına varmalıyız.

“Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 56) buyuran Rabbimiz’e itaat, ibâdet mes’ûliyeti için uyandık, O’na secde etmek için uyandık. Bunun bilincinde olmalıyız.

Her zaman her yerde hareketlerimize dikkat ederiz. Bizi görürler diye oturuşumuza, duruşumuza çekidüzen veririz. Ancak;

“Üzerinizde koruyucu, kirâmen kâtibîn (değerli yazıcı) melekler var. Bunlar, siz ne yaparsanız hepsini bilirler.” (el-İnfitâr, 10-12) buyuran Rabbimiz her mekânda, her zamanda kendi hareketlerimizi düzenlememizi istiyor. Bunun sorumluluğunu istiyor.

İnsan özgürdür diyoruz. İnsan ne istese yapabilir. Ancak Allah Teâlâ Kur’ân’da;

“İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” buyuruyor. (el-Kıyâme, 36) Demek, biz başıboş değiliz. Üzerimizde daima bir murâkıp, bir müfettiş olduğunun sorumluluğunu hissetmeliyiz.

Dünyayı tanıdığımız andan itibaren hep kendimizi bir şeylerden sorumlu addederiz. Ancak hangi sorumluluk âhirette imdadımıza yetişecek, onu idrak etmeliyiz.